Antrakt Bitti. Yaşamın Perdesi Açılsın Artık...

Antrakt Bitti. Yaşamın Perdesi Açılsın Artık...

Bir toplumu tanımlamaya çalışırken, toplumsal bilinci, üretici güçleri, üretim ilişkilerini, varolan sistemin kendi yasaları çerçevesinde oluşturduğu baskıyı dikkate almadan elbette değerlendiremiyoruz.

İnsanlık tarihinin, ilkel komünal toplumlarından, tarım toplumlarına, feodaliteye, ortaçağ aristokrasilerine ve günümüz kapitalizm koşullarına değin gelirsek, insanın, insan onurunun, emeğin, kimliğin ve kısaca yeryüzünün artan biçimde tek bir sınıfın çıkarlarına uygun dizayn edildiğini görürüz. Tahakküm, sahiplik, sömürü, hukuk, bilim, sanat, din, eğitim... kısaca yaşama özgü her şey sermayenin hizmetine koşulur.

Burjuvazi ile uzlaşmaz çelişkisi olan işçi sınıfı, emekçi ve halklar, bu pervasız sistem ve toplumsal yapı içinde nasıl durduruluyor? Ya da elimizde bir sihirli değnek olmadığına göre, binlerce yıldır bu sistemin çıkarları doğrultusunda her türden ekonomik ve ideolojik zorla bastırılan ya da uyuşturulan, değer sistemleri altüst edilen işçi sınıfı ve halklar, sınıfsız toplumun inşasında nasıl bir toplumsal değişimin özneleri olacaklar?

Yılmaz Güney ve Ahmet KayaBugün kapitalizmin elinde bulundurduğu, toplumları ve tek tek insanları dilediğince şekillendirdiği o en güçlü tutkalı elinden almalı önce. O tutkal ki; kapitalizmde maddi üretime göre belirlenen zihinsel üretim. O tutkal ki; kapitalizmde sadece meta üretimi olarak ortaya çıkan ancak sınıfsız toplumda insanın yaratıcı yeteneklerini dilediğince geliştirebileceği ve kendini yeniden üretebileceği büyüleyici ve bağlayıcı bir araç. O tutkal ki; 1800’lerde Marx ve Engels’in ısrarla altını çizdiği ancak biz dünyayı değiştirmek isteyenlerin, kapitalizme altın tepside terkettikleri, sahip çıkmak isteyenlerin de ağır bedeller ödediği bir araç.

Sanat... Estetik... Edebiyat

Kapitalizmin tüm sahiplik arzusu ve biçimlerine rağmen, insan iradesi, zekası ve yaratıcı yetenekleri bazen sistemi rahatsız edebilecek kadar yırtar perdeleri.

Mesela Şiir

Kökeni neredeyse insanlık tarihi kadar eskilere dayanıyor. Kapitalizmin ezberlerini bozan şairleri var dünyanın. “Zulüm, acı, ölüm, şu bu, bir anda gizlerse de tohumu, ölmüş gibi görünürse de halk, döner gelir elbet bir gün nisan ayı, kavuşur baharına toprak, kızgın eller dağıtır atar ağır havayı. Ölümün içinden yeşerir yaşamak.”

Pablo Neruda

Görmesen bile denizi, yukarıya çevir gözü, deniz dibidir gökyüzü, aldırma gönül, aldırma.Sabahattin Ali

Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine, idare lambası yanan adam! Behey armut satar gibi san’atı okkayla satan san’atkar!, Ettiğin kâr kalmayacak yanına! soksan da kafanı dükkanına, dükkanını yedi kat yerin dibine soksan; yine ateşimiz seni, yağlı saçlarından tutuşturarak, bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! Çek elini san’atın yakasından, çek! Çekiniz!

Nazım Hikmet

Neruda, Sabahattin Ali ya da Nazım, insanlığın şairleri oldukları dizeleri yazdılar. Karşılığında Neruda, Şili’de, kendi ülkesinde önce kaçak sonra sürgündü. Sabahattin Ali’yi Sinop Cezaevi’nin duvarlarına, o duvarları yalayan dalgalara sormalı. Nazım Hikmet, her şeyi göze aldığı halkı için, halkından uzakta öldü.

Mesela Sinema;

Yaşadığı dönemin yönetim biçimlerine, teknolojilerine, komediyi sonuna kadar kullanarak içinde ağır dram içeren ve sessizce çektiği filmleriyle, insanlığa ışık tutan bir dahiydi o. Charlie Chaplin. Bir İngiliz sinema yönetmeni, ABD vatandaşlığını reddetmiş, ülkeye girişi yasaklanmış ve İsviçre’de hayatını kaybetmiştir.

Devrimcilere yardım ve yataklık gerekçesiyle ancak asıl olarak sisteme karşı duruşu ile hapis ve sürgünlerde yaşamı sona eren bir başka yönetmen Yılmaz Güney. Anadolu coğrafyasına başyapıt sayılabilecek bir sinematografiyle bıraktığı filmler onun dehasını ve yeteneğini, cezaevi koşullarında bile sergileyebildiğine en güçlü örnektir.

Mesela Müzik;

Gitarının tüm tınıları, halkına seslenen bir virtiöz. Victor Jara. Şili’de Pinochet darbesi ile tutuklanıp, bir stadyumda tarif edilmez işkencelerden geçiyor, yetmiyor gitar çalamasın diye elleri kırılıyor. Buna rağmen “Venceremos” şarkısını çalmaya, söylemeye çalışıyor ve öldürülüyor.

Türküleri, türkü dinlemeyi bu coğrafyaya öğreten, türkülerindeki siyasi vurgu ve TKP üyeliğinden hapis yatan, Ermeni olması bile tehdit görülen büyük ozan. Ruhi Su. Devlet, kanser tedavisi için yurtdışına çıkmasına bile izin vermedi.

Kendi halkının ulusal mücadelesine, bir ödül gecesinde “Kürtçe şarkı söylemek istiyorum.” diye destek verdiği için, linç girişiminde bulunulan ve sanatçı olduğunu sanan soytarıların şiddetine maruz kalıp, ülkesini terk etmek zorunda kalan ve sürgünde ölen bir insan var. Ahmet Kaya.

Mesela Resim;

İspanya İç Savaşı’nı resmedendi Picasso. Hangi termin bu denli anlatabilir ki faşizmin sefilliğini.

Mesela Tiyatro;

Dünya tiyatro tarihinin tartışmasız isimlerinden biri Bertolt Brecht. “Üç Kuruşluk Opera” onu düzenin karşısına alması için yeterliydi. Epik tiyatronun duayeniydi. Marksizmi tiyatroya uyarlamakta dahiydi.

...ve nice sanat dalı var. Bale, Opera, Heykel gibi, burjuvazinin tekelinde görülen ve elitist algılanan. Yazıda bahsi geçenler dışında daha nice sanatçı var. Onları sürgün eden, öldüren, düşüncelerinin sanatlarına yansımış olmasıdır.

Sanat, Edebiyat ve Estetik yaşamın aynasıdır. Toplumların da. Estetize edilmeyen hiçbir şey etkileyici değildir. İnsan ruhunu, acılarını, sevinçlerini, yaşamı ve ölümü en güzel sanat anlatır insanlara ve topluma. Sanat iyileştirir ve birleştirir. Edebiyat yaşanır kılar özlemleri.

Ne birey, ne toplum, ne siyaset, ne de politika bu üç kavramdan arınık gelişemez. Kapitalizmin meta üretimi olarak kullandığı bu alan gerçek sahiplerine yani insana ve insanlığın özgür yaratıcılığına bırakılmalıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler