Ekonominin Yumuşak Karnı: Cari Açık
Türkiye’nin ödemeler dengesi açıkları, “ekonominin yumuşak karnı” olarak nitelendiriliyor. Genel olarak “cari açık” olarak bilinen açıklar, sanayiden, hizmetlere ve hatta tarıma kadar her alanda üretilenden çok ithal edilmesinden kaynaklanıyor.
Türkiye ekonomisi, ihracat da yapsa, ithalat da yapsa, bir yandan açık üretmeye devam ediyor. Birçok sektörde, 100 dolarlık ihracat yapabilmek için, 50 dolardan fazla ithalat yapılmak zorunda kalınıyor. Sektörlere bağlı olarak, bu ihtiyaç 70-80 doları buluyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) bu durumu şöyle değerlendiriyor:
“Türkiye'nin yapısal politikaları, yerli malların ithalata göre rekabet gücünü artırmaya ve ihraç ürünlerini değer zincirinde daha yukarılara çıkarmaya yönelik olmalıdır. Geçtiğimiz on yıl boyunca Türkiye'nin ihracat hacmindeki güçlü büyüme rakamları, yüksek ithalat ihtiyaçlarını karşılamadı. Buna ek olarak, ihracat değerindeki artış, ihracatın miktarsal hacmindeki artışın gerisinde kalmaya başladı.”
Bu Duvarlardan Bir Tanesini De Uluslararası Kredi Derecelendirme Şirketi Moody’s Ördü
Türkiye’nin bu “yumuşak karnı”na bağlı ağrılarında, mevsimlere göre değişiklikler yaşanıyor; turizm gelirlerinin arttığı yaz aylarında, cari açıktaki artış yavaşlarken, kışa doğru turizm gelirleri azalıp, ısınma ihtiyacından dolayı enerji ithalatı artınca, cari açıktaki artış da hızlanır. Böylece, yaz aylarında gözlenen iyileşme, kışın tam tersine döner. Kısacası ekonomi, dengesizlikler içinde denge bulmaya çalışıyor. Ancak, bu denge arayışları her zaman dönüp dolaşıp, “cari açık” duvarına tosluyor.
Bu duvarlardan bir tanesini de yakın zamanda, uluslararası kredi derecelendirme şirketi Moody’s ördü. Moody’s Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir düzeyden “spekülatif-riskli” düzeyine düşürdü. Moody’s'den yapılan açıklamada, not indirimine gerekçe olarak, "Türkiye’nin yüksek boyutlu dış fonlama ihtiyacına bağlı risklerdeki artış ve daha önce destekleyici olan borçlanma temellerinde, özellikle de büyüme ve kurumsal sağlamlıkta zayıflama" gösterildi.
“Türkiye Ekonomisinin Dış Dengeleri Sarsılacak, Borçlarını Ödemekte Zorlanacak”
Moody’s uluslararası yatırımcılara kısaca; “Türkiye ekonomisi dış kaynaklara muhtaç ve öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde ihtiyacı olan dış kaynağı bulmakta zorlanacak ve bu nedenle dış dengeleri sarsılacak, borçlarını ödemekte zorlanacak…” uyarısı yapıyor.
Moody’s açıklamasında bununla da yetinmeyip, notun daha da düşürmesinin daha kolay olacağı uyarısı da yapıyor. Buna göre, “Bütçe finansmanındaki eğilimlerin ciddi bir şekilde tersine dönmesi, yabancı sermaye akımlarında ani ve süren bir tersine dönüşün ortaya çıkması ve kurumsal sağlamlıkta beklenenden fazla bir bozulma olması veya politik risklerin beklenenden fazla artması” durumunda, bırakın notun düzelmesini, daha da kırılması için yeterli neden sayılacak.
“Suriye bataklığında biçilen rolü seve seve kabul ederken not artırımı politik değildi”
Bu aşamada, Moody’s’in notunun politik tercih olup-olmadığına ilişkin tartışmaları bir yana bırakmak en doğrusu. Bu şirketlerin politikadan arınmış olduğunu düşünmek dahi doğru değil; elbette politik hareket edecekler, çünkü küresel finansal piyasalar, bu şirketleri düzenin önemli birer parçası olarak kabul ediyor ve sistem de buna göre çalışıyor. Bir başka deyişle, 16 Mayıs 2013'te aynı Moody's, Türkiye'nin kredi notunu Baa3 düzeyine yükseltirken de, geçenlerde Ba1 düzeyine çekerken de bu düzenin bir parçası olarak hareket etti.
Türkiye hükümeti, Moody’s 2013 yılında not artırdığında, ABD ile Suriye pazarlıkları içindeydi ve sunulan bu politik rüşveti ve buna bağlı olarak kendisine Suriye bataklığında biçilen rolü seve seve kabul ediyor ve aynı zamanda da, “ekonomimizin sağlamlığı belgelendi” diye açıklamalar yapmayı da ihmal etmiyordu. Bu nedenle de, bugün ekonomik ve politik risk değerlendirmelerine gözleri kapatıp, uluslararası politik nedenlere dikkat çekmenin de bir karşılığı yoktur; olamaz. Küresel finansal sistem çalışmasını bu sistematik içinde sürdürecek ve piyasaların oyuncuları da bu şirketlerin raporlarını esas almaya devam edecek. Bu yüzden olası gelişmeleri öngörebilmek için raporlarda ne yazdıklarını bilmek gerekiyor.
Türkiye ekonomisinin dış finansal kırılganlıklarının kaldıramayacağı bir düzeye geldi
Moody’s, not düşürürken yaptığı değerlendirmede aslında bu kırılganlıktaki bir ekonomiye eskiden yatırım notu verirken şimdi neden vermediğini, açıklarken, özellikle iki nedenle Türkiye’nin risklerinin arttığını vurguluyor. Bunlardan birincisi küresel kaynak akımlarındaki oynaklığın artmış olması ve süreklilik arz etmesi. “Bu oynaklık karşısında Türkiye’nin kırılganlıkları, eskisine göre artmasa bile artık daha riskli hale geldi” demeye getiriyor.
İkincisi, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik risklerin süreklilik arz etmesi ve iç politikada da risklerin artması. Moody’s özellikle darbe girişimi sonrasındaki uygulamaların Türkiye’deki kurumsal yapıyı zayıflatmasının yanı sıra hukuk devleti ve yatırım güvenliği konusundaki kaygıları artırdığını vurguluyor. Buradan çıkarak “politik risklerin yatırım iklimini tehdit ettiğini ve bu durumun Türkiye’nin dış finansal kırılganlıklarının kaldıramayacağı bir düzeye geldiğini” söylemeye çalışıyor.
“Türkiye’nin Güçlü Adımları İçeren Kararlı Reform Uygulama İhtimali Düşük Görünüyor”
Moody’s, kredi notunun yükselmesinin kısa vadede pek mümkün olmayacağını da vurguluyor, ki bu da küresel piyasalarda en az kredi notunun düşürülmesi kadar önem verilen bir noktayı oluşturuyor. Açıklamanın ayrıntılarına bakılırsa, Moody’s Türkiye’nin kredi profilinin, önümüzdeki 2-3 yıl boyunca yavaş yavaş bozulmaya devam edeceği düşüncesinde.
Moody’s, kredi notunu düşürürken yaptığı değerlendirmede “Türkiye’nin ekonomisinin tüketim ve yabancı kaynağa dayalı büyüme modelinden daha dengeli bir büyüme modeline geçmesini sağlayacak güçlü adımları içeren kararlı bir reform uygulama ihtimali düşük gözüküyor” diyor.
Kredi notunu düşürürken politik ve jeopolitik risklere vurgu yapan Moody’s, notun tekrar artışı için politik ve jeopolitik risklerin azalmasının tek başına yeterli olmayacağını belirtiyor. Moody’s, not artışı için Türkiye’nin dış dengelerindeki zayıflıklarında yapısal bir azalma meydana gelmesi veya rekabet gücü ve kurumsal çerçevesinde ciddi bir ilerleme meydana gelmesinin gerektiğini söylüyor.
Birçok Alanda Olduğu Gibi, Türkiye’de Tüketimin De Temel Unsurunu İthalat Oluşturuyor
Kısacası, Moody’s’in de üzerinde durduğu, altını çizdiği konular, Türkiye’nin yumuşak karnı olarak bilinen ve kabul edilen “dış açıklar”da odaklanıyor. Türkiye ekonomisinin karnını “yumuşaklaştıran” temel etken, üretimden uzaklaşan ve giderek daha çok tüketime dayandırılan ekonomik yapının kendisi oluşturuyor. Birçok alanda olduğu gibi, tüketimin de temel unsurunu ithalat oluşturuyor. Küresel finansal kriz sonrası dünyada egemen olan “sıfır faiz” politikasına karşı, Türkiye’nin dış kaynak ihtiyacının dayattığı “yüksek reel faiz” politikasına bağlı olarak değerlenen lira nedeniyle, ithal mallarının fiyatları görece olarak ucuzlayınca, tüketim ithalatı da doğal olarak yükseldi. Bu gelişme de, bir türlü yüzde 2.0-2.5 bandına çekilemeyen enflasyonu iki hanelere doğru taşıyınca, 2015 başında kredi kartı ve bireysel kredilerde taksit sınırlandırması yapıldı.
Tırmanışı Durdu Ama Hedefi Hiç Tutturulamayan Enflasyonda Önemli Düzelme Olmadı
Bunun amacı açıktı; hızla artan tüketim, ekonomiyi giderek ısıtıyordu; ısınan ekonomi de enflasyon üretiyordu. Frene basılmasa, enflasyonu frenlemek de olanaksızlaşacaktı. Sonrası malum; enflasyondaki tırmanış eğilimi durduruldu ama hedefi hiç tutturulamayan enflasyonda önemli bir düzelme olmadı.
Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesine başladığı 2006 yılında bu yana enflasyon hedefleri hiç tutturulamadı. Merkez Bankası'nın açık hedeflemeye geçtiği 2006 yılında yüzde 5 hedef koymasına karşılık, gerçekleşme yüzde 94 sapma ile 9.7 oldu.
Enflasyon hedefindeki sapma 2007 yılında yüzde 110 oldu. Hedefteki sapmanın en yüksek olduğu yıl ise 2008 oldu. 2008 yılında hedef yüzde 4 olarak belirlenmesine karşılık, yıl sonunda enflasyon yüzde 152 sapma ile yüzde 10.1 olarak gerçekleşti.
Küresel finansal krizin etkili olduğu 2009-2010 yıllarında ise enflasyon hedeflerindeki sapmalar negatif oldu. Krizin etkilerinin görüldüğü 2009 yılında enflasyon hedefinde sapma yüzde -13.3, 2010 yılında ise yüzde -1.5 oldu. Enflasyon hedefindeki sapma oranları, 2011'den itibaren sırasıyla yüzde 8, yüzde 24 ve yüzde 48, yüzde 63 ve 2015 yılında da yüzde 76 oldu.
Eylül Ayı İtibarıyla, İş Dünyasının “Taksitlere Özgürlük” Talepleri Karşılık Buldu
Görüldüğü gibi, 2015 yılının başında alınan “kredi kartına taksit ve bireysel kredi taksit sayısı” sınırlandırılmalarına yönelik sınırlama önlemleri, enflasyondaki tırmanışı frenlemiş olsa da, sonuç alıcı olamadı. Bu nedenle de, “geçici” diye ilan edilen önlemler 2015 yılı boyunca sürdürüldüğü gibi, bu yıl da devam etti. Ancak, gerek darbe girişiminin etkileri, gerekse ihracatın önünü tıkayan küresel konjonktür, ekonomide ısınmanın önlenmesi bir yana “soğuma”nın başlamasına neden olunca, Eylül ayı itibarıyla, iş dünyasının “taksitlere özgürlük” talepleri karşılık buldu ve bireylerin yeniden uzun vadeli borçlanarak tüketmelerinin önü açıldı.
Hükümet, taksitlere özgürlük verirken, aynı gün yayınladığı bir kararla, konutlarda KDV oranlarını da düşürdü. Bireysel kredi düzenlemelerinde de, önceden konut değerinin yüzde 75’ini geçemeyen kredi miktarının oranı da yüzde 80’e çıkarıldı. Bu kararlar, AKP’nin “inşaata dayalı” büyüme modelini destekler nitelikte olsa da, bu da cari açık üreten nitelikli bir model. İnşaat odaklı büyümenin iç pazara dönük, ihracat yapmayan, malzeme ve iş makinası ithalatı ile döviz harcamayı körükleyen, devamında da cari açığı büyüttüğü bilinen bir gerçek.
Cari Açığın, Yüzde 70 Kadarını Enerji İthalatından Doğan Dış Ticaret Açığı Oluşturuyor
Bütün bunlar yapılır, bu adımlar atırlırken, petrol fiyatlarındaki düşüşün yardımı ve taksit sınırlamasının desteğiyle biraz iyileşmeye başlayan cari açıklarda artışın kaçınılmaz olduğunu görmek için çok fazla bilgiye sahip olmak gerekmiyor; hem de, tam Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) fiyatları yukarı yönlü desteklemek için üretimde kısıntıya gitme kararının verildiği bu günlerde… Kısacası, yıllık 30 milyar doların da altına çekilmiş olan cari açığın yeniden 50-70 milyar dolar bandına dönmesi çok da uzak değil; çünkü, Türkiye’de cari açığın, yüzde 70 kadarını enerji ithalatından doğan dış ticaret açığı oluşturuyor. Görüldüğü gibi, Türkiye için enerji çok önemli; yenilenebilir enerjiye gereken önem verilmediği ve yatırım yapılmadığı sürece, ödemeler dengesi enerji nedeniyle açık vermeye devam edecek.
Alınan Bu Karar İle, Yaz Saati "Kalıcılaştırıldı"; Artık Bize Hergün Yaz Saati Olacak
Türkiye, "enerji tasarrufu" nedeniyle, hemen tüm dünya ülkeleri gibi, uzun yıllardır "yaz saati" uyguluyordu; 7 Eylül'de Resmi Gazete'de yayımlanan karara kadar: "Gün ışığından daha fazla yararlanmak amacıyla bütün yurtta 27 Mart 2016 Pazar günü saat 03.00'ten itibaren bir saat ileri alınmak suretiyle başlatılan yaz saati uygulamasının, her yıl, yıl boyunca sürdürülmesi kararlaştırılmıştır." Bu karar ile, yaz saati "kalıcılaştırıldı"; artık bize hergün yaz saati olacak.
Tuhaf olan da bu tarafı; tüm dünyanın tersine Türkiye artık "enerji tasarrufu" adına, yalnızca yaz dönemi için kullanılan ve normal olmayan saati "normalleştirmiş" oluyor. Eğer bu doğruysa, yıllardır neden dünyaya ayak uyduruldu? Ya da, neden tüm ülkeler bu yanlışta ısrar ediyor? Bu durumda, bunu işin uzmanına sormakta yarar var; Elektrik Mühendisleri Odası (EMO). EMO'ya sormaya gerek kalmadan açıklamayı yaptı zaten:
EMO: Yaz Saati İçin Alınan Karar Özellikle Hanelerin Elektrik Faturasını Artıracaktır
"Yaz saatini tüm yıla yaymak özellikle Batı bölgelerinde daha fazla elektrik enerjisi tüketimine yol açar. Özellikle Batı'da yer alan illerde güneşin geç doğacağı gerçeği ile birlikte elektrik tüketiminin yoğun olduğu bölgelerin Batı'da yer aldığı düşünüldüğünde alınan karar özellikle hanelerin elektrik faturasını artıracaktır. Vardiyalı çalışan sanayi sektörü bir yana bırakılırsa yapılan uygulama akşam saatlerinde aydınlanma ihtiyacı ortaya çıkan küçük işyerleri ve ticarethaneler için görece sınırlı bir olumlu etki sağlayabilir."
“Manipülatif Bir Şekilde Şirketlerin Çıkarına Müdahale Mi Yapılmak İstenmektedir?"
EMO bir de, bu karara dayanak oluşturduğunu savunduğu önemli bir soru ortaya attı:
"Piyasalaştırılan elektrik sektöründe üretici ve dağıtıcıların kapasite fazlalığı ve buna bağlı olarak fiyat düşmelerinden yakındıkları bilinen bir gerçektir. Bu koşullarda alınan kararla Türkiye`nin elektrik tüketimini artırmaya yönelik manipülatif bir şekilde şirketlerin çıkarına müdahale mi yapılmak istenmektedir?"
Hükümetten yaz saatini normal saat olarak kullanmaya ilişkin karar hakkında elle tutulur bir açıklama gelmedi; ancak, sonuçlarına bakınca tüketimin artırılmasına dönük bir karar olduğu konusunda yeterli kanıt var. Bunun yanında, “Elektrik enerji tüketilecek, üretici-dağıtımcı şirketler de cirolarını artıracak; ama, ciro artışı yetecek mi?” sorusunu da sormak mümkün. Çünkü siz, ciroyu istediğiniz kadar artırın, eğer kar marjınız düşükse, ciro artırırken balon şişirmekten başka bir iş yapmazsınız; kasalar dolar dolar boşalır; geride çok fazla tortu kalmaz. Oysa, kâr marjınız yüksekse yaşadınız. Ciro ne kadar büyürse, kasadaki tortu da o kadar büyür. Bir başka deyişle, elektrik tüketimini artırmak üretici-dağıtıcı şirketlerin cirolarını artırır ama, kârlarını patlatmaya yetmez. Daha iyi ve tatmin edici kâr artışı için marj artışı da şart.
“Ne Duruyoruz; Hemen, Doğalgaz Fiyatlarının Düşürüldüğünü İlan Edelim…”
Marj artışının iki yolu vardır; ya maliyeti düşürürsünüz ya da fiyatları yükseltirsiniz. Şimdi durup dururken elektrik enerjisi fiyatlarını yükseltirseniz; her ne kadar size inanmaya hazır milyonlar olsa da, kış öncesi bunu yapmanın izahı zor olur. O zaman en iyisi maliyeti düşürmek. Elektrik enerjisi maliyetini düşürmenin yolu da girdileri azaltmaktan geçer. Girdi olarak en çok kullanılan hammadde de nedir? Yüzde 44 ile doğalgaz. O halde, doğalgaz fiyatlarını düşürmek, kâr marjlarını da artıracaktır. “Ne duruyoruz; hemen, doğalgaz fiyatlarının düşürüldüğünü ilan edelim…” Öyle de oldu; Enerji Bakanı Berat Albayrak, 1 Ekim'den itibaren doğalgazda yüzde 10 indirimin uygulamaya koyulacağını açıkladı. Albayrak, elektrikte ise herhangi bir zam yapılmayacağını belirtti. Bakan Albayrak'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
"Vatandaşımıza inşallah kış gelmeden bu süreci başlatacağımı ifade ettiğimiz için, hükümetimiz ve başbakanımızla yaptığımız görüşmede bu doğalgaz indirimini yansıtma kararı aldık. 1 Ekim'de başlamak üzere hem tüketiciye hem sanayiye yansıyacak. Doğalgaz'da zam haberleri ile gündeme gelirdik, yüzde 10'luk zam indirimini açıklamaktan çok mutluyuz."
Her Yerleri Otoyol Sarmadan, Köprüler-Tüneller Açmadan Kasa Dolmuyor, Doymuyor
Böylece, elektrik enerjisini daha fazla tüketerek, elektrik faturası kabaracak olan vatandaşa, “Doğalgazını ucuzlattık; elektrik zammı da yok, daha ne istiyorsun…?” denilirken, elektrik üretim-dağıtım tekellerine de, “Bak, doğalgaz indirimini sana da yaptık; artık elektriği daha ucuza üretecek hem de yeni saat uygulaması ile ziyadesiyle çok satacak, kasalarını ağzına kadar doldurabileceksin…” mesajları verilmiş oluyor.
Bu arada, Türkiye ekonomisinin “yumuşak karnı” ne olacak? Doğalgaz, linyit yakarken giderek çölleşen ülkenin hali ne olacak? Her yerleri otoyol sarmadan, köprüler-tüneller açmadan kasa dolmuyor, doymuyor. Kasa doymadıktan sonra, karın yumuşakmış, açmış; ne önemi var?