Bertold Brecht: Sanatta İyi Bir Yansıma

Bertold Brecht: Sanatta İyi Bir Yansıma

Bertolt Brecht - A Dramatic Legacy

10 Şubat 1898 Almanya’nın Agusburg kentinde doğdu. Asıl adı; Eugen Bertold Friedrich Brecht.  Alman şairi, oyun, roman, hikaye yazarı ve yönetmen. 20. yüzyılın en etkili sanatçısı.

İçinde yaşadığı, algılayıp yorumlamaya çalıştığı dönem,  Augsburg Kaiser Wilhelm  dönemiydi. Özellikle, sanayinin hızla geliştiği bir burjuva kentinin tam ortasında, her şeyi önce anlamaya ve tanımaya çalışan bir sanatçı.  Bir kağıt fabrikasında babası müdürdü. Evet, kent soylu bir yaşamın içinden, zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı.

Ama onun vicdan ve kişilik aynasından yansıyanlar, o içine doğduğu dünyanın çelişkilerini görmesine engel değildi. Kaynaklar, onun hareketli bir çocukluk evresi geçirdiğini anlatıyor. Giymek zorunda kaldığı yakalıklı denizci kıyafetlerinden nefret ediyordu. Bütün bunlar onun kendine has oluşundan, onun doğal kalmayı sevmesinden kaynaklı olabileceğini düşünüyorum. Belki büyük bir isyan duygusu. Neden yaşam sürekli bir boyun eğiş olmak zorundaydı? Yine kaynaklar, onun ailesinin kendisine dayattıkları karşısında koyduğu tavırlardan söz ediyor. Daha on altı yaşında kendi mensup olduğu sınıftan, o zenginlikten koptuğunu öğreniyoruz. En azından duygusal olarak kendini o sınıfa dair hissetmemiş. Bu yola çıkış duygular, onun ileride nasıl biri olacağına dair  kendindeki ilk işaretlerdi. Özellikle hafta sonları, Pazar günleri, parkta bir bankta oturup, kendini soyutladığı o zengin sınıfa hiciv dolu duygularla bakardı. Onlarla inceden alay eden duyguları, ileride yazacağı oyun  metinlerinin  belki de ilk gözlemleriydi. Daha on altı yaşlarında, savaş karşıtı şiirleri yüzünden, okuldan atılmak tehlikesiyle yüz yüze gelmiş olması da, sanatçıdaki yüksek adalet duygusunun varlığına işaretti.   

Yazma serüveninin ilk başlangıcı; Augsburg  Neueste  Nachrichten adlı gazete şiir ve düz yazılar olarak ortaya çıkmıştır. (1914-15) Ayrıca sıkı bir eleştirmendir. Sanata aşkla bağlı olmasına ve yaşamda sanatına düşkünlüğüne rağmen,  Münih’te tıp fakültesinde okumaya başlamıştır. (yıl 1917) Ancak,dönemsel olan bu zamanın içeriği, sanatçının savrulan yaşamına  sebep olacaktır. Askerlik, sanatçılık derken sürgün yılları. 

1918 Sonbaharında askere alınır. Augsburg askeri hastanede sağlık görevlisi olur. Yaşamının bu kısmında savaşı, insanları, insan manzaralarını sorgulayacak ve onlarla temas edecek fırsatı ve etkilenişi de bulacaktır. Yani sanatçının icra edeceği yapıtlarına ilham ve tanıklık edecek yaralı insan yüzleri ve sefaletin en çıplak hali gibi, kendinde soyutlandığı öğeler bulacaktır. O dönem için, karamsar, hüzünlü bir delikanlılık içindeydi. 

Hatta; onun halktan, emekten yana olan sanatçı duruşunda, cephe gerisine düşen genç çocukların  sefaletini resmettiği Beş Paralık Roman isimli çalışmasında, dilenci çetelerinin eline düşen yaralı gençlerden söz ettiğini görebilirsiniz. Beş Paralık Roman adlı çalışması bir yer altı edebiyatını çağrıştırıyor olsa bile, ciddi bir yaşam eleştirisidir. O dönem için savaşın ve var olmanın başka bir anlamı vardı. Modern ülkeler bu gün savaşları asimetrik ve ezici yaparken, o dönemde uzayıp giden bir fakirleşme söz konusuydu. Ayrıca bu gün askerlik paralı ya da spor olarak görülürken, sanatçının içinde bulunduğu zamanda, her genç kendinden mesul bir var olma ve ayakta kalma savaşı vermek zorundaydı. Yaralı genç askerler, yaşamdan atıl bir kitle idi. Hatta romanın bir yerinde der ki; “Cepheden iyi haberler gelince dilenci askerler ortaya çıksın.” Başka türlü iyi para kazanamayacaklardır. Özellikle daha tiyatro metinlerine bile değinmeden, bu romandan söz edişim, savaş zamanlarının giderek çarpıklaşan bir hal aldığını, insanın insana nasıl tuzak olabildiğini, sanatçının görüş ufkunu ve uzaklığını belirginleştirmek içindi.  Yine çalışmalarından biri, “Ölü Askerin Söylencesi” adlı şiiri, savaşlara karşı en sert üslubuyla yazdığı şiirlerden biri olarak, edebiyat dünyasında yer etmiştir.   

Çağ bir paylaşım savaşının, ağır bedellerinin ödendiği, kimsenin kimseye merhamet etmediği, sefaletin çağı. Ve sanatçı çağının insanı olmak adına elinden gelen tüm dürüst çabasını ortaya koyar. Ve Brecht’in bence demek istediği, savaş bütün çarpıklıkları barındıran büyük bir saçmalıktır. Yaşamda iyi insan olmak bir tercihtir. Ancak aktarımcı olmak ve gördüğüne tanıklık etmek, idealistçe bir iyilik hatta cesarettir.

İLK DÖNEM ESERLERİ

İlk dönem eserleri, dışa vurumcu bir anlayışın ürünleri olarak ortaya çıktılar. Henüz geliştiremediği ve belki zaman içinde aklında belirginleşecek olan, kuramlarının ilk izleri bu ilk eserlerde görünmüyordu. İçinde yaşadığı aile ortamı sayesinde, orta sınıf kültüre aşikar bir yanı vardı. Bu tanışıklıktan çok memnun görünmeyen sanatçının burjuva kültüre dair karşı duruşunu ve belki öfkesini, şiir ve oyunlarında  ilk dönem eserleri olarak görebiliyoruz.  Özellikle Baal oyun üçlemesi, ayyaş bir şairin, serseri yaşamını konu edinmesi tesadüfi değildi. Bu şair her ortama girebiliyor, öfkesini her elit ortamda gösteriyordu. Burjuva elit yaşantıları, aşağılama ile tanımlayan bir şair karakteri yaratmak, içinde ihanetin ve serkeş bir yaşamın bulunduğu hikaye, belki de şairin kendi yaşamından ve öfkesinden parçalardı. Savaş kadar saçmaydı çünkü burjuvazinin özentileri ve diğer sınıfa duydukları soyutlanma, sanatçının da antipatisini çeken bir yapaylıktan başka bir şey değildi.

1919 Yılında; Volkswille gazetesinde tiyatro eleştirileri yazıyordu. Çok Sert bir üslupla yazıyordu. Şiddetli çıkışlar yapan  yazar. “Sizler, her zaman tiyatronuz olduğunu sandınız, ama ben size söyleyeyim: tiyatronuz skandaldan başka bir şey değil; burada görünen yalnızca tam bir iflas, burada gösterilenler sizlerin aptallığı, sizlerin yanlış düşünce sisteminiz ve sizlerin perişanlığı…(Özdemir Nutku Brecht’in kişiliği kaynak yazısından.)

Çünkü o, çok geniş bakmak ve yaşanan perişanlığı göstermek istemişti. İlk oyun metinlerinde, serseriler, lümpenlik, sorumsuz serüvenciler yer alıyordu. Sanatçı, burjuvazinin yarattığı karamsar, değersizlik ortamında umutları yok edilmiş insanlar gördü.    O iyi bir yansıma ustası olarak karakterlerini daha başından beri hayatın içinden çıkardı, çizdi boyadı. İnsana kendisini sundu. Bir çeşit kahkaha aynası ve bazen çirkinlik. İşte bu kadar çirkin olabiliyor insan demenin  yansıması. “Dostlukla yaklaşırım ben insanlara/ şapkamı çarparım onların alışkanlıklarına./ Diyorum ki: onlar pis kokan hayvanlardır./ Diyorum ki: ben de onlardan biriyim, fark etmez asla.” Kendini o serüvencilikten, o serseri ruhlardan ayrı tutmayan bir hal, bir oluş. Ancak disiplin edilmiş bir yaşamın içindeki, tatlı öğeler gibi Brceht’in ruhunun kanatlanan tarafıydı. Bunca üretim sanatçının çalışkan ve hassas yapısının ürünleriydi. Sanatçının etkilenişleri çok büyük bir derinlik olabilir. Basit göstermeye çalıştığı şeyler, altında ayağınızın boşluğa geleceği bir kuyu gibi. Ne emekçi insanı, ne de sanatçının ürettiklerini basite alamayız. Yani görünen ardında başka hikayeler ve sorunsallıklar olduğunu bilmek durumundayız.

Sanatçımız büyük bir çığlıktı. Ama dünya aymaz, içi boş bir yankı yeri gibi. Daha gencecik yaşında kendini her şeyden mesul hissetmek, bu imtiyaz ancak aydın insan donanımında olabilir. Erken bir uyanış, onun tüm yaşamını etkileyen  bir sanat serüvenine döner. Ve bedeli çok ağırdır. Özverili bir yolda, gönüllü  yürüyen bir sanatçı olmak yüceliğini göstermiştir.     

Brecht’in eserlerinden, BAAL; Topluma uyum sağlamak yerine ölmeyi tercih edebilecek kadar, toplum dışı bir şair karakteri. Lirik üslubuyla daha çok  ballad  türüne yaklaşan bir çalışmaydı. Ayrıca ilk dönem şiirlerinde, Baal karakteri ve oyunu içerisinde geçen şiirlerini de toplamıştır. Bu kitap; Hauspostille  ismiyle 1927 de yayınlanmıştır. (Boğulan genç kız baladı ve Büyük Baal Koralli)  Baal karakterinin dünyaya karşı duydukları,  genç Brecht’in öfkesinin bir yansımasıydı.

BAŞARI KAZANAN İLK ESER: Gece Yarısı Trampet Sesleri;  (1922) Münih oda tiyatrosunda, kendisinin sahneye koyduğu oyundur. Kelist ödülünü kazandırmış olan bu oyunun tiyatro literatürüne geçen bir başarı olduğunu söyleyebiliriz.

***

Dostu Max Reinhardt ile tanışması üzerine, Berlin’e taşınır. Berlin’de ikinci evliliğini yapar. Ve bir oğlu olur.  

1926-27 yılları arasında, diyalektik maddecilikle yakından ilgilenir. Bir yandan üniversitede, Kari Korsch’un derslerine katılırken, (1932-33) bir yandan da o yıllarda, Berlin’de bulunan yönetmen, Erwin Piscator ile birlikte çalışır. Ve piscator, onun ilkesel   buluşlarının ve sahne görüşlerinin belirginleşmesine yardımcı olur. Ve bu yeni görüş üzerindeki ilk oyun “Adam adamdır.” Oyunu olur. Bu doğrultudaki üretkenliğinin zirvesi “Üç kuruşluk opera” adlı oyunu olmuştur. Bu çalışma onun dünya çapındaki en önemli başarısıdır. Bu epik tiyatro anlayışının ve görüşünün en cisimleştiği çalışma, Kurt Weil’İn iş birliğiyle, Epik müzik anlayışının da, uçlarını ve filizlerini vermesi anlamına geliyordu. İçerisinde caz öğeleri de bulunan bir –karşıt müzik- tarzının etkisi büyüktü. O dönemin isyan müziği de cazdı. Salon müziği olarak sonradan dönüşüme uğrasa da, Afrikalı kölelerin müzikleri caza, caz da Brecht’e ilham olmuştur. Evet, Caz bir zamanlar, Afrika’dan Amerika ve Avrupa’ya getirilmiş kölelerin müziğiydi. Özellikle kilise otoritesinin ilahilerini, kendilerince yorumlayan Afrika kökenli halkın isyanı, Brecht’in empati duyduğu ezilen dünyanın müziği, Brceht’in bilinci ve sevgisiyle işlediği bir tercihti. Epik tiyatroyla eş zamanlı gelişen bu müzik, Yani Epik Müzik ,ezilen halkın çığlığına yeni bir yorum, Brecht yorumu katmaktı.   

Politik düşüncelerine paralel olarak, 1926 yılından itibaren Epik Tiyatro yu geliştirdi. Hem didaktik hem eğlence misyonu ile insan karakterlerini yansıtmaya çalışıyordu. 

SÜRGÜN YILLARINDA

1933 Yılının başlarında, “Tedbir” adlı oyunu, polis tarafından yasaklandı. Bu oyunu düzenleyenler, vatana ihanet suçundan mahkemeye verildi. 28 şubat günü,

Reichstag  yangınından bir gün sonra, Brecht, arkadaşları ve ailesiyle birlikte, Berlin’i terk etti.

Prag, Viyana ve Zürih  üzerinden, Danimarka  Fünen’ deki Skovsbostrand ‘a kaçtı. Naziler onun tüm oyunlarını yaktı. 

1935 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı. Oyunlarını yazmaya burada da devam etti. Onun dışında Prag, Paris, Amsterdam  Çeşitli sürgün gazetelerinde makaleler yazıyordu.

1939 yılında, Danimarka’yı da terk etti. Stockholm yakınlarında bir çiftlik evinde, bir yıl yaşadı.

1040 yılında,  Helsinki’ye geçti.

Brecht, sürgün hayatında, hükümeti, devleti ve toplumu hiçbir zaman açıkça eleştirmedi.

1941 de Amerika’ya yerleşti. Burada da oyunlarına devam etti. Ve bütün bunların yanı sıra film öyküleri yazıp, komedi filmi üzerinde arkadaşlarıyla çalıştı.

1947 yılında, “Amerika’ya Karşı Etkinlik Soruşturma Komisyonu” tarafından sorgulandı.

1948 yılında, Doğu Berlin’e gidip, sanat hayatına burada devam etti.

1950  yılında, Brecht ve Weigel Avusturya vatandaşlığına kabul edildi.

1954 yılında, bağımsız bir tiyatro binasına kavuştu. Buradaki toplulukla çalışmalarını sürdürdü.

1955 yılında Stalin Barış ödülüne layık görüldü.

1956 yılında, “Galilei” oyunun provaları sırasında hastalandı. Hastaneye kaldırıldı. 10 Ağustosta son kez provaya gelen sanatçı, 14 Ağustos 1956 yılında kalp krizi geçirerek yaşamına veda etti.   Bedelleri ağır, yürüyeni gönüllü dediğimiz yolun sonunda, sanatçının kalbi bu duymaz ve aymaz dünyaya fazla dayanamadı diyorum. O bu dünyaya hiciv dolu gözlerle baktı. Kendini bu düzende ayrıksı bir yerde duydu. Öyle yaşadı. Ezilen kesime dost oldu.  Ama onun da eleştirilmesi gerektiğini göstererek. Kendini ayrı tutmadığı yer ise, ezilenlerin sofrası, kültürü, çığlığı idi. O çığlığı büyütmek adına da tüm samimiyetiyle, yazdı, üretti, yaşadı, yaşattı. Ayrıca çoğu aydın karakterin düştüğü bir yer var, kendi hırsları. Sanata dahil olmak isteyen pek çok hevesli genç Brecht olmak isteyebilirdi. Ama Brecht,  bir kimse olmak yerine,kendini duyduğu andan itibaren, duyduklarını, gördüklerini, yansıtan biri olmak istedi.

Didaktik olarak verdiklerinin içine eğlenceli bir şeyler kattı. Güldürdü. O ki, mizahın acı acı gülmek olduğunu gösterdi. Bu dünyadan bir Brecht geçti. İnsanlığın derin yaralarını görerek ve derin izler bırakarak.

Cesaret Ana ve Çocukları Oyununda evlatlarını kaybeden bir anne, savaşın o çarpık algısını yaşamaya, ama savaşı sorgulamaktan aciz bir karakter olmaya devam eder. Bu şaşırtıcı final ile, Cesaret ana savaş ortasında bir satıcı olmaya karar verir. Korku ya da fırsatçılık, felaket  zamanlarında uç veren insan öğelerinin içinde yer alır. Felaket zamanları, fırsatçıların ve zenginlerin türediği aşağılık zamanlara denk düşer. Onun oyunlarında, kahraman karakterler, genelde ikinci planda ve dürüstçe davrandıkları için ağır bedel ödeyen karakterlere bürünmüştür. Brecht’in atmosferi, karanlık bir çağın, otuz yıl savaşlarının tam ortasıydı. Savaşın sürmesinden yana olan, karakterler de oyunun içinde yer almaktadır. Ufak tefek çıkarları uğruna milyonların ölmesini ve savaşın devam etmesini dileyen, rahip ve aşçı karakterleri yine oyunun içinde yer alan tipoloji örnekleridir.

Baal Karakterinde, yine en yakın arkadaşına ihanet söz konusuydu. Dostluğun, iyi insan olmanın sorgulandığı bir kesit verilir.

Gece yarısı Trampet Sesleri  İhaneti gören  bir askerin, kahramanca cephede çarpışmak yerine, sevgilisiyle bir gece geçirmeyi tercih etmesi de, yine savaşların insan açmazlarıyla örüntüsünü gözler önüne serer. O davul ya da trampet sesleri izleyiciye halkın isyan ettiği algısı olarak verilir. Burjuvazi isteklerin, insanın gözünü nasıl bağladığını, karakterin kendi vicdanını rahatlatmak için,”Ertesi gün temiz gömleğimi giyer, çizmelerimi parlatırım” repliğinden okuruz.

Adam adamdır oyununda bir karakterin bir gecede nasıl emperyalist bir insana dönüştüğünün hikayesi vardır. Bireysel olmak, yani kişisel etik anlayıştan ve saygıdan yoksun, ruhunu kolayca satabilen birini sahnede resimlemek böyle bir metin ile mümkün görünmüştür.   

Üç Kuruşluk Opera” “Beş Paralık Roman.” Aynı konunun iki versiyonu. Dilencilik malzemeleri satan bir karakter kendi hesaplarınca, bir dilenci çetesi kurmuştur. Savaş, dilenmenin piyasa ortamına dönüştüğü bir acizliğin resmidir.  Bu çetenin sahibi, eski bir gemiye yatırım yapmış, hesaplarınca da kendi kızını bu işle ortak olduğu insana vermeyi hesap etmiştir. Ancak hesapları tutmamış, piyasaya sürekli ucuz mallar pompalayan, iş bilir, üç kağıtçı bir tüccar, bu çete sahibinin hesaplarını bozmuştur. Tüccar ucuz mallarla ettiği kârlar sayesinde, etrafındaki pek çok insana tahakkümde bulunabilen, bir yer altı karakteridir.

Şehrin kurumsal yapısına dahi nüfuz edebilen bir karakter.  Yani her şeyin ucuzladığı, çürüme meselesi. Zenginliğin, uyanıklığın, fırsatçılığın ne tür bir çürüme olduğunu, bu nüfuz ediş sahnelerinden çözebilirsiniz. Özellikle dramatik olanın bir komediye dönüşmesi, kara mizah bir duygudur. Sahnede insanlar öldürürken izleyicinin buna gülebilmesini sağlayan bir tiyatro metodiği vardır.

Galile Gerçekten yaşamış bir karakter. Bir bilim adamı. Dünyanın dönüşü ve yuvarlak olduğu iddialarını geri çekmek zorunda kalmıştır. Brecht’in yarattığı insan tipolojisine yakın, yaşamış bir karakter.

Diğer oyunları

Kafkas Tebeşir Dairesi
Sezuan’ın İyi İnsanları
Şvayk Hitler’e karşı
Şvayk’ın Hitler’le tarihi karşılaşması
Mahagony Kenti
Mutlu Son

Şiirleri: Kasideler, Bertold Brecht’in Dua Kitabı, Augsburg Soneleri, Üç Kuruşluk Operanın Şarkıları, Şehirde Oturanların Okuma Kitabından, Devrim Hikayeleri, Koro için Şarkı Sözleri, Soneler, İngiliz Soneleri, Çin Şiirleri, Çalışmalar, Svendborg şiirleri, Margarete  şiirleri, Hollywood Ağıtları, Sürgün Şiirleri, Savaş Alfabesi, Alman Taşlamaları, Çocuk Şarkıları, Buckow Ağıtları, Bakır Alımı Oyunları.


Konuyla ilişkili diğer makaleler