Darbeden Sonra Değişen Bir Şey Yok, Kürt Sorunu Çözümünü Bekliyor

Darbeden Sonra Değişen Bir Şey Yok, Kürt Sorunu Çözümünü Bekliyor

Darbeler Ve OHAL Kürtler İçin Zulmün Diğer Adı Oldu

Barış masasının devrilmesi ile birlikte gemi azıya alan faşist bir  saldırganlık yaşamaya başladık. Bu saldırılar, sadece Kürtlerin özgürlük mücadelesi ile sınırlı kalmadı. Adım adım tırmandırıldı.

Toplumda oluşan barış umutları ve buna bağlı olarak demokratik açılımların gelebileceğine dair beklentiler, karanlık bir tünelin içerisinde hapsedildi. Ve bu karanlık tünel içerisinde halklarımızın özgürlük sesi boğulmak isteniyor. Barıştan, demokrasiden ve özgürlüklerden yana olan her kesim hedef tahtası haline getirildi. İnsana dair ne varsa, ona sahip çıkan herkese tehdit ve tutuklamaların dayatılması, faşist saldırganlığın bir yerde durmak bilmeyeceğinin ip uçlarını da vermişti. Aradan geçen zamanda da saldırılar durmak bilmeden devam etti. Başarısızlık ile sonuçlanan askeri darbe ardından getirilen OHAL ile bu saldırılar yeni bir boyut kazandı. Hala karanlıkta kalmış ve aydınlanmayı bekleyen bir çok yönü olan bu askeri darbe, fırsat görülmüş ve kendi deyimleri ile “allahın bir lutfu” kabul edilmiş ve sivil darbenin gerekçesi yapılmıştır. Darbecilikle suçlanan Gülen hareketinden çok Kürt özgürlük hareketine ve faşist baskılara boyun eğmeyen aydınlara, sosyalistlere ve ilericilere karşı bir saldırı furyası başlatılmıştır. Korkunun kanatları üzerimizde dolaştırılarak, sessizliğe ve boyun eğmeye mahkum edilmek isteniyoruz.

15 Temmuz askeri darbesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler bana yıllar önce okumuş olduğum Orhan Kemal’in “Üç Kağıtçı” romanındaki şu dizeleri hatırlattı: ”Devletti bu. Sırasında bir yumurtayı kırk kişiye taşıtır ,sırasında da kırk kişiyi bir yumurtanın içine sokmaya çalışırdı.” Şimdi  devletin darbe sonrası yaptıklarına bakarsak, bu devlet geleneğinin değişmediğini görmekteyiz. Aslında bu gelenek, Osmanlı’dan günümüze kadar Türk devletinin bir karakteri olarak şekillenmiştir. İktidar mücadelesinde, taht kavgasında kardeşlerin bile boğazlandığı bir devlet geleneğinin varlığını gözönünde bulundurunca, yeni bir saray entrikası ihtimalini de gözardı edemiyoruz. Kimin ne kadar bu darbe içerisinde olduğu, buna göz yumduğu ve son ana kadar da bekleyerek sessiz kaldığı,  gün gelir de aydınlanırsa, gerçekleri daha iyi görebileceğiz. Büyük bir ihtimalle de devletin yeni bir oyunu ile karşı karşıyayız. Saray’a hakim olma kavgasına girişen her iki taraf da biz özgürlükten ve halklarımızın kardeşliğinden yana olanların dostları hiç olmadılar. Bundan sonra olacakları da yoktur. Darbenin sadece Gülen hareketi üzerine ihale edilmesi, kimlerin rol oynadıklarını tüm boyutlarıyla görmemizi engeller. Kaldı ki askeri darbe yapanlar ile sivil darbeciler yıllar yılı birlikte hareket ettiler. Birbirlerine her istediklerini verdiler. “Kandırıldık” diyenler ne kadar darbeciler ile birlikte hareket ettiler? Onu da olaylar aydınlandıkça göreceğiz. Darbe sonrasına baktığımız da darbelerin sebeblerini ortadan kaldırmak ve demokrasinin yolunu açacak adımlar atmak yerine, OHAL ilan edilerek, kanun hükmünde kararnameler ile  bugün  AKP’de ifadesini bulan, faşist yönetimi egemen kılmak için her türlü anti-demokratik saldırı  mekanizması hayata geçirilmektedir.

Darbe ile ilgili bu kısa değerlendirmenin ardından darbe sonrasında Kürdistan’daki gelişmelere değinmek istiyorum. Askeri  darbeler, olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulamaları Kürtler için katliam ve baskıdan başka birşey getirmemiştir. 15 Temmuz darbesi ve peşinden gelen OHAL’in de getireceği başka bir şey olmadığı çok geçmeden anlaşılmıştır. Varolan baskılar daha da pervassız bir hal almıştır. Tutuklamaların ardı arkası kesilmemiş, gazeteciler, yazarlar gözaltına alınmış, tutuklanmış, belediyelere kayyım  atanmış ve 14 bin öğretmen açığa alınmıştır. Baskılar burada da durmamış, susturulamayan gazeteler, televizyon ve radyolar kapatılmış ve diğerlerine de gözdağı verilerek sıranın onlara da geleceği hissettirilmiştir. Politika gazetesi de boyun eğmez tutumu ve Kürt halkının yanında yer alması nedeniyle, bu saldırıların hedefi haline gelmiş ve açıktan tehdit edilmiştir. Bütün muhalif kesimler, bu şekilde bir baskı girdabı içerisine alınıp sessizliğe mahkum edilmek isteniyorlar.Yeni faşist bir baskı dalgasıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Kürtler Ve Bölge Halkları 

Sık sık dile getirildiği gibi Kürt meselesi, uluslararası bir sorundur. Bu sadece Kürdistan’ı ellerinde tutan devletler ile sınırlı değil. Yıllar önce bölgenin ve Kürdistan’ın parçalanmasına karar veren devletlere,  yeniden paylaşımda söz sahibi olmak isteyenleri de ekleyebiliriz. Irak’ın ardından Suriye’de de yaşanan gelişmeler bu egemenlik savaşının yeni boyutlara ulaşmasına yol açtı. Kürtlerin, bu çatışma ortamında bölgedeki gelişmelerin seyrini  ağırlıklı olarak etkileyen bir mücadele eksenine oturduklarını görmekteyiz. Bu nedenle her bir güç tarafından dikkate alınmak zorundalar. Barışın gelebilmesi İslam Devleti (DAİŞ) ve diğer çete örgütlenmelerinin yenilgiye uğratılması yanında arkasındaki güçlerin de bölge üzerindeki etkilerinin yok edilmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleşme şansı, bölge halklarının çıkarlarını temel alan bir mücadelenin başarıya ulaşması ile mümkün olabilir. Bugünden yarına hemen gerçekleşebilecek bir hedef olmadığını söylemek durumundayız. Bu mücadelenin uzun erimli bir süreçten geçeceğini belirtelim. Bölge halklarının ortak çıkarlarının bilincine vararak, buna göre bir örgütlenmeyi geliştirmeleri önemlidir. Demokrasi güçlerinin belirli bir mücadele ve örgütlülüğe ulaşmaları önemli başarıları da beraberinde getirecektir.

Tekrar askeri darbe sürecine dönersek, darbenin  Kürt özgürlük mücadelesinin bastırılamaması  ve bölgedeki gelişmelerle çok yakın bir bağ içerisinde olduğunu görmekteyiz. Aslında bu süreç, 7 Haziran seçimlerine doğru giderken düğmeye basılarak hazırlanılmaya başlandı. Uzun bir aradan sonra gerçekleşen görüşme de, Öcalan, barış masasını devirenin devlet olduğunu ve atması gereken bir sonraki adımı atmadığını belirtti. AKP’nin barış ve demokrasi getirme gibi bir niyetinin olmadığı da masanın devrilmesiyle zaten ortaya çıkmıştı. Baskılar giderek tırmandırılmış ve adım adım darbenin ön koşulları hazırlanmıştır. AKP hükümeti aynı zamanda darbenin hazırlayıcılarındandır. Darbeleri ortadan kaldıracak, Kürt sorununun demokrasi içerisinde ve halklarımızın kardeşliği temelinde çözülmesidir. Bu çözümü engelleyen de en başından itibaren Saray’daki tek adam ve AKP’dir.

Rojava’da (Güney-Batı Kürdistan) sadece Kürtlerin değil Suriye Demokratik Güçlerinin de kazanımları oldu. AKP için bütün bu gelişmeler, Suriye’de söz sahibi olma yönündeki planlarının da boşa çıkmasına yol açtı. Bundan dolayıdır ki Rojava Kürtlerinin haklı kazanımlarını boğmak için yeni oyunlara başvurdu. Menbiç’in YPG’nin en önemli bileşeni olduğu Suriye Demokratik Güçlerinin eline geçmesi, Kobani ile Afrin arasında bir Kürt koridorunun oluşması ihtimalini güçlendirmiştir. Bu gelişmenin Kuzey Kürdistan’ı da yakından etkileyeceğini bilen Türk devleti, o güne kadar göz yummakla kalmayıp el altından da destek verdiği DAİŞ’e karşı Cerablus’ta, öteden beri destek verdiği çete örgütlenmelerini de yanına alarak ÖSO maskesi altında  askeri bir hareket başlattı. Bu askeri hareketin,  kendilerine İslam Devleti adı veren bu vahşi çetelere karşı olmadığı daha ilk adımdan belliydi. Tamamen Kürtlerin bu alandaki kazanımlarını genişletmeye karşı bir saldırı olarak gerçekleşti. DAİŞ yine bahane edilerek esas olarak YPG güçlerine karşı saldırı hazırlığı yapıldı. Hareketin ilk günlerinde sessiz kalan Rusya ile ABD ve batılı müttefikleri YPG’ye karşı savaşılmaması konusunda Türkiye’yi uyarmak zorunda kaldılar. DAİŞ’in kolayca Cerablus’u bırakması, danışıklı bir dövüşün yürütüldüğünü göstermesi açısından da hayli ilginçtir.

Hem içerde pervasızca yürütülen faşist baskılar ve hem de dışa dönük bu askeri hareketler darbe ile birlikte yürürlüğe konulan OHAL ve çıkarılan KHK’lerin hiç bir hesap verilmeden  rahatça yürütülmektedir. Tabii burada darbeden en çok fayda sağlayanın da sözde darbeye maruz kalanlar olduğunu görüyoruz. Kendileri dışında ve boyun eğmeyenler teker teker çeşitli bahanelerle ya gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ya da ekonomik kıskaç altında biat ettirilmeye çalışılıyor. Darbe ile eli rahatlayan ve istediği kanunları çıkaran AKP, Kuzey Kürdistan’da savaşı tırmandırmakla kalmıyor. Rojava’nın ardından öteden beri egemenlik hayalleri kurduğu Güney Kürdistan üzerindeki emellerini de gerçekleştirmek için yeni oyunlar tezgahlıyor. Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde baskısını arttırarak Musul’a dönük planlarını gerçekleştirmek istemektedir. Mevcut Irak yönetiminin Türk askerinin Başika’daki varlığını illegal ilan etmesi ve çekilme talebinde bulunması Musul ile ilgili olmakla birlikte Güney Kürdistan’daki gelişmeler ile de yakından bağlıdır. Bağımsızlık söyleminin en çok dillendirildiği ya da bağımsızlık için adım atılmaya en yakın parça olarak görülen Güney Kürdistan’da Türk devletinin ileriye dönük planları buradaki kazanımları bertaraf etmeye, olmazsa da kendine bağlamaya dönüktür. Güney‘i çeşitli şekillerde kuşatarak ve işbirliğine zorlayarak burada kendi çıkarları doğrultusunda bir oluşumun temellerini atmak çabasındadır. Bölge politikası, tamamen Kürtlerin eşit bir şekilde ve kendi kimlikleri temelinde bölge haklarıyla ortak çıkarlar etrafında biraraya gelmelerinin önünü kesmeye dönüktür.

Demokrasinin Yolu Kürtlerle Barıştan Geçiyor

Barış sürecine yeniden dönmek mümkün mü? Öcalan’ın açıklamalarından çıkardığımız kadarıyla Kürt tarafı, devrildiği yerden kaldırılacak  barış masasında yer almaya hazır. Öcalan bu konuda hazırlıkları olduğunu ve devlet isterse sürecin yeniden başlatılacağını ve 6 ay içerisinde silahların tekrar susabileceğini, en son görüşmesinde açıkladı. Devletin başında olanlar, barış görüşmelerini yeniden canlandırmak niyetinde oldukları yönünde bir izlenim edinmemize yol açacak herhangi bir adım atmış değiller. Daha doğrusu şimdiki gidişatları hızla demokrasiden uzaklaşan faşist bir rejimin iyiden iyiye oturtulması  yönündedir. Tüm yasal düzenlemeler de bu yönlü yapılmaktadır. Demokrasiden anladıkları ile kendilerinin sözde savunduğu burjuva demokrasisi arasında dağlar kadar bir fark olduğunu uygulamalarından görmekteyiz.

Hendek ve barikatların  bahane edilerek, şehirlerin yıkılması ve halkın en ufak bir insani haktan bile mahrum bırakılarak kalmayan sokakların dışına atılarak zulme uğratılmaları daha bitmemişken yeni yeni yasaklamalar ve baskılar gündeme getirilmektedir. Seçimle alamadıkları belediyeleri halkın elinden zorla gaspederek yeni bir baskı dalgası başlattılar.Şimdiye kadar denenmiş bu baskı yöntemlerinden bir sonuç alamayacaklarını onlarda biliyorlar.Çok uzaklara gitmeden yakın cumhuriyet tarihindeki  Kürt isyanlarına baktığımızda talepleri  kanla bastırılmış,bir sonraki isyanın ateşinin yanmasının önüne geçilememiştir.Kürtler özgür olmadıkça da bu böyle devam edecektir.Çözümün barışta olduğunu bugün dünyada yaşanan bir çok örnekten de görebiliyoruz.Savaşların barışa dönüşmesinin önündeki engeller birer birer kaldırılıyor.Savaşan taraflar bir masa etrafında biraraya gelme cesaretini gösterebiliyorlar.

Peki Türk devleti barıştan neden korkuyor ve kaçıyor? Barış isteyen aydınlar, yazarlar, işçiler ve toplumun her muhalif tabakası görülmedik bir cendere içerisine alınıp sesleri boğulmaya çalışılıyor. AKP’nin barış diye bir sorununun olmadığı görülmekte. Hala Şam’da Cuma namazı kılacakları hayaliyle yaşıyorlar. Bu hayalin önündeki engellerin başında da Kürtlerin mücadelesi geliyor. El altından destek verdikleri DAİŞ’in yenilmezlik tılsımı Kobani’de Kürtler tarafından bozuldu. Rojava onların hayallerine sokulan bir çomak oldu. Savaşa ortak olmak istemeyenleri olağan bir rejim altında sessizliğe mahkum edemeyeceklerini çok iyi bildiklerinden çatışmaları körüklemekteler. İçeride ve dışarıda rahatça ve istedikleri gibi at oynatmak için OHAL’i getirdiler.  Bu baskı rejimi olmadan istedikleri gibi hareket edemeyeceklerini en yetkili ağızlardan da duyurdular. Suç sarmalına kapıldıkça daha çok saldırıyor ve faşist baskıların dozajını arttırıyorlar. Eskiden olağanüstü hal bölgesi vardı. Bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ı OHAL altında. Yasama, yargı ve yürütme tek bir elde toplanmış, KHK’ler ile istedikleri uygulamaları çıkarmaktalar.

Tarihten biliyoruz: Hiçbir baskı rejimi sonsuz yaşamamıştır. Bunların da sonu benzerlerinden farklı olmayacaktır. Baskıların dozajını katmerleştirerek ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar. Sultan sarayında rahat etsin diye hepimize ölü taklidi yaptırmak istiyorlar. Susan, konuşmayan ve tepki vermeyen bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle de Kürt halkıyla dayanışma gösteren ilerici ve demokratlar hedef haline getirilmektedir. Barış için bir şeyler yapmak, seslerini duyurmak isteyenler “teröre destek” suçlamasıyla gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktalar. Tüm bu saldırılar karşısında geriye sadece tek bir yol, onurlu diyebileceğimiz bir yol kalıyor: Direnmek ve faşist rejimin baskılarına boyun eğmemek.

Barışın gelmediği hergün geç. Ama bir gün daha gecikmemek için, barış çabalarımızı yoğunlaştırmak gerekiyor. Bu ülkenin aydın sesleri, “bu suça ortak olmayacağız” diye barış çağrılarını korkusuzca dile getirdiler. Ve susmayı kabullenmeyen direniş sesleri yükseldikçe faşizm yenilgiye uğrayacaktır. Kürtlerin direnişi ile işçi sınıfının emek mücadelesi birleştikçe, bu direniş, görkemli bir yangının alevlerinde, halklarımızın özgürlük  çığlıkları olarak yankı bulacaktır. 

 

Konuyla ilişkili diğer makaleler