Emeğin, Deniz’in ve Zeytin’in karnında büyüyen şehir; “Mudanya’da Zeytin Ağacı Yapraklarıyla Boyar Denizi”

Emeğin, Deniz’in ve Zeytin’in karnında büyüyen şehir; “Mudanya’da Zeytin Ağacı Yapraklarıyla Boyar Denizi”

-38 yıl önce-

Geçmişin sazlık batak tarlaları üzerinde telaşlı adımlarla insanlar geziniyor.

İşe yetişmeye çalışan kalabalıklar uykulu gözlerle çakıl taşı döşeli yollarda daha güneşi görmeden fabrikaların dev duvarları arasında kayboluyordu. Ilık usul esen rüzgar, dev bacaların yaydığı dumanı dağıtamıyordu. Buğulu gri bulutlar yeni doğan güneşi gizliyor, göz alabildiğine uzanan fabrikaların kapısına yığılan insanları sis perdesinin içine gömüyordu. Bu manzara içinde öğle saatlerine kadar yüzünü gösteremeyen güneş, yer yer ağaç yaprakları arasından evlerin teneke damlarına gözünü kırpıyordu.

Yalakçayır’ı yeni yerleşim bölgesinden Mudanya yolu ayırıyordu. Bölünmüş arsalarda tek tük evler, yeni yapımına başlanmış inşaatlar uzun, sancılı göç yolculuklarının ağırlığıyla yükseliyordu. Boş arsaların içinde ağaçlar çiçek içindeydi. Rast gele açılmış toprak yol kenarlarında çiçeklerin tatlı kokusu bütün ovaya yayılıyor, çamurlu çayırların ve fabrika atıklarının yaydığı sersemletici duman, bu ağaçların çiçeklerini şimdilik teslim alamıyordu. Boş arsalardaki yeşil filizler ve çiçek demetleri Hamitler sırtlarına kadar uzanıyordu. Kalın sis perdesine inat, baharda yeşeren gür filizler yeni oluşmaya başlayan emekçi beldeye, göçtüğü yurtlarının ruhunu taşıyor, tepelerin sırtları ve çukur arsalarda oluşturulan bahçeler tomurcuklandığında, canlı yoksul bir yaşamı kestiremedikleri doğal seyrine doğru yeniden üretiyordu.

Haziran bitimi havalar iyice ısındı. Gökyüzünün lekesiz masmavi yüzü, yağmurlarla yıkanmış denize açılan tepelerde yemyeşil zeytin ağaçları yorgun insanları çağırıyordu.

Geçit köyünün alüvyonlu yorgun toprağı tuğla tezgahlarına taşınarak, güçlü becerikli ellerle şekillenip tarlalarda bıraktığı çukurları, sazan balıklarını besleyen ana karnı gibiydi. Geçit köyünün bitiminde başlayan zeytin ve üzüm bağları, tuğla ocaklarının oluşturduğu düzensiz çukurlarını geride bırakan mutlu gülümseyişiydi doğanın.  Uzun tarlaların iri zeytin ağaçlarıyla içine gizlediği köyler, ana kucağında beslenen bebeydi sanki. Yeşil tarlalar arasından tepeye uzanan gri kıvrımlı yolun dorukta birleştiği yerden deniz, rüzgarla şarkısını söyleyen zeytin yaprakları gibi hırçın, yönlendiren, ve hakimdi. Buradan bakınca zeytin ağaçları sanki yapraklarıyla boyamıştı denizi… Denizle birleşen upuzun tarlalarda alçaklı yüksekli tepeler kayboluyor, zeytin dalının kutsal tılsımlı gücü denizden gelen dostlukla bozulmaz bir birlik yaratıyordu.

İlçenin girişinde denizden karaya uzanan iskele, kollarını açmış bir insan gibi karşılıyor sizi. Yabancı ve yerli gemilerin mallarını yükleyip boşalttığı limanın kahvesinde, güçlü hamalların terli gülümseyişiyle içersiniz hoş geldin çayınızı. Yollar, denizler, ülkeler aşıp ilk aşkın acısını burada yaşayan konuklar,  yaşamının en unutulmaz anlarını burada bırakıp uzun ayrılıklara dönünce, Hasan TELCİ’nin güçlü kollarıyla kaldırırken yükünü, bir gazetenin kısacık satırlarında karanlık zindanlardaki ölüm orucunun haberinden hatırlayacak belki yüzünü.

İskeleden deniz boyunca uzanan daracık yol, tekel işletmesinin önünden geçip balık pazarına yakın sağdaki ufacık parkta sokak kedileriyle şarabını yudumlayan Deli Faik’in anlamlı yalnızlığına varır. Kabuk bağlayan yaralarına dokunmayan sessiz dostlarıyla, kayıtsız kalabalığa yüreğinin gümbürtüsünü duyurmadan yüklenirken şaraba, farkında bile değildir varlığınızdan…

Artık yazlık sinemaya az kalmıştır…

Sinemadan sonra yol çatallaşır. Mütareke binasını yalayan uysal dalgalara aldırmadan; aşka, dağılıp çözülmeye yol alan ilk cadde kıyıya bir ev mesafedir. Denize düşmekten korkarcasına birbirine sıkıca sarılmış Rum evleri yeni sahiplerine rağmen hala kendi türkülerini söylüyordu.

Ben onu çok sevmiştim dedi biri.
Onu ben dağları aşarak iyot ve yosun kokulu sokaklarına ilk girdiğimde g
örmüştüm, yurtsuzdum, yaralıydım.             
O da beni sevmişti.
Savaşın sonlandığı günlerde rüzgarlı yollara düştüler. Bir kent bıraktılar geriye .
Athena
’nın ektiği filizler yeşerdi, tepeler yaprak yaprak.
Buna rağ
men Poseidon’un atları yendi.
Barış sessiz, savaş çığlık çığlığa…”

***

Bu sokağa ilk adımımı attığımda on yedi yaşımdaydım. Mütareke binası ve yazlık sinemadan belli aralıklarla denize paralel uzanan bu üç yol askeri karakol alanıyla kesiliyor,  ikisi en üst yolla paralel bir caddeden üçüncü yola bağlayıp Tirilye’ye doğru devam ediyordu. Ahşap evlerin sokaklarından geçip üçüncü yolun hemen kıyısından tepelere uzanan zeytin tarlaları Mudanya’nın kıyı boyunca eskil evlerini bir dost dayanışmasıyla kucaklıyordu. İlçenin güney yerleşimi Burgaz’da, deniz kenarlarına yapılan tek tük evler zeytin ağaçlarının kutsallığıyla sınırlandırılmıştı.

Barış tanrısı bereketti, egemendi. Hoyrat rüzgarlara, kuraklığa, soğuğa, dalgaların ısrarlı gürültüsüne direnmişti… Sessizdi ama. Bereketi, denizi boyayan rengi yaşamın gerçek yüzüydü. Herkese açtı kucağını, yolu düşenleri sorgulamadı. Gidenleri özledi, gelenleri aldı koynuna, kendinde olanları kıskanmadan verdi.

Geçip giden yıllar mı?
Esip giden sıcacık bir rüzgar…
Ömrümüz denizin getirdiği bereketti tepelerde,
Gözlerimiz iri.
Mudanya insanının zeytindendir yürekleri…

***

Otuz sekiz yıl önce Mudanya’ya ilk geldiğimde, sekiz bin nüfuslu bir ilçenin güçlü tarihinin biriktirdiği sosyo-kültürel süreç yaşanan sancılara rağmen farklı etnik yapıların hoş görüşü üzerinde şekillenmişti. Özgün ekonomik yapısı deniz ve zeytin üzerinden gelişirken, bu sürecin üzerine oluşan üretim ilişkileriyle belli bir uyumu da ifade ediyordu. O dönemin gözüyle anlatmaya çalıştığım Mudanya, bu gün kesinlikle çok farklı bir yerde.

Bir biçimde siyasal iktidarla ilişkili birkaç inşat şirketinin lüks yapılaşma adına zeytin alanlarını katledilmesi, daha üst basamakta gelişmiş bir üretim sürecine yöneltmedi Mudanya’yı. Onun yerine üretmeyen, geleceği tüketen çarpık yapılaşma zenginliğin ölçüsü gibi sunulsa da, adım adım katledilen zeytin kadar ilçeyi yoksullaştırmakta. Kumyaka Köyünden Eşkel’e kadar uzanan zeytin alanları bu bölgeye yapılacağı söylenen liman nedeniyle öngörülen bir milyona ulaşacak yerleşim alanı bu inşaat şirketleriyle ilişkili kişilerce ucuz fiyatlara kapatılmakta. Bu talep karşısında bir miktar yükselen zeytin tarla fiyatları yerli halka cazip geldiğinden, konunun talan ve  çevre düşmanı yönünün kitlesel tabanını oluşturma sıkıntılarını da yaratabiliyor. Olumsuz sonuçlarını yerli halkın şimdiden net şekilde hissedemediği bu durum gelecek kuşağın, torunlarının lokmasından bir hırsızlık aslında. Elbette ki yeni durumun ortaya çıkardığı rantçıl, mirasyedi ekonomik yapı, kendine uyan ilişkiler bütününü de doğuruyor. Bu da kent kültürünü üreten temel kaynağa, yerel insiyatifin ısrarlı, üretken-bilinçli müdahalelerini zorunlu kılıyor.

Geleceğin Mudanya’sının sosyal-ekonomik-kültürel tarihsel gelişim sürecinde halkın yararına biçimlenmesi, toplumun tüm kesitlerinin sorunlarını tespit etme ve sonuçlar çıkarma noktasında aktif katılımını en temel seçenek olarak öne alıyor. Yılardır, gelişme adına doğal ekonomik tercihlerinin bilinçli tahrip edildiği, kültürel dokusunun yok edilmeye çalışıldığı durum, halkın doğrudan katılımının sağlanabileceği yerel inisiyatif Halk Meclislerine, Demokrasi Meclislerine önemli görevler yüklüyor.

------------------------------------------------

Açıklama:

YALAKÇAYIR: Bursa organize sanayinin kurulduğu ovanın adı… EMEK: Yalakçayır, şimdiki Renault fabrikası karşısında yoğunlukta Kürtlerin ve Karadenizlilerin oluşturduğu emekçi belde… GEÇİT Köyü: Mudanya Bursa arasında. Arazisi zengin milli toprağıyla kaplı. Tuğla yapına elverişli bu toprak uzun yıllar ilkel tuğla işletmelerinin alanı oldu. Şu anda çok katlı binaların yapıldığı mahalle… Hasan TELCİ: 12 eylül sonrası cezaevlerinde ölüm oruçlarında yaşamını yitiren devrimci. Mudanyalı. O yıllarda gemi yük boşaltımında çalışan iskele işçisi.


Konuyla ilişkili diğer makaleler