Bedeller Göze Alınmazsa Herşey Havada Kalır

Bedeller Göze Alınmazsa Herşey Havada Kalır

İşçi sınıfı mücadeleleri tarihinde önemli bir teorik ve pratik külliyat birikti. Bu birikimin ortaya çıkardığı deneyimlere rağmen günümüzde de devam eden sorunların çözümü genel hatlarıyla gelip örgütlenmeye dayanıyor. Bugünün ve geleceğin toplumunu inşa edecek olan “örgütlenme” bilinen formların dışında nasıl olmalıdır, bu konu üzerinde duracağım.

Kongre veya meclis olarak örgütlenme sık kullanılan kavramlar haline geldi. Emek Meclislerini özce tanımlarsak; emeğin örgütlenmesinin geleneksel araçları parti ve sendikalarla çelişmeyen, onları içeren ve aşan bir örgütlenme olduğu söylenebilir. Birbiriyle iç içe olmaları ve bağlantıları nedeniyle üzerinde durulmalıdır. Sol literatürde “sınıfın örgütlenmesi” ve bu örgütlenmenin temel araçları olarak parti ve sendika sayılır. Halkların Demokratik Kongresi bünyesinde birden çok parti ve hareketin olduğu, her birinin farklı programı ve örgütlenme tarzlarının özgür ve güvence altında olduğu biliniyor. DİSK, KESK gibi emekten yana ve emekçinin hakkını koruma mücadelesi veren Konfederasyonlar, sendikalar, birlikler ve dernekler var. Bu örgütlenmeler de emek mücadelesinin önemli güçleri ve emek mücadelesinin parçasıdır.

Esasında meclise denk gelen kavram ve biçimler emek tarihinin sayfalarında var. 1917 devriminde ünlü “Bütün İktidar Sovyetlere” çağrısındaki “Sovyetler”, içinde her parti, görüş, düşünceden işçi, asker ve köylülerin yani halkın örgütlenmesiydi. Bu tip örgütler İşçi Konseyleri, Şuralar gibi kavramlarla da ifade edildi.

Güncelle kıyaslayarak gidersek sorun daha anlaşılır olarak ortaya konabilir. Bugün HDK’yi oluşturan örgüt, parti ve güçlerin bir araya gelerek oluşturdukları ve adına işçi, emek veya mahalle meclisleri denilen örgütlenmeler “meclis” örgütlenmesi değildir. Bu kurullar daha çok örgütlü veya bireysel olarak sol güçlerin bir araya geldikleri, birbirlerini dinledikleri, sorunları tartıştıkları kurullardır. Bu bir araya gelmeleri, kurulları emek meclislerini, mahalle meclislerini, halk meclislerini oluşturmak için bir başlangıç, geleceğin özgür ve demokratik toplumunun embriyonu olarak kabul etmek doğru bir yaklaşım olabilir. Meclis ve kongre örgütlenmelerine biraz daha yakından bakmadan önce, geleneksel sol siyasi partiler ve sendikalarla emek meclisleri arasındaki ilişkiler irdelenmelidir.

Emek meclisleri ve siyasi partiler

Siyasi partiler topluma seslenen, kendi programı doğrultusunda örgütlenmeyi amaçlayan kuruluşlardır. Halk arasında bu hedefleri paylaşanları üye yapar, böylece güçlenir ve amaçlarına ulaşmaya çalışır. Ancak resmi parti örgütlenmesi, devletin koyduğu kural ve çıkardığı kanunlarla çerçevelidir. Devlet, siyasi partilerin yasalara bağlı olmasını, bu sınırların dışına çıkmamasını kayıt altına almıştır. Dışına çıkanları uyarır, kapatır, toplumun örgütlenmesinde kesintiler yaratır.

Ayrıca geleneksel parti örgütlenmelerinde, parti üyeleri, parti programlarıyla bağlıdır. Parti program ve tüzüğünde belirtilen kurallara, ilkelere uymak zorundadır. Bu nedenlerle parti örgütlenmesi toplumun büyük çoğunluğunu kapsayacak boyuta ulaşamaz. 

Bu objektif nedenlerle halkın örgütlenmesi ihtiyacı ve arayışı ortaya çıkmıştır. Halkların Demokratik Kongresi’nin ortaya çıkış ve doğuş felsefesi bu arayışın yaratıcı bir sonucudur.  Halkların Demokratik Kongresi bu ihtiyaçtan doğmuştur. “Meclislerin” ve “Kongrelerin” geleneksel parti örgütlenmelerinden en önemli farkı örgütlenme anlayışıdır.

Meclis örgütlenmesi kendi kural, yapı ve geleneklerini kendisinin oluşturduğu ve uyguladığı örgütlenmelerdir. Halkların mücadele deneyimlerinin, tarih boyunca devlete, sermayeye karşı ortaya çıkardığı alternatiflerin, mücadelelerin hafızasıdır. Onları korur, geliştirir ve halkın yararlanmasına sunar. Halkların kendini örgütlemesine öncülük yapar, devletin ve sermayenin dayatmalarına karşı çözümler üretir. Bilgiyi halklar yararına işler, bilimsel fikirsel gelişmeleri halkın yararlanmasına, hizmetine sunar.

Bu anlamda meclis ve kongre örgütlenmeleri hegemonik bir örgütlenme değildir. Halkın vekaletini almaya çalışmaz. Halklar adına onları kurtarmaya çalışmaz. Halkın kendini yönetmesi için örgütlenmesine yardım eder.

Emek meclisleri ve sendikalar

Emek meclisleri ile sendikalar arasındaki fark ve ilişkiler de açıklığa kavuşturulması gereken bir konudur: Bilindiği gibi sendikalar kapitalizmle birlikte emeğin örgütlenme aracı olarak ortaya çıkan mücadele örgütleridir. Uzun ve zorlu mücadeleler sonucu işçiler sermayeye ve devlete, sendikaları kabul ettirmiş, bu yolla önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Sekiz saatlik iş günü, sosyal hak kavramı, işçi sağlığı ve çalışma şartlarının düzenlenmesi, ücret artışları bu kazanımların önemli başlıklarıdır.

İşçi sınıfına tarihsel misyon yükleyen Marksist öğretide sendikalar işçi sınıfının okulu olarak görülmüş, işçi sınıfı öncülüğünü kabul eden siyasi örgütlenmeler kendi programlarını gerçekleştirmede sendikalara önemli rol biçmişlerdir. Sendikaların ve siyasi partilerin ortaya çıkışından bu yana, sendika siyaset ilişkisi tartışılmaktadır ve sorun bugün de çözülmüş değildir.

Üretimin karakterinden gelen zorunlu bir arada çalışma, sermayenin aşırı kârını gerçekleştirmenin gereği olan düşük ücret ve ağır çalışma koşulları örgütlülüğün objektif koşullarını oluşturur. Sendikal mücadelelerin tarihi budur. Bu objektif duruma rağmen sendikal mücadele doğru bir hatta yürümedi ve kırılmalar ortaya çıktı. Türkiye’de de mücadeleci sendikacılığın gelişmesi ve işçi sınıfının, kamu çalışanlarının, emekçilerin mücadeleleri, kazanımları ve yenilgileriyle ele alınmalı ve gerekli dersler çıkarılmalıdır. Ancak bu analizlerden çıkarılan ve asla unutulmaması gereken bir gerçeklik şudur; Kamuda olsun, özelde olsun sendikal mücadeleler tarihi, işçi sınıfının yasal sınırları zorlayan eylem ve direnişleriyle yazılmıştır. Alınan haklar sermayeye ve devlete karşı direnilerek ve demokratik bir ortam yaratılarak kazanılmıştır.

“Emek meclisleri” ile sendika bağlantısının doğru kurulabilmesi, başarıdan olduğu gibi yenilgiden de ders çıkarılması için sendikaların durumunu ve sorunları açıklıkla ortaya koymak gereklidir. Sermaye daha kuruluşundan beri sendikalarla ilgilendi ve sendikaları da etkisi altına almaya çalıştı. Burada devreye sermayenin elindeki para ve devlet gücü girdi. Sendikalar üzerinde para, mevki, hırs ve kariyer sayesinde muazzam bir işçi aristokrasisi ve yasa, yönetmelik ve mevzuatla sıkı sıkıya örülmüş bir devlet bürokrasisi yaratıldı. Gerek sendikaların ortaya çıktığı kapitalist metropollerde gerekse kapitalizmin daha sonra yayıldığı ve geliştiği ülkelerde bu etkileri görmek zor değildir. Sendikaların ve sendikacılığın, işçilerin gözünde güven ve itibar kaybetmesinin önemli bir nedeni de bu etkilerdir.

Devlet, sınıf yapısını bozmak, işçi sınıfını, emekçileri bölmek için milliyetçilik ve din temelinde ve bu kimlikleri kullanarak, aidiyetleri güçlendirerek sendikalar kurdurdu veya onları devlet ve sermaye imkanlarıyla destekledi. Hak-İş, Memur-Sen devlet himayesinde büyütüldü. Türk-İş, içinde devrimci, demokrat kişi ve grupları barındırmasına rağmen her zaman devletin kontrol ve güdümünde oldu. KESK, kamu emekçilerinin örgütlenmesi ve haklarının kazanılmasında tarihsel bir deneyim ve başarı ortaya çıkardı. Ancak kanunla korunan iş güvence haklarına rağmen kamu emekçileri üzerinde yoğunlaşan baskılarla, Kanun Hükmünde Kararnamelerle Kamu emekçilerinin örgütlü birliği ve gücü zayıflatıldı. DİSK’in kökleri 1946 sendikacılığına dayanır. DİSK özel sektörde kendi dinamikleriyle gelişen bir konfederasyon olarak örgütlendi. Direnişlerle, mücadelelerle işçinin güvenini kazandı, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesiyle kapatılmasından hemen önce, altı yüz bine yaklaşan üyesi, yönetim kademelerinde çeşitli siyasi görüşlerden işçileri barındıran, demokratik bir kitle örgütü niteliğinde idi. Bu güçte ve örgütlülükte olan bir sendikal konfederasyon dahi 12 Eylül darbesine direnemedi. İşçi sınıfı tarihinin bu dönemi dersler çıkarılması amacıyla incelenmeyi bekliyor.

Ve günümüze kadar bir yandan dünyada kapitalizmin geliştirdiği yeni üretim ve yönetim biçimleri ve sendikal yapıların bu sürece alternatif geliştirememesi sonucu işçi sınıfının örgütlü gücü dağıtıldı, sendikalar etkisiz hale geldi, getirildi.

Sendikal mücadelenin hedefleri

Sendikal alanda verilecek mücadele iki alanda yoğunlaşmalıdır: Birincisi, sendikalar da yasal ve idari çerçeve içinde hareket etmek zorundadır. Devlet bu sistemi korur ve denetler, yasa dışına çıkmaya izin vermez. Devletin kanun ve yönetmeliklerle işçi hareketi üzerinde kurduğu vesayet sisteminin kırılması, ki bu ancak demokrasi ve özgürlükler uğruna mücadele ile gerçekleşir. Demokratik bir ortamda, sendika üyeliğinin güvenceye alınması ve özgürleşmesi, yetki, baraj, işkolu yönetmeliği, grev hakkı ve uygulaması üzerindeki yasakların kaldırılması, kısaca devletin müdahale ve karışmasının önlenmesi uğruna verilecek mücadelelerdir.

İkincisi de, ideolojik baskı, yönlendirme ve manipülasyonların kırılması uğruna verilecek mücadelelerdir. Sendikaların işleyişini düzenleyen kanun devlet yapısına paralel olarak merkezi, hiyerarşik, işçinin söz ve karar hakkına değer vermeyen bir anlayışla hazırlanmıştır. İşçi düşmanı sendika yönetimlerinin dayandığı mekanizma budur. Atama delege sistemiyle ayakta duran bu yapılara dayanılarak sendikalar sınıf örgütleri vasıflarından uzaklaştırılmış, siyasi düşünce, inanç, etnik kutuplaşmalar gibi kimlik ve aidiyet temelli ayrımlarla işçi sınıfı parçalanmış, bölünmüştür. Bu bölünme, etkisizleştirme, baskılara karşı dirençsizlik işçi ve çalışanların sendikalara güvenini sarsmış ve sendikaların üye sayılarını da azaltmıştır.

Fabrika, işletme, büro ve devlet dairelerinde bir sendikaya üye işçi, kamu çalışanı ve diğer alanlarda çalışanlar Emek Meclislerinde, işçi ve çalışanların hakları ve sorunları temelinde örgütlendiği ve gücünü hissettirdiğinde buna karşı duracak bir yapı olamaz. Bu sayede işçiden yana tavrı olan sendikalar güç kazanırken, devletin ve sermayenin çıkarlarına hizmet eden sendikal yapılar kırılmaya değişmeye zorlanır. Yönetimler örgütlü güçle değiştirilir. Özetle sendikalarla Emek Meclisleri çatışmaz aksine işçi sınıfından ve çalışanlardan yana olan sendikaları destekler, Emek Meclisleri, sendika üyeliğinden daha güçlü bağlarla ve tüm çalışanların örgütlü kararlarıyla hareket eder. Gücünü ve etkisini tabandan alır.

Emek Meclisleri

Düzenle çıkar bağları olmayan ama düzenin ideolojik propagandalarının etkisiyle onlara oy veren milyonlarca emekçiye söyleyecek sözümüz, onların bu muazzam propaganda makinesinin etkisinden kurtulmalarını sağlayacak yol emek meclislerinin oluşturulmasıdır.  Emek Meclisleri, kanunların koyduğu sınırların, yasakların dışında, fabrikalardan, mahallelerden başlayarak, bölgelerde ve şehirlerde emekçileri, toplumu halka halka saracak, birbirinin içine geçen çemberlerden oluşacak ve giderek tüm çalışanları, emekçileri kapsayacak ahlaki, demokratik ve politik yapılardır. Bunun için toplumdaki tüm düşünceleri önemseyen, dinleyen, emekçinin işçinin çıkarlarını gözeten, politikalarla yola çıkmak yeterlidir. Toplumdaki sıkıntıları eziyeti herkes yaşıyor. Yeter ki sorunları ve çareleri hep birlikte düşünelim ve müzakere edebilelim. Emekçilerin, sorunlarından başlayarak oluşacak güven verici ortamlarda siyaset de, memleketin sorunları da gündeme gelecektir. Burada içtenlik ve dürüst yaklaşım önem kazanıyor. Geçmişe sünger çekmeden, tarihte her sosyolojik topluluğun; dindarların, Kürtlerin, azınlıkların yaşadığı zorlukları, baskıları dile getirmek, özeleştiri yapmak herkese güven verir. Bu açık, dürüst tartışmalar, Kürtleri de, sünni dindarları da, alevileri de, seküler kesimi de kendi inanç ve kimlikleriyle birlikte içine alabilir. Kendini değiştirme ve dönüştürme ancak demokratik tartışma ortamlarında gerçekleşebilir.

Sol ve görevler

Burada solculara, hangi çizgide olursa olsun komünistlere, sosyalistlere çok büyük görevler düşüyor. Bu meclislerde ve demokratik ortamlarda kendi yoldaşlarımızı ikna ederken kullandığımız argümanlar yeterli olmayabilir. Burada olmaması gereken tek şey üstenciliktir. Demokratik siyaset demokratik ortamın varlığına bağlıdır.

Toplumun tüm farklılıklarına saygılı yaklaşım, farklılık temelinde eşitlik ve uzlaşı gereği, siyasi cesaret, ahlaki öncelik, konulara hakimiyet, tarih ve güncellik bilinci, bütünsel, bilimsel yaklaşım demokratik siyasetin özellikleri olarak sıralanabilir. Bu demokratik ortam kapitalizmin topluma unutturmak istediği dayanışma, yardımlaşma, israftan kaçınma, karşısındakinin acısını paylaşma gibi duyguları yeniden hatırlamamızı ve hayatımıza sokmamızı sağlayabilir.

Geçmişte ve günümüzde partiler ve siyasal hareketler arasında birlikler doğabilir, ortak hareketler gelişebilir. Sözgelimi ortaya atılan “cephe” çağrıları toplumu birleştiren değil ayrıştıran militarist kökenden sözlüğümüze girmiş kavramlardır. Genellikle tepede olan biten, tabanda tartışılmayan, çalışanların her bir bireyin özne olarak katılmadığı bu birliktelikler geçici oluşumlardır. Yine de demokratik süreçler oluşurken böyle uzlaşılar ve birliktelikler olabilir ancak bu tartışmalar toplum önünde, demokrasi ve eşitlik temelinde yapılmalı ve bir başka düşüncenin aleyhinde ve onu alt etme amacı gütmemelidir.

Gerçek birlik ve beraberlik her düşüncenin kendini en iyi ifade edebileceği ortamlarda ve herkesin katkı ve katılımıyla alınan kararlarla oluşur. Bu meclislerde ortaya çıkan düşünceler halka halka bu toplumun her üyesinin bağlı olduğu siyasi partileri etkileyebilir. Partilerin, giderek iktidarların, toplumun aleyhine kararlar almasını zorlaştırabilir. Bilinçli, kendinin ve toplumun çıkarını birlikte kollayan ve koruyan bir kültür doğabilir. Kapitalizmin topluma unutturduğu, toplumu sindirdiği ideolojilerden kurtulmanın bir yolu bu olabilir. Faşizmin kitle tabanı edinmesinin önü ancak tabanda yaratılan demokratik toplumsal yapıların meydana getirilmesiyle alınabilir.

HDK ve Emek Meclisleri

Emek meclislerinin başlatıcısı, kurucusu, öncüsü HDK meclisleridir. HDK meclislerinde bir araya gelen devrimci, yurtsever işçiler, emekçiler, emekten yana aydınlar her işyerinde, fabrikada, büroda, devlet dairesinde, herkesi ilgilendiren, herkesin rahatsız olduğu, işyerine özgü veya genel sorunları görüşüp tartışıp bir tavır belirleme, bir tutum alma, bir eylemlilik içine girebilirler. Bugün HDK meclislerine katılan her bir kişi aynı zamanda çalıştığı, yaşadığı yerde gerçek emek veya halk meclislerinin kurucusu, başlatıcısıdır. Meclisler, katılanların özgürce düşüncesini söylediği, kendini ifade edebildiği, kimsenin örgütsel, düşünsel bir hegemonya peşinde olmadığı lidersiz, iktidar olmayan yapılardır. Emek ve Halk meclislerinde öncülük bilgi, fikir, cesaret ve fedakârlıkla gerçekleşir. Meclis samimi olmaktır, dayanışmadır, sürekliliktir. Suya atılmış bir taşın yarattığı dalgalar gibi genişleyerek toplumu sarması, yayılması, etkilemesidir. Herkesin kendini koruma kaygısına karşı, işsiz kalma, aç kalma, tutuklanma sebepli korkuların insanları felç ettiği, hareketsiz bıraktığı bu ortamda dayanılacak bir dal, bir güvencedir. Zorda kaldığımızda bize destek olmasını istediğimiz, beklediğimiz yoldaşımızın, iş arkadaşımızın, işsizin yanında olmak ona destek vermektir. Toplumsal alana adım atmaktır.

Tarihimize ve etrafımıza bu gözle baktığımızda hangi adımlar, eylemler ve tutumlar başarı kazanmış, hangileri bizi yalnızlığa, içe kapanmaya, yenilgiye uğratmış bunları görebiliriz. 89 bahar eylemlerini, büyük madenci yürüyüşünü, Tekel direnişini yeniden bu bakışla analiz etmeliyiz. Neden başaramadık? Neden bu haldeyiz? Bunlar, bizi sürekli meşgul eden sorular olmalıdır. Bir sorun toplumu kapsıyor ve meşgul ediyorsa örgütlenmenin, eylemin anahtarıdır. Geçmişte sağlık emekçilerinin taşeronlara karşı verdiği mücadeleler, Tersane işçilerinin iş cinayetlerine karşı Türkiye’yi sarsan eylemleri, inşaat işçilerinin iş cinayetlerine karşı kurdukları derneklerin sendikaya dönüşmesi, esinleyici örneklerdir. Ve en son Havaalanı inşaat işçilerinin, işçi sağlığı ve can güvenliği, çalışma şartlarının düzeltilmesi talepleriyle yürüttükleri destansı mücadeleleri bize fikir ve cesaret vermektedir.

Eğer bu çabalar sözde kalır ve mücadele edilmezse, bu mücadelenin gerektirdiği bedeller göze alınmazsa her şey havada kalmaya mahkumdur. Türkiye’de Sol’un tarihi mücadelelerle ve acılarla doludur. Komünist ve Sol Partilerin, politikaları ne olursa olsun onu sorgulamadan, inançları uğruna mücadeleye atılan insanların ölümlerle, işkence ve zindanlarla hayatlarını hiçe sayarak direnmeleri, emek tarihimizin onur sayfalarında yerini almıştır. Komünist, partili, partisiz, dindar, alevi, Kürt,  farklı inançtan, kimlikten düşünceden işçilerin mücadelesi işçi ve emek hareketinin tarihidir. Bu tarih bugün de sermayenin, devletin baskı ve dayatmalarına karşı emeğin alternatifleri olarak yazılmaktadır.

(T. Maden-İş Sendikası ve DİSK eski Yürütme Kurulu üyesi, TKP’li Sendikacı Halit ERDEM’in 11 Kasım 2018 tarihinde HDK EMEK MECLİSLERİ KONFERANSI’na sunduğu tebliğ)


Konuyla ilişkili diğer makaleler