10 Eylül 1920 - 10 Eylül 2015 Türkiye Komünist Partisi 95 Yaşında
1920’de Bakü’de gerçekleştirilen Kongre’de kuruldu. Kuruluş Kongresi’ne İstanbul, Anadolu ve Yurtdışından delegeler katıldı. Kongre aslında Ankara’da gerçekleştirilecekti. Neki, Ankara Hükümeti’nin engellemesi üzerine Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’nin Başkenti Bakü’de düzenlenmek zorunda kalındı. TKP, Türkiye’nin en eski partisidir.
TKP’nin kuruluşu iki çok önemli gelişmenin etkisinde gelişir. Birincisi; Rusya’da gerçekleşen 1917 Büyük Ekim Devrimi, İkincisi ise; Anadolu ve Trakya’da gelişen Ulusal Kurtuluş Savaşı. Bu sebepten dolayı; “Türkiye Komünist Partisi, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin etkileri ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşleri içinde, Trakya, İstanbul, Anadolu ve yurtdışından üretim tezgahlarından, fabrikalardan, tarlalardan, esir kamplarından, eğitim kurumlarından gelen tek tek komünistlerin katılımı ile gerçekleştirilen Kongre ile 10 Eylül 1920’de doğmuştur” tanımlaması kullanılır. Bu tanımlama TKP’nin hem enternasyonalist, hem ulusal, hem de sınıfsal niteliklerinin tek cümle ile tarifidir.
TKP, emperyalist işgal altında bulunan ülke topraklarının kurtuluşu için anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşımına fiili olarak katılan, kurulacak bağımsız devletin sınıfsal anlamda sosyal kurtuluşu için Sosyalizmi hedefleyen ve bu topraklarda yaşayan değişik halkların ulusal sorunlarının çözümüne de en doğru yanıtı veren bir Parti olarak kurulmuştur. Saflarında, kuruluşundan itibaren Türkleri, Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Balkan kökenlileri, Lazları, Çerkesleri birleştiren bir Parti olmuştur.
Komünistler, gerek TKP’nin kuruluşundan önce, gerekse sonra, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda o zamanın deyimi ile “komünist çeteler” vasıtasıyla doğrudan, fiilen katılmışlardır. Bugün gerilla birlikleri olarak adlandırabileceğimiz bu “çeteler”, Trakya ve Anadolu’da emperyalist işgale karşı mücadelenin temel nüvelerini oluşturmuşlardır. Ankara Hükümeti henüz düzenli ordusunu oluşturmadan mücadelenin temellerini kuran Yeşil Ordu ve Çerkes Ethem Kuvvetleri’nin oluşumuna komünistlerin doğrudan katkıları vardır ve sonuna kadar da birlikte mücadele etmişlerdir. Mustafa Kemal de bu gerçeği görmezden gelememiş ve komünistlerin, kuruluşundan sonra da TKP’nin meşruiyetini kabul etmek zorunda kalmıştır. TKP’nin etkinliği o denli önem arzetmiş ve sonuç alıcı olacağı görüşmüştür ki, Mustafa Kemal, kendi adamlarına sahte ve resmi bir “TKP” kurdurmak zorunda kalmış, kendisi de bu partiye üye olmuştur.
“Resmi Türkiye Komünist Fırkası (Partisi), Mustafa Kemal Paşa’nın talimatı doğrultusunda 18 Ekim 1920’de kuruldu. Bu kararın önemli nedenlerinden biri, Ankara Hükümeti ile Sovyet Hükümeti arasındaki yakınlaşmaydı. Bu dönemde Sovyet hükümeti, Kurtuluş Savaşı’nı silah ve cephane göndererek destekliyordu. Ayrıca, yaklaşık bir ay önce Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin de Anadolu’da önü kesilmek istenmişti. Türk Komünist Fırkası’nın kurucuları arasında, Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Hakkı Behiç Bayiç, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit vardı. Partiye Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü ve Kazım Karabekir de üye oldular. Yeni Gün gazetesi partinin yayın organı olarak çıkarıldı. Türkiye Komünist Fırkası, Komitern’e üyelik için başvurduysa da kabul edilmedi. Parti, Anadolu’daki sol eğilimleri bünyesinde toplamayı ve denetim altında tutmayı amaçlıyordu.” Wikipedia Ansiklopedisi bu resmi partiyi böyle tarif ediyor. İsimlere dikkat ettiğiniz zaman, Mustafa Kemal ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda en üst devlet görevlerinde rol üstlenen tüm isimler, ilerinin Cumhurbaşkanları, Başbakanları, Bakanları, Mareşalleri kurucular ve üyeler arasında yer almışlardır. Bu resmi partinin, Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşundan 5 hafta sonra kurulması bir tesadüf değildir.
Bilindiği gibi, TKP kurucuları ve ilk Merkez Komitesi üyesi yoldaşlar, Parti Başkanı Mustafa Suphi ve Genel Sekreteri Ethem Nejat’ın da katılımıyla Ankara Hükümeti ile görüşmek için Bakü’den Ankara’ya gelirken, aralarında bizzat Mustafa Suphi ile Mustafa Kemal arasında yazışmalar olmasına, bizzat kurye vekiller yoluyla yüz yüze görüşülmesine rağmen ve bir davet söz konusu iken, Karadeniz’de Sürmene açıklarında boğdurularak katledilmişlerdir. Bu yeni Türkiye Burjuvazisinin ilk politik cinayeti olarak tarihe geçmiştir. Mustafa Suphi ve Ethem Nejat dahil 15 TKP MK üyesinin katledilmesi Kemalist burjuvazinin ne denli demokrat ve anti-emperyalist olduklarının somut delilidir. TKP MK Mustafa Suphi önderliğinde, ülkede Ulusal Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılmaya, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı bir Sosyal Kurtuluş aşamasına yükseltmek için Ankara’ya gidiyorlardı. Ulusal Kurtuluş Savaşında, Ankara Hükümeti’ne maddi, teknik ve manevi olarak en büyük desteği vermiş olan Lenin’in önderliğindeki genç Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ve Ankara Hükümeti’nin bizzat Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde atılan bu adımın niteliği Kemalist Türkiye Burjuvazisinin niteliği ve nelere “yetenekli” olduğu daha o günlerde kanıtlanmış oluyordu.
Sovyetler Birliği ve bizzat önderi Lenin ile bu denli yakın bir ilişkiye giren ve sonsuz dayanışmasını elde eden Mustafa Kemal Türkiye’si, bunun gereği olan Mustafa Suphi önderliğindeki TKP ile ortak mücadeleyi geliştireceğine, onları katletmiştir. Bunun ne denli uzun vadeli düşünülmüş ve haince bir plan olduğu resmi “TKP”nin kuruluşu ile belgelenmektedir. Mustafa Kemal’in bu stratejiyi neden izlediği kısa bir süre sonra ortaya çıkacaktı. Sevr Anlaşması ile Türkiye’yi emperyalist güçlerin işgali altına almasının neden Lozan Anlaşması ile revize edildiği ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının şekillendiği anlaşılmadan…Lozan Anlaşması sonrası, Türkiye’nin ekonomik ve politik olarak kapitalist kalkınma ve yönetim yoluna girdiği görülmeden…Kemalist burjuvazinin TKP’ye karşı tavrı anlaşılamaz. İngiliz, Fransız, Alman emperyalistleri, yanlarına kontrolleri altındaki İtalya ve Yunanistan’ı da alarak Türkiye’yi baştan sona işgal etmişler ve Ankara Hükümeti’ne Sevr Anlaşması ile bir Anadolu parçası bırakmışlardı. 1917 Ekim Devrimi’nin kısa sürede emperyalistlerin beklediği gibi yıkılmaması ve kurumsallaşmaya başlaması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulması, genç Sovyet Cumhuriyeti’nin, Ulusal Kurtuluş Savaşı veren Türkiye’deki güçler ile dayanışmaya girmesi emperyalizmin bu adımı atmasını getirdi. Mustafa Kemal, Sovyetler Birliği ile gelişen uzun vadeli ilişkileri ve bunun Türkiye’nin geleceği açısından toplumsal olarak yaratacağı gelişmeleri bir anda bir kenara atarak İngiliz emperyalistleri ile anlaşmıştır. Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları bunun sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği ile ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi, girilen yolun durdurulması ve onun doğal sonucu olarak TKP’nin yok edilmesi Kemalist burjuvazinin ana görevi olmuştur. 28-29 Ocak 1921 gecesi Mustafa Suphilerin katledilmesi ve 12 Eylül 1922’de TKP’nin Ankara Hükümeti tarafından yasaklanması bu gelişmelerin sonucudur. Türkiye Komünist Partisi 95 yıllık tarihinin 93 yılını yasaklı olarak geçirmiştir. Bu yasak bugün de kalkmamıştır.
TKP üzerindeki yasak TC Anayasası ve TCK maddelerinde bugün de sürmektedir. TKP’nin Türkiye’nin kuruluşunda ve politik yaşamının şekillenmesinde bu denli belirleyici önemi vardır. TKP üzerindeki yasağın sürmesinin anlamı, bu gerçekler temelinde bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.
1) TKP, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında uzlaşmaz olan emek-sermaye çelişkisinin devrimci yoldan çözümü için kurulmuştur. İşçi sınıfının sosyalist politik iktidarını amaç olarak belirlemiştir.
2) TKP, kuruluşundan itibaren anti-emperyalist, ulusal kurtuluş savaşı ilkelerinin fiili savaşçısı bir partidir.
3) TKP, ülkede değişik uluslardan halkların varlığını, onların kültür ve tarihlerini dikkate alarak, Federatif bir Sosyalist Türkiye Sovyetler Cumhuriyeti kurulması amacını birinci programına yazmıştır.
4) TKP, ulusal anlamda işçi sınıfının mücadelesi kadar uluslararası anlamda işçi sınıfının mücadelesinin bir parçası olduğunu ilan etmiştir. TKP enternasyonalist bir partidir.
Türkiye’nin bugün içinde yaşadığı sosyal, politik ve ekonomik ilişkiler değerlendirildiğinde, Türkiye’deki geleneksel işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve dinsel faşist Türk-İslam Sentezci gerici işbirlikçi tekelci burjuvazinin bir bütün olarak ülkeyi sürüklediği devlet politikaları dikkate alındığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce Ulusal Kurtuluş Savaşında, emperyalizme karşı omuz omuza elde silah savaşmış, başta Kürt halkı olmak üzere, değişik uluslardan halkların inkar ve imha politikalarına maruz kaldıkları görüldüğünde, işçi sınıfı ve emekçi halklar görece olarak rahat yaşıyor gibi gösterilmek istense de, her gün daha fazla yoksullaştıkları ve amansız bir işgücü sömürüsü ile karşı karşıya oldukları kabul edildiğinde, bunun karşısında Türkiye nüfusunun yüzde onundan daha küçük bir azınlığının her gün servetine servet katıp zenginleştiği fark edildiğinde bu ülkede güçlü bir TKP’ye ne denli ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunun 95. yıl dönümünde, aynen kuruluşunda çizilen Kominternci, Bolşevik, Leninci hatta gelişimini sürdürerek 100. kuruluş yıl dönümünde Mustafa Suphi’lere, Nazım Hikmet’lere, Yakup Demir’lere, İsmail Bilen’lere, Mustafa Hayrullahoğlu’lara layık bir politik etkiye sahip olmasını sağlayamamak için hiç bir neden yoktur. Onun için, T.C. tarihinin her döneminde TKP’yi yok etmeye çalışan Kemalist burjuvazi ile işbirliği çizgisini savunan ve Kemalistlerin Türkiye’de Sosyalizmi kurabileceklerine inanan Şefik Hüsnü çizgisinin ve onların bugünkü icazetli bilumum legal partilerinin karşısında Leninci Mustafa Suphi ve İsmail Bilenci hattında sağlam adımlar ile bıkmadan, usanmadan çalışmak ve hedefe kilitlenerek ilerlemek gerekiyor. Türkiye işçi sınıfının, ezilen ve sömürülen emekçi halkların, inkar ve imha politikasının hedefi direnen Kürt halkının sahip olabileceği en büyük değer budur.
Mustafa Suphi Yoldaşın TKP 1. Kongre Kapanış Konuşması
Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye komünistleri, bu kongreden müteşekkil ve müttehit bir fırka olarak çıkmakla, yeni bir devre-I hayata ayak basıyorlar. Fırkanın önünde duran birinci vazife: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikrimizi kuvvet ve süratle neşrederek halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır. Türkiye komünistleri üç seneden beri Rusya içtimai inkılabı içinde birçok safhalardan geçtiler.
Zaman oldu ki, karşımıza çıkan kara fikirli mürteciler, Türkiye’de amele ve rençber sınıfının mevcut olmadığını, olsa bile, hammalların memurlardan iyi yaşadıklarını söylemekten utanmadılar. Son zamanlarda ise, bilhassa İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Ankara ve Eskişehir’de vücuda gelen amele ve rençber namı altında inkılapçı mühim bir sınıf yaşıyor. Ümitvarız ki, İstanbul ve Anadolu rençberleri yakında müstevli ve zalim bütün kuvvetleri toplayarak hayat ve mübareze faaliyetlerini kendi kollarına almak iktidarını göstereceklerdir.
Zaman oldu ki, Türkiye amele ve rençberleri, müstebit vali, hakim ve paşalar karşısında söz söylemek cesaretini bile gösteremezdiler; fakat son vekayi gösteriyor ki, İstanbul Hükümeti’nin ve padişahın İngilizlerle birleşerek memleketi sattıklarını halk pek iyi anlıyor; Türkiye’nin mazlum amele ve rençberleri ve askerler, bu alçaklığa, bu hıyanete karşı, süngüsünü oradaki ağa ve paşaların göğsüne çevirmiş, muharebe ediyorlar.
Ve nihayet zaman oldu ki, arkadaşlar, Türkiye’de komünist teşkilatı olmaz dediler; fakat, Türkiye’nin muhtelif şehirlerinden gelen komünist vekiller, bunun aksini ispat ettiler; Türkiye’de amele ve rençber komünist teşkilatı gittikçe genişliyor ve kuvvet kespediyor. Şimdi Komünist Fırkası’nın müstemlekeci kuvvetleri ezmeye azim işçi halka rehber olacağına hiç şüphe edilemez.
Komünizm mübeşşirlerinden Engels, bir eserinde diyor ki: “Yeryüzündeki teknika zulme alettir. Zaman gelecek ki, teknikanın terakkisi eseri olarak yeryüzünü kan deryaları alacak ve zalim imparatorların taçları bu kan deryasına yuvarlanacak, bu tacı yerden kaldırıp başına koymaya cesaret edecek bir adam bulunamayacaktır.” İşte, bu devir hulul etmiştir: Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da, Türkiye’de, çarlık, imparatorluk, padişahlık artık bir daha necat bulunmayacak tarzda yıkıldığı halde, hiç kimse cesaret edip de, o taçları başına geçiremiyor.
Vaktiyle halka zulmedenler, bugünkü amele ve rençber inkılabı huzurunda diz çökerek mazlum halka taraftar ve hizmete amade gözüküyorlar.
Memleketimizde her türlü derece ve sınıf ahit ve yalanlarının yerinden oynadığı böyle bir devirde, böyle bir devr-i buhranda, işçi halkın mukadderatını kendi eline alarak iş görmesi bir zaruret haline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek vazifesi Komünist Fırkası’nın uhdesine düşmektedir.
Komünist Fırkası için memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde halkın sırtından geçinen yağmacı tufeyli sınıflarını da hazıryiyicilik halinden çıkarıp yumruk altında işletmek de, o derece esaslı bir vazifedir. Bu iki cihetin temini iledir ki, Komünist Fırkası mazlum amele ve rençber halka karşı hizmetini ifa etmiş ve ortadan sınıflar farkı kalkarak heyet-i içtimaiye, adalet-i hakikiyeye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki:
Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!