Dinmeyen Bir Islık Sesidir Yaşamak

Dinmeyen Bir Islık Sesidir Yaşamak

Ape Musa (Musa Anter)Siverekli bir kız, “Kımıl” zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söylüyordu.

Kızcağız da yüzyıllardır gelenek olduğu üzere, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyordu:

“bi çîya ketim lo apo,
çîya melûlbûn rebeno
ceh seridî lo apo,
genim hûrbûn êvdalo
qimil hatî lo apo,
bi refa ye rebeno,
xwar genimî lo apo,
hiştî qâye rebeno”

(‘dağa tırmandım amca,
zavallı dağ mahzunlaştı,
arpa olgunlaştı amca,
buğday un ufak oldu biçare

kımıl geldi amca,
kafile halen de zavallı
buğdayı yedi,
geride samanı bıraktı zavallı....’)

Yazar, yazının sonunda şiirin kahramanı kıza şöyle diyordu:

‘Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.’

31 Ağustos 1959 günü, Diyarbakır’da yayımlanan İleri Yurt gazetesinde ‘Amma Ne İleri Yurt’ adlı hiciv sütununda ‘Qimil’ (Kımıl) adlı Kürtçe bir şiir yayımlanmıştı. Şairin adı Musa Anter’di. Yani Âpe Musa.

Bir Kürt aydını, yazar, şair, tarihçi, yürekli, insan ve kimliğini, dilini, halkını ve yaşayışını dillendirme cesaretiyle bezenmiş bir gazeteciydi. Kımıl şiiri, şimşekleri üzerine çekmişti iyiden iyiye. O dönemde, Cumhuriyet Gazetesi başta olmak üzere, yandaş medyanın saldırılarına maruz kalmıştı.

Nasıl olurdu ki; bir gazete köşesinde, Kürtçe cümlelerle şiir yazılıyor. Sömürüyü kımıl ve süne zararlıları üzerinden bir ironiyle aktararak devletin bekası zedeleniyordu. Kart-kurttan öte varlığının reddi kutsallaştırılan bir Kürt, bu cürrete nasıl sahip oluyordu.

Hedefteydi bir özgür basın emekçisi. Özgür bir yaşam düşüyle direnen herkes gibi potansiyel suçluydu. Bir Kürt olmak bile onu doğuştan suçlu yapıyordu zaten. Kürtçe sözcükler, Türkçenin mutlaklığını zehirliyordu. Yarın, “Ne Mutlu Türküm Diyene” dayatılan toplumu ve sonrasında da devleti tehdit ederdi. Anter durmak da bilmiyordu.

“Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil!. Sanığıyım. Mahkûmuyum.” diyordu. Cezalar, sürgünler, zindanlar bekliyordu onu.

Düşünce özgürlüğü, devrimci ve alternatif basına yönelik baskı ve tehditler 1959’dan önce de bugün 2015’te de aynen devam ediyor. Böyle de devam edecektir.

12 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği gecede, ödülünü almak için sahneye çıkan Ahmet Kaya “Kürtçe şarkı söylemek istiyorum” dediği için, kendisini sanatçı sayan bir güruh tarafından çatal bıçaklar fırlatılarak linç edilmeye çalışılmış ve koro halinde 10. Yıl Marşı söylenmişti. Memleketini terketmek zorunda bırakılan Ahmet Kaya, Fransa’da hayatını kaybetmişti. Sadece Kürtçe şarkı söylemek istemişti. Ona saldıranlar arasında, bugünün (!) akilleri de vardı.

19 Ocak 2007’de bu toprakların, soykırım halklarından birinin en naif ve en yürekli sosyalist gazetecilerinden biri olan Hrant Dink katledildi. Agos Gazetesi önünde, sırtından vuruldu. Bu topraklarda halkların bir arada yaşamasının en güçlü söylemi ve mücadelesini veren bir Ermeni olduğu için hedefteydi çünkü.

Âpe Musa’da 20 Eylül 1989’da Diyarbakır’da JİTEM marifetiyle sırtından vuruldu. Ne tanıklıkları değişti, ne şahitlikleri, ne faili belli meçhuller değişti bu günde...

Eğer devletin, iktidar aygıtına su taşımıyorsanız baskı var, gözaltı var, baskın var, toplatılma ve kapatma var. Eğer ki ulusal sorun üzerinden kimlik ve/veya sınıf kavgası veriyorsanız öldürülmek, katledilmek var.

Bugün kültürel anlamda bir özerklik talebi bile isteniyor olsa, asırlık bir direniş, 40 yıllık fiili bir mücadele sonrasında son derece sembolik ve hazımsızlıkla devletin göstermelik uygulamaları şeklinde gerçekleşiyor.

Eğer birgün Kürdistan’da çocuklar, anadilleri ile büyüyecekse, okullarında, sokaklarında, evlerinde coplanmadan, öldürülmeden, ezilmeden, eşit yurttaşlıkla, insanca, kürtçe ninnilerle, kürtçe şarkılarla, sanatla, bilimle yaşayacaksa, yüreklerinin ve mücadelelerinin bir köşesinde, saygı ünvanı olarak amca yani Âpe dedikleri Musa Anter de hep yaşayacaktır.

... ve sadece onların değil, bu topraklarda savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için sosyalizm ve sınıf mücadelesi veren herkes için unutulmayacaktır Musa Anter.

Bugün DİHA, Azadiya Welat, Jinha, Özgür Gündem ve yasaklanan tüm basın ve emekçileri içinde aynı tarih tekerrür etmekte. Cizre, Silopi, Gever, Bismil, Lice... kan ve barut kokuyor. Bir halkın üzerine bombalar yağıyor.

Basın, medya kuruluşları susturuluyor. Gazeteciler, zorla sınanıyor. Ölümle kalım savaşı gibi düşünmek ve yazmak. Haktan, haklılıktan yana olmak yine çok zor. Susmak ölmek demektir oysa.

Bir yanımız Musa Anter, bir yanımız Hrant Dink, bir yanımız Metin Göktepe...Düşündüler, gördüler ve yazdılar. Direndiler, susmadılar ve öldürüldüler.

Hangi vicdan susar? Alabildiğine düşünmek, alabildiğine yazmak, alabildiğine duyurmak ve alabildiğine yaşamak gerek.

Sekiz sütuna manşet şu olsun..
Kekik, reyhan ve kaçak tütün kokusu
taşırdı rüzgar,
Alçak damlı evlerin yüksek küçük pencerelerinden
soluk ışıklar yağıyordu geceye,
Köpek havlamaları korkulara karışır
kaygıları beslerdi,
Sonra dağlardan kurşun sesleri gelirdi,
belirli belirsiz
Namlunun ucunda çırpınırdı yürekler
Ağıtlar yankılanırdı dağlara doğru
Kapılar kırılır, talan edilirdi sevdalar
Umutlar ve insan olan ne varsa?
Ve kan akardı derelerimizden; Zilan,
Munzur, 33 kurşun, Newala Qasaba
Ve ülkenin bütün derelerinde?
O iklimde kalırdı acılar
Duymazdı bir Allahın kulu çığlığımızı
Ve dağlara sevdalanırdık
Karabasan gecelerin sabahlarında
Direnmek kalırdı Kürde
Yaşamanın bir başka adı direnmektir?

(Musa Anter)

 

Basın ve İfade Özgürlüğüne Tahammülsüzlüğün Adı: AKP

Dicle Haber Ajansı (DİHA) ve Azadiye Welat gazetelerinin bulunduğu binaya yapılan polis baskını ve gazetecilerin gözaltına alınmasını kınıyoruz.

DİHA, özellikle Temmuz ayından bu yana savaş politikalarının yaşandığı, sokağa çıkma yasağının uygulandığı bölgelerden geçtiği haberler nedeniyle AKP hükümetinin hedefi haline gelmişti.

Bu süre içerisinde DİHA’nın internet sitesi 20 kez sansürlendi. Sansürle, tehditlerle, davalarla gazetecileri yazmaktan alıkoyamayacağını anlayan iktidar “çıtayı yükseltti”, ajans binasını basıp gazetecileri gözaltına aldı.

DİHA’ya yapılan baskın AKP hükümetinin basın ve ifade özgürlüğüne yönelik tahammülsüz tutumunun vardığı boyutu gösteriyor. Buna alışmamızı istiyorlar. Alışmayacağız, kabullenmeyeceğiz.

İktidara hatırlatalım... Gazeteci, şüphecidir. Ama gazetecinin şüpheci olup gerçeğin peşine düşmesi onu sizin gözünüzde “şüpheli” haline getiriyorsa, buyrun hodri meydan. Gazeteciler yazmaya devam edecek.

DİHA ve Azadiye Welat yalnız değildir.

Gazetecilere Özgürlük Platformu


Konuyla ilişkili diğer makaleler