“İTİRAFLARIM” Lev Tolstoy

“İTİRAFLARIM” Lev Tolstoy

Lev Tolstoy“Her Seçimde Din, Kurum Olarak Egemen Güçlerin Yanındadır...”
Tolstoy

Tarih öncesi yaşayan insanlar Tanrı’yı önce kendileri yarattı, sonra da Tanrı onları. İnsanlar yarattıkları tanrıya o kadar inandılar ki, o yarattıklarını tıpatıp kendilerine benzettiler. Elleri, ayakları olan, ağzı, burnu, kulakları olan, beyni olan ve beyni olduğu için de önce kendileri kadar düşünen, sonra da mucizeler yaratan bir ilah mertebesine yükselttiler. Küçük adamlar, koca koca adamlar inandılar buna.

Her şey bu kadarla da kalsa iyiydi, çaresizliklerinde sırtlarını dayamak, ona sığınmak için güçlü kuvvetli kıldılar. Yani tıpkı kendileri gibi kızan, ceza veren, taş yapan, hızını alamadığında cehennemde yakan, hem insanları hem hayvanları lanetleyen kutsal bir varlık haline getirdiler. Önce domuz lanetlendi, “eti haram” dendi; örneğin inek Hintlilere kutsal kılındı. Kadınlar lanetlendi ve yüzyıllarca ‘cadı’ diye ateşlerde yakıldılar. Yazdıkları kitaplarda, “indirilen vahilerde” kölelik bile savunuldu. Kuran’da bu gün bile –açın bakın- köleliğe karşı çıkılmamaktadır.

Dün bu Orta Çağ karanlığı ile mücadele eden nice bilim adamı da bu lanetlenenler arasındadır: Galileo Galilei, (1564 – 1642) Nicolaus Copernicus, (1473 – 1543) papaz Giordano Bruno örneğinde olduğu gibi insanlar da vardı. Papaz Bruno ise Kilise tarafından aforoz edilerek yakılmıştır. Geçmişte işlenen bunca ilkelliğin, bağnazlığın üstünü örtmeye artık hiçbir teolog ve kilisenin gücü yetmez.

Lev Tolstoy’un “İTİRAFLARIM” isimli çalışmasında işte bu konuyu kendi yaşam örneklerinden çıkarak derinlemesine irdelemiş. Okurken insanı şaşkına çeviren ise, o aynı ilkelliğin hala sürüyor olması. Baksanıza, adamlar bir vahşinin bir askerin yüreğini çiğ çiğ yemesinden, IŞİD militanlarının yüzlerce gencecik insanı –kadın, çoluk çocuk demeden çukurlara yatırıp üzerlerine kurşun yağdırmalarından, İsrail’in Birleşmiş Milletlere ait hastaneleri ve sığınma yerlerini dünyanın gözleri önünde bombalamalarından rahatsız olmazken, –hiç utanma arlanma duymadan- birileri çıkıp kadınların ahlaksızlığından, kahkahasından rahatsız olduklarını devlet televizyonlarında söyleyebiliyorlar. İşte bunlar o yüzlerce yıl once insanları, hayvanları lanetleyip cadı avlarını sürdürenlerin soyundan gelenlerdir. Bunlar ki insan dahi olamazlar.

Bu noktada adı geçen kitapta Lev Tolstoy ne diyor: “(...) Ama yanlış nereden geliyordu, doğru nereden? Hem yalan, hem de gerçek gelenekteydi, o kutsal yazılarda. Hem yalan hem gerçek, kilise (cami) denen şeyden geliyordu. Ve böylece ister istemez bu kutsal kitap(ların) ve geleneğin incelenmesine koyuldum, şimdiye kadar öylesine tiksindiğim şeye yani.”

Bir başka yerde yazar mezhepler arası savrulmalardaki bağnazlığın geldiği noktaları anlatırken de şu ibret verici satırları yazmaktan kendini alıkoyamıyor: “(...) İki mezhep kendisinin hakikatin sahibi olduğuna, ötekininse aldandığına inanıyorsa, o zaman kardeşleri(!) hakikate döndürme isteğiyle vaaz edeceklerdir. Eğer hakikatin sahibi olduğunu iddia eden, o zaman kilise bu kitapları yakmak ve çocuklarını yanıltan insanı uzaklaştırmak gereği duyar. Şimdi, inancı tekeline almış kilisenin görüşüne karşı, yanlış inancın ateşine tutulmuş bir tarikat müridi, hayatın en önemli eseri, olan inanç işinde, kilisenin oğullarını baştan çıkarıyorsa ne yapmalı? Kafasının kesilmesi, ya da hapishaneden başka bir şey yapılabilmiş midir ki? Aleksi Mihailoviç’in yönetiminde yakmışlardır (onu) kimilerini. Yani çağının en büyük cezası verilmiştir. Zamanımızda da en büyük ceza verilmektedir. –işkence ya dahücreye hapsedilmektedir.” (Lev Tolstoy/İtiraflarım/ Akvaryum/ Dünya Klasikleri/sayfa: 90, 91)

Lev Tolstoy - İtiraflarımLev Tolstoy, araştırmalarında dindar, koyu Katolik çevrede büyüdüğünü ve hatta ilk gençlik yıllarında da bu dini inançların etkisinde kaldığını, ancak yaşamdaki gerçekliklerle kiliselerdeki vaazlarda anlatılanların birbirine zıt şeyler olduğunu fark etmeye başladığında kopuş başlar. Teologların bile açıklamakta zorlandıkları kitaplardaki o dinsel anlatıların çoğunun hiçbir zaman gerçekliğin ifadesi olmadığını kavrar. İnançlı iyi insan, Tanrıya inanan, yardımsever söylemlerin bir türlü kilise duvarlarını aşıp dışarıdaki insanlara ulaşmadığını görür. Gördüğü bir başka şey de kilisedekilerin, papazların, rahibelerin ayrıcalıklı durumlarıdır. Oysa onları koruyup kollayan Tanrı değil, elbirliğiyle oluşturdukları ve bin yıllardır korudukları kiliseler ve dini yardım ku rumları, yani sistemdir. Bu gün bu sistem emperyalizmle el ele yol almaktadır. Görüyorsunuz, bu gün ülkemizde de - hiçbir zaman dolmayacağını bildikleri halde – okul yerine binlerce cami yapıldığını anlamak sanırım zor olmasa gerek. Bilinen şu ki, günümüzde bile onların sağladığı ranttan geçinen binlerce, -ne binlercesi- yüz binlerce türbanlı, cipli, yatlı, küçük küçük, büyük büyük gemileri olanlar vardır. Eğer bu gün Erdoğan alanlarda böylesine gırtlağı şişesiye kadar bağırıp çağırıyorsa, ona buna hakaretler yağdırıyorsa, “alevi, sünni” diye 76 milyonu ötekileştiriyorsa hiçte boşuna değildir. Çünkü kaybetmek onun ve ondan nemalanan çevresi için bir felakettir.

Jean Paul Sartre’nin o meşhur sözünü burada bir kez daha anmak istiyorum. Filozof şöyle diyor: “Ezilenlerin arasında din adamlarını göremezsiniz. Din adamları ezen sınıfların asalağıdır.” Ancak gel de bunu bizim zavallılara, -yağmacılarainandır. O nedenledir ki yazının girişini bugünkü güncelden çıkarak böyle koydum:

Tolstoy, “Her Seçimde Din, Kurum Olarak Egemen Güçlerin Yanındadır...” boşuna dememiş...

* İtiraflarım/ Lev Tolstoy/ Dünya Klasiklerinden


Konuyla ilişkili diğer makaleler