EMEK HAREKETİ SORUNLARI - SENDİKALAR VE İŞSİZLİK

EMEK HAREKETİ SORUNLARI - SENDİKALAR VE İŞSİZLİK

İşsizler ordusu

Neoliberal dönemin en büyük tahribatı emek alanında gerçekleşti: 1970’lerde işçi sınıfı ve demokrasi güçlerinin kazanımları önemli boyutlara yükseldi: en azından Türkiye işçi sınıfı için bu söylenebilir.

1980 faşist darbesi ile zayıflatılan Sendikalar, Komünist, Sosyalist Partiler yeniden onarılabilirdi ancak bu kaba fiziksel saldırıların yanı sıra ideolojik, politik saldırılarla birlikte işçi sınıfının ve emeğin dayandığı sınıfsal temellerde de önemli değişimler yaşandı. Yasalar değiştirildi. Üretim, daha küçük ölçekli birimlere, taşeron şirketlere bölünerek büyük sermaye geri plana çekildi, ana şirket ve yapılar işçilerin, sendikaların muhatabı olmaktan çıkarıldı. Hizmet alanı genişletildi ve süresi belirsiz, iş anlaşmaları ile toplu sözleşme düzeni aşındırıldı. Emek ilişkilerine, işçinin sermaye karşısında yalnız bırakıldığı bireysel, belirli süreli, güvencesiz kaotik bir ortam egemen oldu.

Yenilenme zorunluluğu

Bu ağır ideolojik ve fiziksel saldırılar altında da olsa işçi sınıfının siyasi mücadelesi hep sürdü; Komünist, Sosyalist, Sol siyasi parti ve hareketler kendi programlarında belirlediği strateji ve taktiklerle, yakın ve uzak hedeflerine ulaşmanın çabası ve faaliyetini devam ettirdiler. Burada Kürt demokratik ve siyasal mücadelesinin Türkiye’de demokrasinin kazanılması hedefiyle birlikte yükselmesi Sol’a da yeni bir ivme kazandırdı; birlik ve ortak mücadelede programatik hedefler ortaya konuldu. Ancak bu da yeterince etkili olamadı; Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerini, Kürt düşmanlığının, şovenizmin etkilerinden kurtaramadı. AKP eliyle uygulanan devletin güvenlikçi, saldırgan iç ve dış politikaları emek hareketi başta olmak üzere herkesi kendi kabuğuna çekilmeye zorladı, ayrı kompartımanlarda, kendi sorunlarıyla uğraşmaya mecbur etti ve bunda başarılı da oldu. Bu durumu tersine çevirmek için de emeğin sorunlarına daha geniş bir perspektiften bakma, geçmişten farklı mücadele araçları, hedefleri, yol ve yöntem arayışları zorunluluğu ortaya çıktı. Birkaç sorunu bu bağlamda ele alabiliriz.

Emeğin iktisadi ve demokratik örgütlülüğü

Sendikalar üzerine çok konuşuldu; hali hazırda devletin tam anlamıyla tahakkümü ve denetiminde yürüyen bir “ana akım sendikacılık” var. Zaten geçmişinde bir sınıf mücadelesi geleneği de olmayan, Türk-İş’le ilgili basında duyulan son demeç; 2021 yılı başındaki Asgari Ücret Komisyonu’nun kararına muhalefet etmek oldu. Varlığını AKP iktidarına borçlu Hak-İş devletin emek rejimine ses çıkarmayı değil sessizliği seçmek zorunda. Memur-Sen, devletin parti devleti haline getirildiği bu süreçte ve devletin her tür imkânını kullanarak Kamu Emekçilerinin çok büyük kesimini devlet politikaları içinde tutmaya çalışıyor. KESK, DİSK, elinin ulaşabildiği her alanda mücadele veriyor, susmuyor, itaat etmiyor.

İşçi sınıfımız örgütlü müdür?

Bunlar herkesin bildiği şeyler ve yine sıkça tekrarlanan çözüm de sendikal örgütlenme olarak karşımıza çıkıyor; geçmiş tekrar edilebilirmiş gibi bu yolda ısrar ediliyor. O halde kendimize bazı sorular sorarak mesele üzerinde düşünelim. Söz gelimi bu üç konfederasyona bağlı işçiler bağlı oldukları konfederasyonlarını işçi meselelerinde işçiden yana bir tavır almaya zorlayacak bir imkâna sahip midir? Bu süre içinde işçileri ilgilendiren hiçbir haksızlık, ses çıkarılması gereken bir sorun olmamış mıdır?  Elbette her gün haksız işten çıkarmalar, iş cinayetleri, salgına rağmen işçileri çalışmaya mecbur etme ya da işten çıkarma yasağı safsatasıyla açlık sınırının altında geçici bir ödemeye mecbur bırakma, ahlaki nedenler ileri sürülerek işten çıkarılan kod 29 mağdurları gibi binlerce haksızlık oluyor. Ancak, Türk-İş’in, Hak-İş’in, Memur-Sen’in misyonu ve görevi budur; işçi sınıfının, Kamu Emekçilerinin “en örgütlü”, toplu sözleşme haklarını kullanan kesimlerini, “işin dışında tutmak”, bir şey olmuyormuş gibi davranmalarını sağlamaktır. Bu nedenle kendimize tekrar soruyoruz, işçi sınıfımız örgütlü müdür?

Sendikalar parçalı yapılardır

Emek alanının yeniden yapılanması meselesinin önemli bir sorununu burada önümüze koyabiliriz: Bu kadar muazzam bir birikimi; parayı, insan gücünü, mal varlığını, deneyimi bünyesinde barındıran “müesses sendikalar” yeniden yapılanmanın dışında bırakılabilir mi? Elbette hayır, bunu yeniden örgütlenmenin bir sorunu olarak gündemimize almazsak, bu alanı devlete ve sermayeye bırakmış oluruz. Bu nedenle kurulu sendikal yapıları emeğin örgütlenmesinin önemli alanlarından birisi olarak kabul etmek ve nereden başlanacağını, mücadele araçlarını ve mücadele hedeflerini birlikte, daha çok o kurumların içinde olanlarla tartışarak bir sonuca doğru yürüyebiliriz. Meselenin detaylarını işi yürüteceklere bırakarak sadece birkaç belirleme yapabiliriz. Öncelikle bu büyük yapılar homojen ve yekpare değildir; onları bir arada tutan nedenler üzerinde düşünürken daha şimdiden çok parçalı, birçok farklı görüşü içinde barındıran sendikaların bulunduğunu görebiliriz. Özellikle Türk-İş bünyesinde bulunup da işçi sorunlarına karşı duyarlı davranan sendika merkez ve şubeleri olduğu biliniyor. Birçok bölgede Bölgesel İşçi Birlikleri, Şube Platformları deneyimleri yaşandı. 89 Bahar eylemlerinden başlayarak, Tekel direnişleri, Zonguldak madenci yürüyüşü, Cam işçilerinin, deri işçilerinin, büro işçilerinin grev veya direnişleri önemli deneyim birikimleridir.

Yapı sökümü

Bunlar emeğin hafızasına işlenmiştir ve mutlaka değerlendirilmelidir. Ancak bu alanın özgün sorunu öncelikle bu yapıların yıkımını değil sökümünü gerçekleştirmektir. Bunu daha sonraları da sıkça işleyeceğimiz bir konuya dayandırabiliriz: örgütlenmemizin odağını, iyi korunan fabrikalardan, girilemeyen sanayi bölgelerinden, serbest bölgelerden, devlet dairelerinden yaşama mekânlarına, mahallelere kaydırabiliriz. Bu yolla yürütülecek örgütlenmenin giremeyeceği, etkileyemeyeceği alan yoktur. Böylece hali hazırda kurulu, yerleşik sendikalarla ilgili programlı, demokratik, hedefi belli çalışmalar bir anda; koşulların elverdiği durumlarda beklenmeyen büyüklükte ve önemde sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Tarihi yeniden yazmak

Bu gün taşeron, geçici işçilerin örgütlenmesi, kömür madenlerinde rodövans uygulamasının kaldırılması, tarım, orman işçilerinin örgütlenmesi, inşaat işkolunda denetlenebilir işçi sağlığı önlemlerinin alınması gibi genel konularda, bu alanlarda kurulu, bağımsız sendika ve işçi derneği benzeri yapılarla iş kolu sendikalarının işbirliği ve yardımlaşma örnekleri yaşanmıştır ve bu alan işlenmeye açıktır. Bu alanda bağımsız, mücadeleci, devrimci sendika, işçi derneği ve işçi birliği veya adı konulmamış çoğu kendiliğinden patlayan direnişlerle şekillenen bir mücadele hattı vardır ve geleceğin tarihini bugünden yazan mücadeleler verilmektedir. Burada yeniden yapılanma hayatın içinde şekillenmektedir, eksik olan yakın hedeflerin açık ve anlaşılabilir şekilde tüm emek alanında mücadele veren güçlerce tartışılması ve ortaklaştırılmasıdır. 

 

İŞSİZLİK, DOKUNANIN ELİNİ YAKAN GÜÇ

Bu güç işsizlerdir. İşsizler mücadelenin asli gücü olabilir mi? İşsizlik, kapitalizmin bize dayattığı, “çaresi olmayan” bir sorun mudur? İşsizlik, bu düzen devam ettiği sürece devam edecek olan sorun gibi zihinlerimize işlenmiştir ve duyduğumuz çözümlerin hemen hepsi işsizliği sonu belirsiz bir geleceğe ertelemeyi, bu şekilde ondan kurtulmayı çağrıştırır. Sosyal Demokratlar, ekonomi büyüyecek, sermaye yeni iş alanları açacak, yatırım yapılacak ve işsizlik azalacak derken, Sendikalar 35 saatlik çalışma haftası, vardiyalı çalışma, daha çok istihdam benzeri tedbirleri programlarına yazıyor. Bireyleri emek piyasasına kazandırmaya çalışan mikro kredi, meslek edindirme, iş kazandırma veya çeşitli sosyal yardımlar vererek destekleme ve benzeri tedbirlerin kapitalizmin ve düzenin sağlayacağı olanaklara bağlı olduğu ve çeşitli yerler ve şartlarda başarı sağlasa bile işsizlerin, kayıt dışı çalışanların, göçmen işçilerin sorunlarına kalıcı bir çözüm olmadığı, olamayacağı açıktır. İşsizliği azaltacak bütün önlemler uygulanabilir. Yatırımlar yapılabilir, tarım emeği değerlenebilir, çalışma saatleri azaltılabilir ancak bütün bunlar kapitalizmin patronların işsizleri, çalışanlar üzerinde bir tehdit aracı olarak kullanmaktan alıkoyamaz. Bu nedenle nüfusun ezici çoğunluğunun savunacağı, uğrunda mücadele vereceği bir hedef ortaya konmalı ve ayrıntıları tartışılmalıdır. Bu hedeflerden birisi bile gerçekleşirse, kapitalizmin dayandığı temeller sarsılabilir, yarıklar oluşur.

İşsizleri ve işsizliği tanımak

Birkaç temel meseleye biraz daha yakından bakarak irdelemeliyiz; en son işsiz kalandan, en kolay ulaşılabilecek olandan başlayarak, işsizliği kitabî söylemden çıkararak gerçekliğini öğrenmek ve kavramak zorundayız. Yine acil sorunlardan birisi, işsizler, “bir çatı altında, bir koruma şemsiyesi altında” toplanmalı, bunun için kamuoyu oluşturulmalıdır; örneğin sendikalı olanların sendika üyeliğinin devam ettirilmesi, elbette bunun karşılığı olarak ta asgari ihtiyaçlarını giderecek bir gelir temin etmelerini sağlamak; önceleri bu işçi dayanışmasıyla veya sendika olanaklarıyla karşılanabilir.

Bir başka sorun: deneyimlerimizden biliyoruz ki “amacı, yakın ve ulaşılabilir bir hedefi” olmadan hiçbir hareket kalıcı olamaz. O halde bu hedefler üzerinde çalışmalıyız. Mesele öz haliyle ortaya konulduğunda bu hedef “hiçbir kayıt ve koşula bağlı olmaksızın bireylere “hak” olarak ödenecek “temel gelir güvencesi”dir. Bu sayede çalışanların üzerinde ki basınç kalkacaktır; düşük ücretle çalışmak için fabrika, işyeri kapılarında bekleyen, grev kırıcı olarak kullanılan, aç kalmamak için ölümüne madene giren, iskeleye çıkan milyonlarca insan rahatlayacak, açlık korkusu ortadan kalkacaktır. “Çalışma”nın değeri ve kalitesi artacaktır. İşsizlerle çalışanlar arasında süre giden rekabeti dayanışmaya dönüştürecek, zor ama önemli bir mücadele hedefidir.

Değerlerin önemi

Bu bağlamda tartışılması gereken önemli bir sorun daha var; sosyal devlet, toplumsal refah, birlikte kalkınma gibi kavramların aşındırıldığı yerine acımasızca üsttekinin bir altını ezerek, sömürerek yaşadığı ilişkilerin egemen olduğu bir toplum gerçeğidir. Gözünü sermayenin azgın ve gemlenemez kazançları yerine tesis edilen düzenin olanaklarıyla işçisini sigortasız, güvencesiz dolayısıyla daha ucuza çalıştırmanın yolunu arayan taşeronun, mevsimlik göçmen işçinin üç kuruşluk gelirinden pay alan dayıbaşının, kendi hakkını korumak yerine ilk krizde işçisini çıkaran küçük patronun direnci de hesaba katılmalıdır. Bir yandan kapitalizm işleyişini sürdürürken, bunun aynı zamanda toplumun ahlaki değerlerini yok eden, acımasız bir ideolojik saldırı ve inandırma mekanizmalarıyla birlikte yürütüldüğünü de gözlerden ırak tutamayız.

Kapitalist işleyişe müdahale

Bütün bu nedenlerle ileri sürülen talep kapitalizmin işleyişine müdahale eden bir içerik taşımaktadır. Talebin sivri ucunu doğru yönlendirdiğimizde kimse açıkça milyarlar kazanan ve her krizde zenginlikleri artan büyük banka, silah, ilaç, gıda, otomotiv gibi sermaye tekellerini savunamayacaktır. Ya da devletin bir mütahitler grubuna, akrabalarına yandaşlarına silah endüstrisi kurduran, bunu devlet garantili alımlara bağlayan halkın cebinden, ekmeğinden çaldığını dağıtan devleti açıktan savunamayacaktır. Çünkü talep, temel gelir güvencesinin kamu kaynaklarınca karşılanmasıdır, ilk krizde işçisini çıkaran sermaye patronlarının krizin yükünü ortak taşıma payı da çıkarılabilir. Bunlar tartışmaların ilerlemesiyle ortaya çıkacak sorunlardır, ana fikir kabul edildiğinde çözümü daha kolaydır.

Temel gelirin güvencesinin kaynağı var

Mevcut koşullarda tam istihdamın sağlanamayacağı tespitine dayanan ve birçok ülkede farklı şekilde de olsa gündemde olan temel gelir desteği uygulaması bir ülkedeki belirli bir düzeyin altında gelire sahip vatandaşlara kamu kaynakları kullanılarak düzenli ve şartsız nakdi ödenek tahsis edilmesi olarak tanımlanmalıdır. Türkiye’de sosyal yardımlar dünyadaki uygulamaların aksine tamamlayıcı sosyal koruma araçlarından biri değil çoğu zaman politik bir manüpile aracı olarak kullanılmaktadır. Esasında bu amaç için ayrılabilecek ödeneğin büyük bir miktarı bugün dağıtılmaktadır. Devletin, Valiliklerin, Belediyelerin dağıttığı sosyal yardımlarda, bu yardımların dağıtımında yaşanan sorunlar ibretlik örneklerle doludur; kurumsal dağınıklık, mükerrerlik, patronaj ilişkileri, adaletsizlik algısı, aynî yardım dağıtımının vatandaşın onurunu zedelemesi gibi. En önemlisi temel gelir yoksulluğa karşı geçici, düzensiz ve her an geri alınabilir bir yol olan sosyal yardımlara hak temelli, kalıcı ve düzenli bir alternatiftir.

Emek tarihi yol göstericidir

Mücadele tarihimizden önemli verileri seçip çıkarmayı başarabilmeliyiz; söz gelimi ne kadar küçük veya etkisiz olduğunu ileri süren çevreler olsa da ve çoğu unutulmaya terk edilse de tarihte “işsizlik” konulu miting ve gösteriler sermayeyi paniğe düşürmüş, devleti çözemeyeceği bir sorun karşısında aciz ve çaresiz bırakıştı. Emek tarihine, 3 Mayıs 1962’de “Açların Yürüyüşü” olarak geçen beş bin işsizin Ulus Meydanından, Meclis’e yürüyüşü, işsiz kitlelerin öfkesinin, çözüm bekledikleri devlete yöneltmiş olmasının gücünü ortaya koymuştu. Bu da gerek o anda mecliste bulunan milletvekillerinin, gerekse de daha sonraki yıllarda politikacıların korkulu rüyası olmuştu. Bu baskı sürdürülemedi, unutuldu, her sendikacı ağzını açtığında işsizliğin kötülüğünden bahseder ama o kadar, çünkü düzen içinde, getireceği kalıcı bir çözüm veya önerisi yoktur. Biz öncelikle sorunu gündeme getirerek ve önerilerle zenginleştirerek duyarlı çevrelere de yol gösteriyor, çağrı yapıyoruz. İşsizlik sorununun çözümünde öteki sorunlarda olduğu gibi düzenin sınırlarını zorlamadan ve bu zorlayıcı gücü biriktirecek kapasiteyi harekete geçirmeden bir sonuç alınamaz.

İşsizlik kapitalizmin en güçlü silahı aynı zamanda zayıf karnıdır

Bu nedenle işsizler mücadelenin kitlesel gücü haline getirilmelidir. Sermaye, işsizliği, işçi sınıfını bölerek, çalışanlar ve işsizler arasında rekabet yaratarak, çalışanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanıyor. Bu nedenle de alacağımız önlemler ve uygulayacağımız politikalarla, işsizliği bir toplumsal felaket olmaktan çıkaracak işçi sınıfı ve emek güçleri ile birlikte mücadelenin asli gücü haline getireceğiz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler