Demokratik Toplum İnşasında Emeğin Rolü

Demokratik Toplum İnşasında Emeğin Rolü

Dünyada neo-liberal politikalar miadını doldurdu. Neo-liberalizmin elli yıllık politikalarının deneyimleri ile harmanlanmış yeni bir dönem başlıyor. Korona salgını günlerindeki bazı uygulamalar kalıcı hale getiriliyor ve dünyanın korona sonrası tasarımları gündeme alınıyor; Kapitalizm yeni teknolojileri, yeni yöntemleri sömürü sistemine adapte etmeye çalışıyor. Türkiye’de AKP iktidarları kendini tam da bu sürecin göbeğinde konumlandırıyor. Gelmekte olanın yasal çerçeveleri düzenleniyor. İşte devlet güçlerini arkasına almış neo-liberalizmin insani değerlerden yoksun aklının yerleştirmeye çalıştığı, emeğin “Güvencesizlik”, sermayenin “Esneklik” olarak tanımladığı düzen budur: Emek güçlerinin aklıyla, programıyla ve mücadelesiyle değiştireceği düzen budur.

Muhalefetin alternatifi

Bu sürece itirazı olması gereken muhalif güçlerin önerileri kapitalist sistemin yeniden işleyişe kavuşturulması çerçevesini aşmıyor; “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” başlığı altında söylenenler içinde de bugünleri yaratmış olan eski sistemden neyin farklı olacağına dair bir mutabakat yok. Bu sistemi devrimci temelde eleştiren Marksist Sol, geleneksel öğretilerini bazı kavramların içeriğini genişleterek “söylemini” yeni sürece uyarlamaya çalışıyor. Bu nedenle de geçmişte belirli şartlarda ve zamanlarda etkili olmuş kurumların, partilerin, sendikaların bugün neden zayıfladıkları, bunun, devletin baskıları dışında bir nedeni olup olmadığı sorgulanmıyor. Böylece çözüm yolu ve araçları olarak denenmiş, sonuçları belli yolda yürümeye devam ediyor.

Farklı bir yaklaşım

Sisteme eleştiri getiren HDP, demokratik toplum başlığı altında, yeniden faşizan bir düzeni yaratmayacak demokratik mekanizmaların inşasını, Kürt meselesinin demokratik siyaset ve müzakere yoluyla çözümünü, radikal demokrasiyi, “kuruculuğu” önüne hedef olarak koyuyor. Bu önerilerini, demokrasi ittifakıyla hayata geçirmek için sürekli çağrılar yapıyor. Yürüttüğü etkili politikalarla toplumun vazgeçilmez siyasi gücü olan ve güçlü bir fikriyata sahip olan HDP’nin bu önerileri başarıya ulaşsa da veya şu anda olduğu gibi rejimin güvenlikçi, baskıcı politikaları sürse de toplumun yeniden ve tabandan demokratik inşası zorunludur.

Emek alanında kuruculuk

Kurucu olma deneyimi yerel yönetimlerde, alternatif tarım ve kooperatifleşme pratiklerinde, yeni toplumsal yapıların inşasında bir süredir uygulanmaya çalışılıyor. Başarılı örnekler var ve epey deneyim birikti. Kuruculuğun “Emek” ayağı üzerine çok konuşulmadı. Söylenenlerin ve eylemlerin çoğunun içeriğine bu gözle bakıldığında ve emek tarihi de bu yaklaşımla yorumlandığında pek çok deneyim biriktiği görülebilir.

Sendikaların rolü

İşçi sınıfının en önemli mücadele araçlarından olan Sendikalar, kapitalizmin gelişmesiyle tarih sahnesine çıkan, işçi sınıfının hakları uğruna mücadele araçlarıdır. Tarihi süreç içerisinde sendikalar, işçi sınıfının birliği, sayısal büyüklüğü ve mücadele kapasitesiyle toplumun gelişmesinde önemli rol oynamış örgütlenmelerdir. Dünyada kapitalizmin gelişmesinin çeşitli aşamalarında, işçi sınıfı sendikalarda örgütlenerek gelişen ve değişen şartlara göre alternatif stratejiler üretmiş, büyüme ve refah dönemlerinde devletin ve sermayenin dikkate almak zorunda olduğu toplumsal bir güç haline gelmiştir.

Farklı kuruluş süreci

Türkiye’de sendikal hareket, işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışı ve toplumsal mücadelede yerini alışından çok, yeni devletin kuruluşu ve politikalarının etkisinde gelişti. Yasaklama, baskı altında tutma ve ideolojik saptırmalar ve en başta anti-komünizm belirleyici yöntemler oldu. Osmanlı’nın son dönemlerinden, 1908’lerden devralınan ve Cumhuriyet rejimiyle sürdürülen sendika kurma yasağı 1947’ye, grev yasakları da 1963 yılına kadar devam ettirildi. İç ve dış faktörlerin zorlamasıyla, ana gövdesini Türk-İş’in oluşturduğu 1947 yasasına göre kurulan sendikalar, kapitalist ilişkiler içinde işçi sınıfı ve sermayenin karşı karşıya gelerek, sınıf mücadeleleri içinde kurulmuş sendikalar değildir. Devlet işletmelerinde, talimatla kurulmuş bu yapılar iktidarlar değişse de konumlarını ve varlıklarını sürdürdü; bugünde Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen ve siyasi temelde örgütlenmiş diğer yapılar, işçi sınıfını pasifleştirmede, kontrol etmede, devletin ideolojik hegemonyasını yeniden üretmede işlevini sürdürüyor.

Mücadele ile kazanıldı

Özel sektörde, işçileri tek tek örgütleyerek, sınıf mücadelesine dayalı sendikalar da yine 1947 yasaları ile kuruldu; önceki yıllarda yaşanan deneyimler, muhalif kesimlerin, sol güçlerin çabaları ve büyük özverilerle gelişti. 1960 askeri darbesi ile ortaya çıkan kısmi demokratik ortam, 1963 yılında grev hakkının da kazanılmasıyla ivme kazandı. Elde edilen hak ve özgürlükler, 1967’de kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile 70’li yıllarda tarihinin en parlak dönemini yaşadı. DİSK bu dönem yalnızca kendi üyelerinin değil bütün işçilerin ve çalışanların milli gelirden aldıkları payı yükselten, demokratik hak ve özgürlükleri genişleten mücadeleler verdi.

Sınıf sendikacılığı engel

Türkiye sendika hareketi, 1980 askeri darbesi ile büyük bir kırılma yaşadı. Sınıf sendikacılığı, faşist askeri darbenin açık hedefi idi; DİSK yasaklandı, yöneticileri hakkında idam cezalı davalar açıldı, Türk-İş’e dokunulmadı. DİSK’in yasaklı tutulduğu on bir yıl reel ücretlerin en düşük seviyelere düşürüldüğü, sendikal faaliyetin tam olarak devlet ve sermayenin kontrolü altına sokulduğu, ekonominin neo-liberal politikalara entegre edilmede en büyük engel olan sınıf sendikacılığının tasfiye edildiği ve geçmiş on yıllarda elde edilmiş kazanımların yok edildiği, sendikalara görece imkânlar sağlayan yasaların değiştirilmeye başlandığı yıllardır.

Neo-liberal uygulamada aksama

İhracata dayalı büyüme, dünyayla rekabet ve refah söylemi ile geçen on yıl sonra başlayan 1989 bahar eylemleri ücretlerin düşürülmesi ve özelleştirme politikalarında geçici bir kesintiye neden oldu. 89 bahar eylemleri, sendikal bürokrasiyi aşan, sendikaların merkezi ve hiyerarşik yapısını bozup yerel örgütlenmelerin insiyatifi ile yürütülen bir eylemler dizisidir. Ancak bu eylemler alternatif örgütlü bir mücadele tarzı ortaya çıkaramadan devlet sendikacılığının çok yönlü “girişimleriyle” kontrol altına alınabildi. 89 bahar eylemleri günümüzdeki mücadelelere ilham kaynağı olacak bir başkaldırı olarak tarihteki yerini aldı.

İdeoloji destekli emek rejimi

2002 yılında elverişli iç ve dış şartları değerlendirerek iktidara gelen AKP, pratikte devlet güçlerinin baskısı eşliğinde 1980 faşist darbesiyle başlatılan neo-liberal emek politikalarını, uyguladı,  adım adım yasal temellerini döşedi.

Sendikalar başta olmak üzere emek örgütleri, üstlerine gelen bu saldırıları bertaraf edecek teorik, pratik bir yol, açılım yapamadı, daralan yasal olanaklar, ağırlaşan baskılar sonucu eski mücadele güç ve kapasitelerine kavuşamadı.

Teknolojinin gelişmesi ile küçük ölçekli işyerlerinde kalifiye emeğe dayalı üretim, çok katmanlı şirketleşme yoluyla sermaye patronlarının asli muhatap olmaktan çıkarılması/taşeronlaşma ve tedarik zincirleri yoluyla Türkiye, ucuz ücret ve hammadde pazarı olarak dünya sisteminde yerini aldı. Bu süreçlere paralel olarak esnek üretim; toplu sözleşmelerin yerine belirli süreli sözleşmelerle işçinin sermaye karşısında yalnızlaştırılması, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, işçi sınıfının o güne kadar sermaye karşısında geliştirdiği mücadele yöntemlerini boşa çıkardı, dayandığı temelleri sarstı, sınanmış mücadele araçlarını zayıflattı.

Sendikaların Yeniden Örgütlenmesi

Uzun bir süredir birbiriye iç içe ikili bir süreç devam ediyor. Birincisi verili koşullarda işçilerin sendikalarda örgütlenmesi için çaba gösteren DİSK’e bağlı, bağımsız, devrimci, demokrat sendikaların yürüttüğü mücadelelerdir. Bu çaba hep sürecek; destek ve dayanışma gösterilecek ve başarılı olmaları sağlanmaya çalışılacaktır. Bu süreçle bağlı yürüyen demokrasi mücadelesi ile de rejim ne kadar geriletilebilir, demokratik ittifaklar ne kadar sağlam inşa edilirse demokratik hakları kullanmanın önü açılabilir, örgütlenme hakkı ve özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırabilir; birbirini besleyen ve yükselten sarmal yukarıya doğru devam eder.

Bu tarih yazılıyor

Bir diğeri ise birincisiyle at başı yürüyen mücadeleci, kural dışı, yerel, kendiliğinden patlayan ya da örgütlü siyasal, sendikal hareketlerdir. İşçilere yasalarla, anayasayla tanınmış haklarını kullanmalarının önü tıkandığında, patron arsızca çeşitli nedenler ileri sürerek işçinin ücretini, kıdem tazminatını vermediğinde, işçi, emekçi hakkını istediğinde karşısına patron değil polisiyle, mahkemesiyle devlet çıktığında patlayan isyanlar, direnişlerdir. Bu haksızlıklara, zulme karşı direnmek haktır, meşrudur, yasaldır.

Bu tarih bugün yazılıyor: Ülkenin dört bir yanında küçüklü büyüklü, işçiler, emekçiler, köylüler, esnaflar, öğrenciler, aydınlar, sanatçılar direniyor. Karşısında devletin gücünü arkasına almış azgın bir sermaye saldırısı, en temel hakların, özgürlüklerin devlet güçlerince baskılanması, kısıtlanması bu direnişler karşısında aciz kalıyor ancak yinede her şey keyfi, tesadüfi, zalimin insafına kalmış. Emekçinin isyanları, direnişleri, sendikaların talepleri, muhalefetin çağrıları, bu gözünü kan, para bürümüş sermayeyi, iktidardaki siyasetçileri zorlamıyor, durduramıyor.

Bir şeyi keşfetmiyoruz

Aslında bu işin olup olmamasına, nasıl olacağına işçi sınıfı, emekçiler karar verecek, çünkü mücadeleyi onlar veriyor, bedelini onlar ödüyor, sıkıntıda olan, yoksul olan onlar ve kazanacak olan da onlar. Ama onlara şimdiye kadar nasıl yaşamak istediği, çalışma düzeninin nasıl değiştirileceği,  geleceğinin nasıl güvenli hale getirileceği ve daha uzatılacak hayatın içindeki bir sürü soru hiç sorulmadı ki. “Ben de basit şeylerle mi uğraşıyorum acaba, bunların cevabını bir sendikacıya ya da bir devrimci arkadaşa sor, sana bir çırpıda her şeyi anlatsın?” denebilir.

Evet, bu hep böyle yapılıyor. Bugün her sendikanın, siyasal partilerin programlarında vaatlerinde bunlar yazar. Herkes emekçiyi korur, herkes emekten yana işler yaptığını anlatır, köprüyü, yolu, hastaneyi kimin için yapıyorlar ki? Ve sendikalı işçi hakkını koruması için vekâlet verdiği sendikadan, her seçmen oy verdiği, kendi yararına işler yapmasını beklediği partiden bekler; çözümleri.

“O”, emekçi, işçi, işsiz

O’na kimse sormaz, sorsa da “O” bundan bir şey çıkmayacağını bilir. Aklı neye yatarsa ona oy verir, kendini, işini korur, korumaya çalışır, kimseye kolay kolay güvenmez. Her kim ki işçi sınıfının bu ülkeyi kurtaracağını söylüyor, düşünüyorsa, ya da daha elle tutulur bir hedef koyalım; bu ülkeye demokrasinin gelmesini, her düşüncenin özgürce ifade edilmesini, özgürce örgütlenmesini istiyorsa İşçiye, Emekçiye, Kamu Çalışanı’na, Köylüye, Kürt’e, Kadın’a, Genç’e, bu soruları soracağı ortamı yaratmalıdır. Bunları düşüneceği, kendisinin de uğruna mücadele edeceği amacını, hedefini, bunun nasıl olacağını, önceliğin ne olacağını söyleyeceği, bunları özgürce tartışacağı ortamı sağlamalıdır. Bu rastgele bir ortam değildir; nutuk atılacak ortam değildir; konuşmaktan çok dinlemeyi gerektiren bir ortamdır; herkesin birbirine saygı duyduğu, herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir ortamdır. Demokratik bir ortamdır.

Her insanın fikri, düşüncesi

İhtiyacımız olan güç birikimi, ekonomiden siyasete, basitten karmaşığa, günlük sorunlardan ülke, bölge sorunlarına bağlanacak bu süreç içerisinde ortaya çıkar. Bu güç, birbirine güven duyan küçük homojen yapılardan dışa, toplumun her kesimine genişleyen ve aynı zamanda birbiriyle koordine içinde olan yapıların karmaşık birliğidir. Emekçinin mücadele ile sınanmış gücü, iradesidir.

Emek alanına yoğunlaşırsak fabrikanın, sendikanın sorunlarına sıkışıp kalmamak ve üretim alanlarında örgütlenme imkânlarının zorlaştırılması; Bu iki nedenden dolayı örgütlenmenin odağı işyeri dışında kurulmalıdır. Bu mekân oturma, yaşama mekânıdır. Burada dertler sorunlar ortaktır, dayanışma, empati vardır. Her tür fikir ve cereyanlar mevcuttur. Bu ortamda yaratılacak güçlü birliktelikler eskiden beri bir kurulup bir dağılan örgüt yapıları ile farkı ortaya çıkarır.

Dokunulamayan büyük güç

Bu yol yürünürken bugüne kadar ihmal edilmiş bir gücü öneme almalıyız. Bu güç işsizlerdir. İşsizler mücadelenin asli gücü olabilir mi? İşsizlik, kapitalizmin bize dayattığı, “çaresi olmayan”, bu düzen devam ettiği sürece devam edecek olan sorun gibi zihinlerimize işlenmiştir. Duyduğumuz çözümlerin hemen hepsi, sorunu belirsiz bir geleceğe ertelemeyi, bu şekilde ondan kurtulmayı kapitalizmin sürgit devam edeceğini çağrıştırır. Sosyal Demokratlar, ekonomi büyüyecek, sermaye yeni iş alanları açacak, yatırım yapılacak ve işsizlik azalacak derken, Sendikalar 35 saatlik çalışma haftası, vardiyalı çalışma, daha çok istihdam benzeri tedbirleri programlarına yazıyor. Ama bu tedbirlerin hiçbiri işsizleri, kayıt dışı çalışanları, göçmen işçileri devletin ve sermayenin çalışanları tehdit, sindirme aracı, olmaktan çıkarmıyor.

Varlığı sayılarla ifade edilen...

İşsizliği azaltacak bütün önlemler gelişmelere göre uygulanabilir. Yatırımlar yapılabilir, tarım emeği değerlenebilir, çalışma saatleri azaltılabilir ancak bütün bunlar kapitalizmin işsizleri, çalışanlar üzerinde bir tehdit olarak kullanmaktan çıkarmaz. Bu nedenle nüfusun ezici çoğunluğunun savunacağı, uğrunda mücadele vereceği bir hedef ortaya konmalı ve ayrıntıları tartışılmalıdır.

Temel gelir güvencesi

Bu hedef hiçbir kayıt ve koşula bağlı olmaksızın her bir bireye “hak” olarak ödenecek “temel gelir ödeneği”dir. Kaynağın nereden bulunacağı, hangi sınıf ve tabakaların çıkarlarını nasıl etkileyeceği tartışılabilir. Ancak öncelikle işçi sınıfının, tüm çalışanların bu uğurda mücadele vermesi gerektiği açıktır. Bu sayede çalışanların üzerindeki basınç kalkacaktır; düşük ücretle çalışmak için fabrika, işyeri kapılarında bekleyen, grev kırıcı olarak kullanılan, aç kalmamak için ölümüne madene giren, iskeleye çıkan milyonlarca insan rahatlayacak, açlık korkusu ortadan kalkacaktır. “Çalışma”nın değeri ve kalitesi artacaktır. İşsizlerle çalışanlar arasında süregiden rekabeti dayanışmaya dönüştürmek anti-kapitalist, zor ama önemli bir mücadele hedefi olarak belirlenmelidir.

Mücadele geçmişimiz ve gelecek umudu

Son olarak bir adım öteye giderek şunu söyleyebiliriz; her şeyi yeniden keşfetmiyoruz; geçmiş mücadele hafızamız bize yol gösterecektir. Bu tür kararlaştırılmış, örgütlenmiş iradelerin yerel, bölgesel eylemlerini ve birlikte hareketlerini sağlayacak koordinasyonlar oluşturmak önemlidir. Bir organize sanayi bölgesinde, tek bir işkolunda veya çoklu olarak, bir örgütlenme potansiyeli ortaya çıkmışsa parasal, yasal, temsili, hukuki sorunlarının çözülmesi için Türk-İş’e, DİSK’e bağlı olmasına bakılmaksızın sendikaların desteğinin alınması, bölgenin tüm güçlerinin harekete geçirilmesi ve kamuoyu oluşturulması koordinasyonun yapacağı işlerdendir.

Katılanların kendi kararlarını aldığı,  hedeflerini tespit ettiği birlikte başlayan işçi sınıfının, emekçinin çelik iradesi sonucu belirleyici olacaktır. Bu sürece öncülük edecek, mücadelede yol gösterecek, örgütleyecek temel güç komünistlerdir; mücadele yöntemlerini yenilemiş toplumun öncülüğünü onurla taşıyacak Komünist Partisi’dir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler