“Yetmiş iki milleti bir bilmek... ”

“Yetmiş iki milleti bir bilmek... ”

Yaklaşık BİN yıldır bu topraklarda yaşayan, kök salan Alevi inanışının, Anadolu’da yaşadığı acılarla birlikte kazandığı ve yaşam biçimi haline getirdiği birçok düsturu var. Aleviler, bu düsturlarıyla 20. Yüzyıla kadar bozulmadan, yozlaşmadan gelebildiler. Ancak, 20. Yüzyılla birlikte, gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, gerekse kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı yozlaşmalar ve asimilasyonla, Alevi topluluğu, erdem sayılabilecek birçok düsturu ya kaybetti ya da unuttu. Son kırk yılda yaşadığı acıları engelleyememesinin, bu acılara yol açan saldırılara, tek yumruk, tek yürek direnememesinin altında –birçok sebeple birlikte-işte bu erdemlerinden bazılarını yitirmesi yatmaktadır.

Anadolu Aleviliğini ayakta tutan, onun yaşam felsefesini oluşturan düsturlardan ikisi çok önemli. Bunlardan biri, “YETMİŞ İKİ MİLLETİ BİR BİLMEK” diğeri de “ELİNE, BELİNE, DİLİNE SAHİP OLMAK”. Bu ikincisi ayrı bir yazının konusu olabilir. Ancak burada birinci düsturun önemi ve gerekliliği üzerinde duracağız. Çünkü Alevi topluluğu, gerek “ Hamidiye Alayları Vak’ası “, gerek Kemalist zihniyetin zihin bulandırıcı eğitim sistemi, gerekse 12 Eylül 1980 sonrası derin devletin yönlendirmesiyle 1984’ te Alparslan Türkeş’in kaleme aldığı bildirisinde, “Aleviler gerçek Türktür, onlar bizim kardeşimiz ve bu ülkenin gerçek bekçileridir” metaforuyla ırkçı, şoven söylemlerin, yapılanmaların etkisine girmiş; bu birinci düsturu unutmaya başlamışlardır.

Bu topraklarda, laiklik, hümanizm, kendini bilme; renk, ırk, din, dil ayrımı gütmeksizin tüm insanları bir bilme konularında tüm inançlardan daha ileride bulunan Aleviler – özellikle Türkmen Alevileri- işte yukarıda belirttiğim Saikler ve etkilenmeler sonucu, kırk yıldır “devlet”e karşı “özgürlük mücadelesi” veren Kürt halkına oldukça mesafeli durmuş; bırakın destek vermeyi, bu mücadeleyi – devlet ağzıyla - “terörist” bir ayaklanma olarak görmeye başlamıştır. Hatta bazı Alevi ocak ve dernekleri, tıpkı gerici-faşist güruhlar gibi, işi Kürt düşmanlığına kadar götürmüştür.

İşte tüm sorun burada. Aleviler (bir kısmı) bu duruma nasıl geldi, kim yönlendirdi, kimler görevini iyi yapmadı ki bugün Alevi topluluğu olması gereken -doğru- yerde değil? Bunda, Türkiye devrimci-sol-sosyalist hareket ve örgütlerin de sorumluluğu yok mu? Hümanist anlayışın temsilcisi olan Alevilere “enternasyonalist” anlayışın önemini kavratamayan bizlerin de kusuru yok mu?

Rakel Dink’ in, “bir masum çocuktan nasıl katil yarattınız?” sözünden hareketle, enternasyonalist olması gereken bir Alevi’den “nasyonalist” bir kişiliği nasıl yarattık? Bu sorunun yanıtını ararken bugün, sol ve sosyalist geçinen birçok kişinin, örgütün “nasyonalist” olduğunu ne yazık ki görüyoruz. Alevilerin de bu rüzgârdan etkilenmemeleri oldukça zordur.

Bugün, bırakın Maraş katliamında “can”larını yitirmiş kardeşlerimizi gidip orada anmayı, Maraşlı birçok insanın – özgürce- mezarlığa gidip o “can”larını ziyaret etmeleri bile zor. Devlet, Alevi örgütlerinin Maraş’ta anma programı yapmalarına yıllardır izin vermezken, geçen hafta, o bölgenin gerici-faşist güruhu, gemi azıya almışçasına, katliamı kutlama afişlerini utanmadan Maraş sokaklarına asmışlardır. Bunlar, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın geçen cuma günü partisinin Mersin İl Kongresi’ nde dediği gibi, “faşistten öte birer hayvandır.”

Artık gün, aydınlanma, gerçekleri kavrama ve “bir” olma günüdür. Bugünden geci yok; Türkmen Alevileri, Kemalizm’in etkilerinden kurtulup “devlet”i kutsamaktan, Arap Alevileri de “Baasçı” anlayıştan sıyrılıp “Esad”a biat etmekten vazgeçip Kürt Alevilerinin yaptığı gibi, gerçek dostları olan komünistlerle ve Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte “devlet”e karşı mücadeleye ortak olmalı. Çünkü sadece Alevilerin değil, tüm azınlık ve inançların, toplulukların; işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin... kurtuluşu, “birlikte”, doğru mücadeleyle gerçekleşecektir.