Döndürmedi rüzgâr beni havada yaprağa, ben kattım önüme rüzgârı...*

Döndürmedi rüzgâr beni havada yaprağa, ben kattım önüme rüzgârı...*

“Ve bize özgü bu,
Genç ölmek bize özgü,
Bize özgü, bir yer yatağında çenesi bağlı
          bir ihtiyar olmamak
ölümüyle dostlarını rahatlatmamak...
Bize özgü yalnızca kemiklerin
gömülmesi toprağa, yalnızca etin
          çürümesi...
Ve bize özgü, hiç bir zaman silinmemek
          anılardan...” (1)

 

Kapitalizmin ve emperyalist savaşımların ortasından yaşam çıkarmak isteyenler için ölüm her yerdedir. Bu topraklarda genç ölmek, öldürülmek bir devlet geleneğinin sürekli olarak tekrar eden yansımasıdır. Yaşadığı dünyaya, insanlığa, yaşama duyarlılık affedilmez suçumuzdur.

Suruç Katliamı en son örnektir. SGDF’li gençlerin organizasyonu ile, Kobanê’nin yeniden inşaası kapsamında, bölge halkının yaralarını sarmak, çocuklarını sevindirmek, kütüphane açmak ve yıkıntıların ortasından yemyeşil bir yaşam filizlendirmek isteyen 300’e yakın genci hedef alarak bombalamak, devletin yüksek güvenlikli bir noktasında bu katliamı olanaklı kılmak, saldırının faillerini de ortaya koymaktadır.

AKP hükümetinin sorumluluğunda, devletin son derece organize biçimde gerçekleştirdiği bu operasyonun hedefinde olmak rastlantısal değildir. Sıradan bir provakasyon hiç değildir. Türkiye devrimci ve sosyalist güçlerinin KÖH’le bağlaşıklığı istendik değildir. Bu katliamda, son derece vahşi yöntemlerle halklar üzerinde tehdit noktasına getirilen IŞİD’e ihaleyi bırakmak ise tamamen havuz medyasının ve devlet ideolojisinin değirmenine su taşımaktır. Resmin bütününü görmek, içinde yaşadığın sistemi görmekle eşdeğerdir.

Suruç, 32 gencin katledilmesiyle, resmi tarihin sayfalarında başka, bizlerin hafızalarında bambaşka sonuçlarla yerini almıştır. Ölüm ve acıyı bir kez daha çığlık çığlığa yaşatanlar da bu ölümlerle başbaşa kalanlar da bellidir.

“Onlar bizim misafirimizdi. Biz alışığız, keşke onlar ölmeseydi.” diye ağıtlar yakan Kürt kadınlarının da, tertemiz düşleriyle, gencecik evlatlarını toprağa veren anababaların da 20 Temmuz’un acısını unutması mümkün müdür? Unutturmamak için, o düşleri yerde bırakmamak için bir dakika bile boş durmamak gerekiyor artık.

Her bir gencin, her insan gibi kendi hikayesi vardı yarım kalan. Parkayla çekilmiş fotosundaki Alican’ı, Tiyatro sahnesindeki Çağdaş’ı, Rusya’da eğitim gören ve Kobane’ye destek için Suruç’ta bulunan Nartan’ı, İngilizce öğretmeni Süleyman’ı, devlet baskısıyla sessizce defnedilen Büşra’yı, adını “Gece” koyacağı bir kızı olsun isteyen Alper’i, Nuray ve Nazlı’yı, arkadaşlarının “Keke”si Yunus Emre’yi, Üniversite sınavında yaptığı tercihlerin sonucunu göremeyecek olan Ece’yi, kitap dostu Murat’ı, polis müdahalesinin her zamanki biçimlerinden birine maruz bırakıldığı bir kareyle hayatımıza giren Cebrail’i, Gençlerin İsmet Amca’sını, Trabzonlu Koray’ı, PM üyesi ve Nartan’ın annesi Ferdane Kılıç’ı, Duygu Tuna’yı ve diğer gençleri düşünün. Her biri dünyanın her yerinde ve yanıbaşındaki acılara, haksızlığa, savaşa direnen ve omuz veren gençlerdi. Artık onlar yok. Bize geleceğimizi kaybettiriyorlar.

Bize özgüdür genç ölmek!

Gençlerimizi düşman gibi görmek yeni değil. İktidarlar değişir ama sonuç benzerdir. 1969 Kanlı Pazarı’nı, Vedat Demircioğlu’nu, 1972’de Kızıldere’de infaz edilen ON’ları, 1972’de idam sehpasına gözlerini kırpmadan gönderdikleri Denizleri, 1978’de üniversite öğrencilerinin kurşun yağmuruna tutulduğu, tellerle boğulduğu Bahçelievler Katliamı’nı, Taylan’ı, Ulaş’ı, Diyarbakır’da, Metris’te, Ulucanlar’da katledilenleri, 34 genci katır sırtında taşıdığımız Roboski katliamını, 2011 Amed’de katledilen Murat Elibol’u ...da unutmadık !

İşçi sınıfının devrimci mücadelesinde, yolumuzu aydınlatan gençleri karanlığa gömen devlet zihniyeti, korkmaya devam ediyor. Kapitalizmin kendi erkinin koşulsuz bekası için öldürülüyoruz.

Katliamlar güncesidir bu topraklar. Dün de bugün de sürüyor. Sürecektir. Kürdistan’da özgürlüğü için direnen gençler de, sosyalist bilinçle sınıf kimliğine sahip çıkan gençler de, sınırlar içinde demokratik taleplerini dillendiren gençler de ölümle sınanıyor. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin en dinamik öznesi olan gençlik; düşündüğü için, ürettiği için, sınıfına, kimliğine, bedenine, insana, doğaya sahip çıktığı için öldürülüyor. Ölümler, katliamlar içselleştiriliyor bu topraklarda. Acılar, ağıtlar, anmalarla seyreltiliyor tepkiler. Yemin olsun ki; bir gün gelecek ve o gençlerin ışığı, bizlere yatağımızda huzur içinde ölmeyi tattıracaktır. Ama önce yaşamak için direnmek, kapitalizmin dehlizlerinden yaşam çıkarmak görevi duruyor önümüzde. Bugün Suruç kanıyor içimizde. Yaralarımızı ise direnmek saracaktır. Bir oyuncakla bir çocuğu sevindirmek gibidir devrimin kendisi de.

* 19 Yaşım Şiiri. Nazım Hikmet
(1) Şiir, Abhazya’nın bağımsızlığı için savaşırken yaşamını kaybeden Tsıba Efkan Çağlı’ya aittir.

 

Düşleriyle insandılar...

Onlar gencecik bedenlerde kocaman yüreklerdi. Özlemleri, gelecek umutları, sevdalarıyla yaşama gülümseyenlerdi. Tuttuğu takımın coşkusunu hayata yansıtan, yeşil parkasıyla denizleşen, üniversite sınavında kazandığı tercihi görmek isteyen, geleceğin çocuklarının öğretmeni olan, tiyatro sahnesinin tozunu yutan, bir kızı olsun isteyen, oğlunun gittiği yeri görmek isteyen, üniversite öğrencisi olan ve kendi hukukunu yazmak isteyen, arkadaşlarının enerji kaynağı, “keke”si olan, kitap dostu, dört çocuk annesi, taziye çadırında polis şiddetine uğrayan, içinde hep devrim şarkıları çalan, imkansızı seven, okuduğu Rusya’dan Kobanê’nin sesini duyan, yarını ilmek ilmek örmek isteyen gençlerdi onlar.

Onları katliamla aldılar bizden. Cenazeleri, coğrafyanın dört bir yanına dağıldı. Ateş düştü yüreklere... Anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri , yoldaşları vardı her birinin, her birinin bir ömre sığacakken, yarım bırakılan bir de hikayeleri... Genç ölmenin acısı sardı yürekleri... Ailelerinin dokunmaya kıyamadığı çocuklarıydı onlar...

Onlar, insanın insanca yaşam istencinin güneşe dönen yüzleriydiler… Neden mi katledildiler?

Çünkü onlar... Devrimci ve sosyalisttiler.

Bugün Kobanê’nin “yaralarını sarmak” isterken katledildiler. Yaşam hakları olsa idi eğer, bir fabrikada direnişte, doğanın talanına tepkide, etnik, dinsel, cinsel her türlü baskı ve şiddete “dur” diyen olacaklardı.

Onlar, kapitalist ve emperyalist kuşatma altında bir dünyada “zor” olanı seçen, ölümü göze alan, korku duvarını aşan, her türlü faşizm koşullarına direnen ve düsturu, işçi sınıfının mücadelesini, KÖH mücadelesi ile bağlaşıklıkla sürdüren gençlerdi. AKP Hükümeti marifeti ve bir devlet organizasyonu ile katledildiler.

Suruç, hafızalardan asla silinmeyecek. İnsanlık tarihinin en güzel düşü olan sosyalizm, komünizm gelene kadar, bıraktıkları yerden direnme sözü veren niceyiz.

Unutmayacağız, unutturmayacağız Gençler!