“Orta Asya’dan geldik!” Peki o dönemde Anadolu boş muydu?

“Orta Asya’dan geldik!” Peki o dönemde Anadolu boş muydu?

“Orta Asya’dan geldik!”
Peki o dönemde Anadolu boş muydu?

Selçuklu Türkleri, resmi tarihte 1071’e, gerçekte ise biraz daha öncesinde Anadolu’ya geldiklerinde, karşılarında, “yurt edilecek boş araziler” değil, bazıları yüzyıllar öncesine dayanan medeniyetlerin temsilcisi olan bir dizi halk buldular. Doğu’da geçmişte Urartu’nun yıkıntıları üzerine krallık kurmuş Ermeniler, Güneydoğu’da bölgenin en eski halkı olan Kürtler, ve esas olarak kalan tüm kesimlerde de Doğu Roma İmparatorluğu’nun tebaası olan Ortodoks Hristiyan ahali yaşıyordu. Doğu’da büyük İran medeniyeti, güneyde ise İslamiyet üzerinden yükselen ve parlayan Arap Medeniyeti vardı. Türkmenler, bu insanlarla başta savaşarak, ama esas olarak yüzyıllar boyu birlikte yaşayarak hem kendilerinin, hem de bu halkların değiştiği, birbirinden çok şey öğrendiği bir süreci yaşadılar. Kimliğin temeli olan dil, bu değişimin en somut göstergesidir. Çağdaş Türkçe, en “sadeleştirilmiş” haliyle dahi bilim, hukuk ve siyasette çok sayıda Arapça, sanat ve edebiyatta Farsça, mutfak kültürü, denizcilik, inşaat ve şehircilikte çok sayıda Rumca kelimeyi hala taşımaya devam etmektedir. Anadolu yerel lehçe ve şivelerinde ise sayısız Rumca ve Ermenice kelime varlığını bugün dahi sürdürmektedir. Unutulmamalıdır ki, 600 yıllık Osmanlı hakimiyetinin sonunda dahi, 1914 yılında toplam 16 milyon olan nüfusun içinde Ermeni nüfusu 1.221.850 kişi, Rum nüfusu ise 1.564.939 kişiydi. Başka bir deyişle o tarihte toplumun yüzde yirmisi Ermeni ve Rum toplumlarından oluşuyordu. Kalan %80’in ise “islam ahalisi” olarak nitelendirilip içindeki Kürt, Çerkes, Laz ve Arap’ların ayrım gösterilmeden sayıldığını da hatırlatalım.

Bilmemiz gereken şudur: 10. yüzyılda Anadolu’ya gelen Türkmenler, “üzerine yazı yazdıkları boş bir sayfa” bulmadılar. Esas olarak savaşçı ve göçebe bir kavim oldukları için, yerleşik kültüre ilişkin tüm unsurları buradaki yerleşik medeniyetlerden ve onların halklarından öğrendiler ve değiştiler. T.C. 1923’ten beri kardeş halkların kültürümüze yaptığı katkıları yok sayarak bizleri soyut ve gerçek dışı bir “Türklük”e tapınmaya yöneltti. Halbuki hayatın her alanında bizi biz yapan değerlerin içinde kardeş halkların katkılarını ve emeğini görmek Türk halkını küçültmez; aksine kendimizi daha iyi tanımamızı sağlar ve bu halklara karşı daha dostça ve kardeşçe yaklaşmamızın kültürel temelini oluşturur. Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Türk’ü Kürt’e, Rum’a, Ermeni’ye, Arab’a ve Acem’e düşman kılan şoven politikalarını ve propagandalarını boşa çıkarmanın yolu, bu gerçeği kavramak, hissetmek ve toplum içinde yaygınlaştırmaktan geçer.


Konuyla ilişkili diğer makaleler