Dünyayı Değiştirmek Ama Nasıl?

Dünyayı Değiştirmek Ama Nasıl?

Dünyanın durumundan memnun olanlar her halde bir avuç azınlık dışında hiç kimse. Tüm ülkeler ekonomik kriz koşullarında. ABD ve AB’nin başat ülkelerinde dahi resmi verilere göre enflasyon yüzde yedibuçukları geçti. Asya’nın bir dizi ülkesinde ve Afrika’da insanlar, özellikle çocuklar açlıktan ölmeye devam ediyor. Salgın hastalıkların sadece Afrika’ya özgü olmadığını hep birlikte yaşadık. İşgücü sömürüsü, özellikle salgın koşullarında patronlar sınıfı burjuvazi tarafından gerçekleştirilen yeni düzenlemelerle bugüne kadar görülmemiş düzeylere ulaştı. İşsizlik tüm gelişmiş sanayii ülkelerinde dahi hızla artıyor. İşsizler ve emekliler dünyanın sayılı ülkeleri dahil yoksulluk sınırının altında, Türkiye gibi ülkelerde açlık sınırında yaşam mücadelesi veriyorlar. Dünyanın her köşesinde ABD, AB, İngiltere ve NATO’nun ateşlediği savaşlar gelişiyor. Dünya tekrar bir nükleer savaş tehlikesi ile karşı karşıya. Kimsenin yarına yönelik güvencesi yok ve bugün berbat koşullarda yaşamaktayız.

Bu olumsuz gelişmeler herkes tarafından biliniyor, yaşanıyor ve itiraz ediliyor. Ancak bu durumu değiştirecek güç ve hareketin nasıl oluşacağı konusu açık değil. Ortaya binlerce analiz ve çözüm önerisi atılıyor ve bunlar yazılıp çizilmekten öte geçmiyor. Hiç kimse memnun değil ama memnun olunacak koşulların nasıl yaratılması gerektiği konusunda net de değil. Daha önce de belirtmiştik. Dünya devrimi güncel değil. Tek ülkede sosyalizm yaşanan deneyler sonucunda başarılı olamadı. Bir dizi ülkede kurulan sosyalist ve halk demokrasisi rejimlerinin bir sistem olarak da yaşaması, devrimin ana ülkesi Sovyetler’de yaşanan olumsuzluklardan sonra mümkün olmadı. O zaman bu iş nasıl olacak? Soru bu!

Gazetemizin de ana belgisi olan “savaşsız sömürüsüz bir dünya” nasıl yaratılacak sorusuna bizler de karınca kararınca katkı sunmak, hem düşünsel hem de aktif pratik açısından değiştirici ve dönüştürücü olmak istiyoruz. Güncel olarak Orta ve Güney Amerika’da ilerici ve demokratik yönetimlerin halk oyu ile seçilerek göreve gelmeleri söz konusu. Ancak, varolan sömürü düzeni yapısı kökten yıkılıp değiştirilmedikçe bu yönetimlerin başarılı olması mümkün olabilecek mi? Venezuela ve Ekvador’da yaşadıklarımız bunun pek mümkün olamayacağını gösteriyor. Nikaragua’da gelişen süreç de pek umut verici değil. Küba, sosyalizmi ayakta tutma mücadelesi veriyor. Çok ağır uluslararası ambargo ve baskı koşullarında olumsuz anlamda bir dizi reformla yeni düzenlemeler yapıyor. Halkın aktif desteği olmasa bir gün yaşaması mümkün değil.

Dünyada yaşanan tüm devrimler birbirine benzemez farklılıklar ile gerçekleşti. Ancak, ayakta kalıp başarılı olmaları her birinde temel olarak aynı özelliklerin yaşama geçirilmesi ile mümkün oldu ve olmaya da devam edecek. Var olan sömürücü ve baskıcı burjuva devlet aparatı yıkılıp yerine işçi sınıfının öncülüğünde tüm ezilen ve sömürülen halkların temsilcisi olan yeni bir devlet aparatı kurulmadan başarı mümkün değil. Çünkü, ekonominin, kültürün, sporun, çevrenin, politikanın yeniden ve sömürüsüz koşullarda tesis edilmesi ancak ve ancak toplumsal mülkiyet ile mümkün olacaktır. Aynı şekilde politik sistemin ve ekonominin aşağıdan yukarı yeniden örgütlenmesi ve demokratik merkeziyetçiliğin gerçek anlamıyla uygulanması gerçekleştirilmeden gerçek bir sosyalist demokrasinin yaşama geçirilmesi de mümkün olmayacaktır. Bu ilkeleri gözetmek şartıyla tüm ülkelerde gelişmeler özgün koşullarına göre gelişecektir. Kitabi olmayacak. Yaşanan deneyler kitaplara aktarılacaktır. Bu çok dinamik bir süreç olacaktır ve olmaktadır da.

Nerede olmaktadır? Bunun bir örneğini günümüzde Kuzey Doğu Kürdistan’da, Rojava’da yaşıyoruz. Rojava deneyimi düz bir süreç olarak ilerlemiyor. İnişli çıkışlı, gerilemeli ilerlemeler ile yürüyor. Bütün bu süreci de objektif olarak değerlendirmek zorundayız. Komünal güçlü kolektif yönetimlere dayalı ve komünal ekonomik özelliklerin uygulanmaya çalışıldığı Rojava pratiğini, yeni bir toplum kurma mücadelesini önümüzdeki sayılarda örnekleri ile daha geniş ele almaya çalışacağız. Ancak, bireysel olarak da bu sürecin takip edilmesi her birimiz için değerlidir.

Kuşkusuz ki konu tek başına Rojava meselesi değildir. Rojava’nın da neredeyse merkezinde bulunduğu bölge, başlı başına önem taşımaktadır. Türkiye de, aynen İran, Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan ile bu bölgenin bütünlüğünü oluşturuyor. Bu demektir ki, en önemlisi demeyelim ama önemli ülkelerinden biri olan Türkiye bu değişim ve dönüşüm için önemli bir yere sahip. Biz de Türkiye’de yaşadığımıza göre konunun bu tarafına kafa yormak durumundayız. Çünkü, Türkiye demokratikleşmeden ve toplumsal ilerleme yönünde sosyalizme doğru yol almadan bölgede eksiklik olacaktır. Tersi de doğru. Türkiye bu süreçte yol aldığı sürece bölgedeki gelişmeler de buna paralel olarak olumlu yönde gelişecektir. Bu karşılıklı bir etkileşim.

Dünyanın değiştirilmesi mücadelesinde biz kendi yaşadığımız topraklarda görevlerimizi yerine getirmek zorundayız. Bunu başardığımız oranda bölgesel dönüşüm ve değişime, dolayısıyla da dünya düzeyindeki değişimlere katkı sunmuş olacağız. Bu perspektif ile baktığımızda, ülke topraklarında sonuç alıcı başarının önemi daha da artıyor.

Evet, MHP destekli AKP-Saray rejiminden kurtulmak zorundayız. Ancak yerine ne konulacak? Bizim yerine koyacak alternatif için güç ve olanaklarımız nedir? Koşullar nasıldır? Bu soruyu sorduğumuzda, Millet İttifakı olarak adlandırılan partilerin kesinlikle bir alternatif olmayacaklarını baştan söylemiş oluyoruz. Belirleyici olan bizlerin Demokratik İttifak olarak nitelendirdiğimiz bileşimin gelişip, güçlenip ülkenin politik ve toplumsal gelişmelerinde iradeyi belirleyecek duruma gelmesinin sağlanmasıdır. Bu tespiti yaparken salt seçim aritmetiğinden yola çıkarak parmak hesabı yapar gibi öngörülerde bulunmamalıyız. Demokratik İttifak, kapsadığı ve geliştikçe kapsayacağı güçler ile toplumun tüm dokularında değişimin ve dönüşümün öncüsü olabilecek bir niteliğe sahiptir. Yerel seçimler açısından konuya bakıldığında, Demokratik İttifak güçlerinin Kürt illerinde doğrudan elde ettikleri başarıların yanısıra, ülkenin temel batı metropollerinde de belirleyici etkisi değerlendirildiğinde bir sonuç çıkarmak mümkündür. Sınıf mücadelesinin aktif güçlerinin ve sınıfın daha da etkili olması bir yandan gelişirken, “bu düzen böyle gitmez” diyen farklı sınıf ve katmanlardan kesimlerin de bu gelişmeye katılmaları önemlidir ve güncel olarak da gelişme bu yöndedir. Demokratik İttifak, sokak sokak, mahalle mahalle, köy köy, semt semt, ilçe ilçe fedakarca, ısrarlı ve sürekli bir çalışmayla özlediğimiz düzeye ulaşacaktır.

Çok fazla özele indik. Tekrar genele dönersek. Bizlerin, bu en küçük birimlerden başlamak üzere yürüteceğimiz çalışmalar, ülke düzeyinde sonuç alıcı olacak, ülke düzeyindeki değişim sonucunda değişecek politikalar ile bölgesel düzeyde katkıları olacak ve bölgesel düzeyde insanlığın çıkarlarından yana olacak olan değişimler de dünyanın değişmesine bölgesel katkılarını gerçekleştirmiş olacaktır. Onun için önce kendimizden başlayacağız ve en küçük birimde elde edeceğimiz başarıların aslında dünya çapında elde edilecek başarıların mütevazi nüvesi olduğunu bileceğiz. Önce bunun farkında olmak durumundayız.

Sınıf mücadelesi son tahlilde belirleyici olacağı gibi, mücadele süreçlerinde de belirleyicidir. Toplumdaki sorunların tümünün sınıfsal karakterini biz biliyoruz. Belki tüm bireyler bilmeyebilir ama bu onların da görmesini sağlayacak faaliyetlerin öneminden başka hiçbir şey ifade etmez. Çevre, doğa, kadın, gençlik, sağlık vb sorunların da, düzen partilerine oy veren kırsal, tarımsal alanda yaşayan yurttaşların da, fabrikalarda işletmelerde en doğal hakları gaspedilen her türlü görüşe sahip işçi emekçilerin de bu süreçlerde nesnel olarak barikatın doğru tarafında yer alacakları kadar doğal bir durum olamaz. Çünkü onlar kendi yaşamlarında bu sorunlar ile karşı karşıyalar ve bu sorunların başka türlü çözülmeyeceğini kendi öz deneyleri ile yaşayarak göreceklerdir. Bütün mesele, bu güçlerin tümünü kapsayacak ve onların da kendilerini özdeşleştirecekleri araçların yaratılması sorunudur. Düzeni değiştirme mücadelesinde fiili olarak aktif yer alacak tüm bu kesimlerin işçi sınıfı ile birlikte kendilerini bulacakları, sadece edilgen olarak destekledikleri değil, karar alma süreçlerinde ve yönetimlerinde de söz sahibi olacakları demokratik toplumsal yapıların oluşması bu mücadelenin ve mücadelenin başarısından sonra da sürekliliğinin ve gelişmesinin teminatı olacaktır.

Dünyayı değiştirmek için önce kendimizden başlamalıyız. Klişelerden ve bizleri kısıtlayan yöntemler yerine işçi sınıfının bilimi temelinde toplumun tüm ezilen ve sömürülenlerini kapsayan çalışma yöntemleri ve örgütlenme modellerini yaşama geçirmek zorundayız. Bunu uyguladığımız her alanda başarılı oluyoruz. Sonuç alıyoruz. Gelişiyoruz ve güçleniyoruz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler