Demokrasi Mücadelesinin Kitleselleşme İle İlişkisi

Demokrasi Mücadelesinin Kitleselleşme İle İlişkisi

Demokrasinin kazanılması mücadelesi, ülkemizde yaşanan sancılı kesintilere rağmen her dönem gündem oldu.  İşçilerin ve öğrencilerin direnişleri, toprak işgalleri, yaşam koşullarının zorluğu karşısında hayat pahalılığına karşı gösteriler ülkemiz halk hareketliğinin derinliğini gösteriyordu. İnanç, etnik ve kültürel içerikte talepler, katliama uzanan baskılar sonucu yüzyıllar öncesinden bu güne onması bekleyen yaralar olarak günümüze taşındı. Ekonomik, demokratik, kültürel içerikte mücadele geçmişinin hiç de çorak olmadığı ülkemizde köklü bir demokratik değişimin yaşanmamasının elbette ki sebepleri vardı. Biçimi ve etkisi hangi düzeyde olursa olsun, baskıya uğrayan ve sefil bir yaşam süren kesimlerin ileriye doğru attığı her adım, kendilerini ezen yapıların sarsılmazlığına olan inancı zedeliyor, birlikçi bir savunma bilincinin koşullarını yaratıyordu. İlk bakışta kendiliğinden gibi gözüken ama özünde egemen olana bir tepkiyi ifade eden eylemlilikler, başlangıçta çıkış noktasının sınırlarını aşamasa da itaat etme anlayışını kıran zemini hazırlıyordu… Önceki sayıdaki yazımızda burjuvazinin demokrasi tanımı, belli aralıklarla kurulan sandık döngüsüyle edilgen ve suskun bir halk yaratma üzerine olduğunu belirtmiştik…  Demokrasi mücadelesi  -burjuva demokratik anlamda bile olsa- tanımlaması umutsuzluk karşısında kendi içinde eriyen anlık haykırıştan çok, süreklilik içinde örgütlü bir savaşıma zemin hazırladığı noktadan kalıcı değişimlerin olanaklarını yaratabilecektir. Anlık haykırış ve isyanlardan, halkın bir demokrasi savaşımı ve değişim bilincine varmaları tarihin hiçbir döneminde kolay ve kendiliğinden olmadı.

Ülkemizde kırk yedi sendikacılığından DİSK’e, Kavel’den, büyük işçi direnişine ve oradan MESS grevlerine; Kürtlerin yok sayıldığı bir dönemde yapılan Doğu Mitingleri belli talepler üzerinden bir bilinçliliği içeriyordu. Zamanlamalarının önceden düşünüldüğü, başkaca örneklemelerin tartışıldığı bu süreçler, 12 Eylül’ü aşıp kalıcı-köklü dönüşümler yaratamadı… Bu dönem demokrasi mücadelesi ve sınıf savaşımının filizlerinin atıldığı dönemlerdi elbet. İşçi ile burjuva arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ve demokratik tepkilerin sisteme yönelik bir biçime dönüşmesinin hem maddi, hem bilinç yönünden eksiklikleri olduğu, geldiğimiz sürece bakarak değerlendirmek zor olmasa gerek. Ellili yıllara oranla önemli bir aşamayı ifade eden bu dönem, günümüz koşullarına kalıcı dönüştüren bir etkiyle ilerleyememesi demokrasi ve değişim bilincinin yetersizliğiydi bir bakıma. Bugün o dönemin sınıf adına politik kadrolarının önemli bir bölümünün mücadeleden çekilmeleri, kimilerinin burjuvazinin saflarına katılmaları kesintisiz savaşım bilincine erişememe ve konjonktürün zorladığı kendiliğindenciliği aşma ile ne kadar ilgili!.. Burjuva ideolojisinin emekçiler içinde etkisinin kırılması, halkın somut sorunlarının çözümünde ortaya koydukları davranış biçimlerinin daha üst boyuta aktarılması, bilinçli unsurların birikim ve deneyimiyle doğru yerde konumlanmalarını gerektiriyor. Demokratik örgütlenme ve mücadele biçimlerinin yukarıdan komutlar ve alan kapatma biçiminde olamayacağı gerçeği, bugün bu alanın günümüz gerçekliği üzerinden yeniden tanımlaması ihtiyacını dayatıyor.

Bağımsız-özgün hareketlerin gelişimi içinde talep edilenin özgür bir düşünce sistemi içinde biçimlenmesi, oluşan düşünce biçiminin ifade edilmesi ve örgütlenme isteklerinin engelsiz gelişebilmesi demokratik yapıların önemli unsurları. Ama burjuva ideolojisinin uzun yılların deneyimi üzerinden demokratik alanları sisteminin sınırlarını zorlayacak noktadan gelişiminin önlemlerini alabiliyor. İşçi sınıfı ve geniş halk kesimlerinin kendi deneyimleri üzerinden örgütlenmeleri ve itaat eden, sürüklenen bir kitle yerine, sürece müdahale eden biçime dönüşmeleri için, burjuvazinin zorlamaları karşısında dirençli alanlar olmayı gerektiriyor. Geçmişin bağımsız demokratik örgütlenme iddiasıyla çoğunlukla grupçu, faydacı bir takım yaklaşımlar öne çıktı. Mücadelenin gelişimi içinde bilinçli-deneyimli unsurlarca bizzat hazırlanması gereken ideoloji oluşumu noktasında zaaflar yaşandı ve bu durum demokratik alanı zayıflattı. İşçi sınıfı mücadelesinin kitleselleşmesi ve sistemli bir kanala akmasının belirleyici unsuru demokratik alana sınıfla birlikte ileri işçilerin sürece etkin katılımını gerektiriyor. Günümüzün de içine düştüğü bu hataların düzeltilmesi, demokratik alanın burjuva mı yoksa emekçi mi olduğunun belirlenmesinde temel etken olacak.

Son yılların kapitalizm sınırları içinde var olma mücadelesi veren değişik sosyal katmanların sorunlarını çözme ve örgütlenme anlayışlarının bağımsızlığını koruma adına sınıflar üstü anlayışla biçimlendirme yaklaşımı, burjuva ideolojisine direnç sınırlarını zayıflatıyor. Var olan demokratik kurumların yapısında bu alandan oluşan deformasyon, günümüzde titizlikle ele alınması gereken bir tartışma alanı olmalı. Sömürücü sınıf dışındaki katmanlar arası ilişkilerin ve ezgi-sömürüye karşı birleşik bir mücadele hattının oluşturulması kurumlar arası demokrasi anlayışın içselleştirilmesini gerektiriyor. Bu alanın kapitalizm sınırlarını parçalayıp aşması sürecine yükselmesinin zorunlu koşulu, öncü işçilerin “siyasal bilinç vermek için nüfusun tüm sınıflarının arasına gitmek zorunda” (V.İ. Lenin) olduğudur.

Demokrasi mücadelesi ve örgütlenme biçimlerine ilişkin düşüncelerimiz önümüzdeki yazılarımızın da konusu olacak. Burada altı çizilmesi gereken konu, kapitalizm koşullarında özgün pozisyonundan konum alan değişik katmanların eylemli bir birlik olmasının koşulu demokrasi mücadelesinin doğru zeminden akmasıyla ilgili. Tersi durumda üst basamakta bir mücadeleye yükselemeden kendi içinde kaybolma tehlikesi taşıyacaktır. İşçi sınıfının çizdiği ideolojik hattın, inanmış ve kesintisiz bir mücadele anlayışını içselleştirmiş bilinçli kadrolarla; “Burjuva toplumunun ortadan kaldırılması, sınıfların ve özel mülkiyetin olmadığı yeni bir toplumun kurulması” (Karl Marx)  gibi çetin bir görevi var.


Konuyla ilişkili diğer makaleler