“Vücudunda 83 kurşun deliği saydım!”

“Vücudunda 83 kurşun deliği saydım!”

44 yıl önce katledilen Hüseyin Cevahir’in babası anlatıyor:

Murat BJEDUĞ *

Hüseyin Cevahir, 1971 yılının 1 Haziran’ında katledildi. 26 yaşındaydı. Ben 11 yaşında idim; o gün, her zamanki gibi, öğle ezanı okunduğunda günlük gazete ile eve gelen babam, bir sevinç ve zafer duygusuyla anneme şu cümleyi söyledi:

’Pusudaki keskin nişancı, evin penceresinde tül perdenin kıpırdamasıyla beraber tetiği çekince, rakkada vurmuş içerdeki tedhişçiyi.’’

Üç gün süren gazete haberleri, insanları iki cani ve bir küçük rehine kız, diye öylesine işlemişlerdi ki, yüzbinlerce insan gibi babamı da etkilemişti anti-propoganda. Operasyonun nasıl sonuçlanacağını, yapanlar zaten biliyordu. “Oh oldu, iyi oldu, hak ettiler...” dedirtmek için toplum psikolojik yönlendirmeye tabi tutuluyordu. Zaten öyle de oldu.

İki gündür ülkenin belki de her evinde, Mahir, Hüseyin ve Sibel Erkan gazetelerde, radyo ve o yıllarda sadece birkaç şehirde yayın yapan tek kanallı siyah beyaz TV ekranlarında bir numaralı gündem konusu idi. Hatta o boyuttaydı ki, 31 Mayıs’ta Nurhak dağlarında, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga isimli THKO gerillalarının pusuya düşürülüp delik deşik edilerek öldürülmeleri, Mustafa Yalçıner’in yaralı vaziyette yakalanması bile pek dikkat çekmemişti.

Nurhak ve bir yıl sonra Deniz’lerin idamı ile THKO’nun; Maltepe operasyonunda Hüseyin Cevahir’in öldürülmesi, Mahir’in ağır yaralı yakalanması, daha sonra Ulaş Bardakçı’nın öldürülüp, Ziya Yılmaz’ın yaralı yakalanması, ardından da Kızıldere katliamı ile de THKP-C’nin, CIA, MİT, Kontr-Gerilla tarafından uygulanan plan ile kanlı bir yenilgiye uğratıldığı sanılmıştı. Oysa bugünden bakınca bu kanlı ve unutulması imkânsız kanlı operasyonların sonucunda, uzun erimde tarihsel zafer, THKO ve THKP-C’ nin olmuştur. Amaç kıvılcımı tutuşturmaktı; kıvılcım, bir daha sönmemek üzere tutuştu. Amaca ulaşılmıştı. Çok ağır bedel ödenmiş olsa da...

Hüseyin CevahirBu yazıda, o ulaşılan amaç için canını armağan eden unutulmaz Hüseyin Cevahir hakkında 30 yıldır bende saklı kalan, hiç bilinmeyen ve hiç yazılmamış detayları paylaşacağım. Ama önce bilinmesi gereken birkaç hususiyeti daha var Hüseyin Cevahir’ in. Beliğ derecesinde belagati ile henüz THKP-C kurulmamışken, Kırmızı Aydınlık zamanlarında sosyalizmi anlatışı, etkileyici ve ikna edici üslubu, birikimi, sokaklarda, yoksulların mahallelerinde dergi satmaktan Küba Devrimi üzerine makale yazmaya, edebiyatla ilgili yazılarından Karadeniz’e, Ege’ye örgütlenme çalışmaları için işçilerin, üreticilerin, emekçilerin bulunduğu mahallere yetişmesine kadar geniş yelpazeli bir praxisin yaratıcı öznesidir Hüseyin. Sevecenliği, nezaketi, saygılı bir insan olması, saygın kişiliği ile de arkadaşları arasında çok sevilmiştir. Dünyada devrimci romantizmin en üst düzeydeki müstesna bir örneği olan THKP-C’nin teorik ve düşünsel harcının oluşmasında Mahir’in görüşlerini alma gereği duyduğu yetkinlikte bir işlek zekâya da sahip olan Hüseyin, THKP-C nin tüm eylemlerinde en önde yer aldığı gibi, Kürt sorunu konusunda da dönemin koşullarına göre anılmaya değer çalışmalar yapmış, Kürt devrimcilerin THKP-C’ye dikkatlerinin çekilmesi ve katılımlarının sağlanmasında çok önemli rol oynamıştır. Sinan Kazım Özüdoğru gibi bir değeri keşfederek DEV-GENÇ Genel Sekreterliği’ne öneren de Mahir’le birlikte Hüseyin Cevahir olmuştur.

Şimdi 44 yıl öncesine dönelim:

İstanbul Maltepe’ de, takip altında oldukları için mecburiyetten ve tesadüfen girdikleri evde Sibel Erkan’ı rehine olarak tutan Hüseyin Cevahir ve Mahir Çayan’ın, Nurhak katliamını radyodan öğrendiklerini ve müthiş bir üzüntü duyduklarını, çok sonraları öğrenmiştik. Sinan’lar Nurhak dağlarında kurşun sağanağı altında iken Mahir’in annesi ve Hüseyin’in amcası Maltepe’deki eylem mahalline getiriliyor; evin içindeki bu iki devrimciyi ikna edip teslim olmaları için telkinde bulunduruluyorlardı.

Mahir de, Hüseyin de reddettiler teslim olmayı. Eylem bir operasyonla bitirildi; Hüseyin ölü, Mahir yaralı, rehine Sibel Erkan ise sağ salimdi. Kısa bir süre sonra da kendini unutturdu Sibel ve bugüne kadar da ortaya çıkmadı, konuşmadı. Ama operasyon bittiğinde, sıcağı sıcağına basına verdiği demeçteki şu sözü, benim de dikkatimden kaçmamıştı: “Mahir ve Hüseyin abiler bana hiç fenalık yapmadılar.”

Evin en güvenli kısmına tahkimat yaparak, operasyon başladığında Sibel’i o kısma alan Mahir ve Hüseyin, kendilerinin zaten öldürüleceklerini biliyorlardı. Ama endişeleri şuydu; bunlar Sibel’i de vurup suçu bizim üzerimize atarlar, bu iftiranın ardından da aleyhte propaganda yürütürler.

Haklı çıktılar; kaygı ve önlem almakla da çok doğru yaptıkları anlaşıldı. Çünkü evin dışarıdan yaylım ateşine tutulması, pencerelerden içeri girildiğinde de hedef gözetmeden taramaya devam edilmesi sonucunda, sıkılan yüzlerce merminin tahribatıyla evin duvarlarının boyası dahi dökülüp çimento görüntüsünün ortaya çıkmasına rağmen Mahir ve Hüseyin’in aldıkları önlem sayesinde Sibel o kurşunlardan kurtulmuştu.

Hedef gözetilmemiştir, ama Mahir sanılan Hüseyin’in cansız bedeni bir kez daha namluların hedefi olmuştur. Can Dündar’ın geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazı dizisinde zikredildiği gibi; Hüseyin’e isabet eden mermi sayısı 23 ya da 25 değildir. Aşağıda doğrusunu okuyacaksınız.

‘Saydım, oğlumun vücudunda 83 kurşun deliği vardı’

Sordum; peki Maltepe operasyonunda nerdeydiniz, haberi nasıl aldınız?

’Olaydan birkaç hafta evvel, hemşehrilerimiz beni Almanya’ya davet etmişlerdi. Yedirip içirip gezdiriyorlardı. Güzel vakit geçiriyordum. O yıllarda Köln Radyosu’nun haftada yarım saat Kürtçe yayını olurmuş. İşte o programı dinleyen hemşehrilerimiz, radyodan duymuş, Hüseyin’le Mahir bir evde küçük bir kızı rehin almışlar, operasyon olabilir, diye. Hemen bir uçakla beni İstanbul’a yolladılar. İner inmez oraya gittim. Kalabalıktı, asker, polis insan doluydu. Sonra aniden silahlar patladı ve kıyamet koptu. Hüseyin’ in ölüsünü çıkardılar, Mahir de yaralı yakalandı. Küçük kıza bir şey olmamıştı. Tek tek saydım; oğlumun vücudunda tam 83 (seksen üç ) kurşun deliği vardı. Hüseyin 83 kurşun deliği ile defnedildi köyde.’’

Düzgün Cevahir ve yakını, bir müddet sonra izin isteyip kalktılar Mazgirt’ e gitmek üzere. El sıkıştık. Yanaklarımdan öptü beni Düzgün amca. Kırlaşmış saçları arkaya taralı idi. Yavruağzı renginde bir takım elbise, beyaz gömlek ve uyumlu bir kravat vardı üzerinde, siyah renk ayakkabı giymişti... İlk ve son görüşüm oldu Düzgün amcayı. Onu çok sevdim. Sadece Hüseyin’ in babası olduğu için değil. Adam gibi adamdı çünkü.

Sohbetin sonlarına doğru içindeki koru çok daha derinden hissettim, çünkü o kor benim de yüreğimi yakmaya devam ediyor hâlâ.

Masada birlikte oturduğumuz ve beni refere eden, bu sayede de Düzgün amcanın rahatça ve güven duyarak konuşmasını sağlayan dostum, aşırı duygusallaşıp gözyaşlarını saklamaya çalışırken, Düzgün Cevahir’ in operasyondan sonra Elazığ’ a götürülüp, aylarca dayak ve işkence ile sorgulandığını söyledi.
(...)

---------------------------------------------
(* T24 haber sitesinden alınmıştır)


Konuyla ilişkili diğer makaleler