Görevlerimiz Çok, İşimize Bakalım…

Görevlerimiz Çok, İşimize Bakalım…

Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi bir kırılma döneminden geçmektedir. 12 Eylül askeri faşist darbesinin açtığı yara tüm devrimci güçlerin dillerinden düşürmedikleri gerçek bir vakıadır. Bu 40 yıla yaklaşan süreç, bir insan ömrünün üçte ikisine tekabül ediyor. Evet, 12 Eylül askeri faşist darbesi büyük yaralar açtı. Geriletti. Neki, devrimci sınıf hareketi sadece 12 Eylül sayesinde gerilemedi. Bizce bu görüş ciddi bir yasak savmadır. Kendimize asıl zararı biz kendi sıralarımızdan verdik. Onun da ötesinde dünyadaki gelişmeler etkiledi.

Sürekli kötümser tablolar çizmek devrimcilerin işi olmasa gerek. Bazı olguları ne de çabuk unutuyoruz. 12 Eylül askersel faşist diktatora döneminde tek tek devrimci, sosyalist kadrolar hiç mi direnmedi, bedel ödeme pahasına canilerin karşısında dimdik durdu. İşkencede, sokak aralarında ve darağaçlarında direnerek kahramanlık destanları yazdılar.

Bize göre sınıfta kalanlar, örgütler, kadrolar değil, o dönemin örgütlerini yöneten yöneticilerdir. Dönemin adları ile örgütleri nitelersek, TKP kadro ve örgütleri 80’li yılların sonlarına kadar yeraltında faaliyetlerini yürütmediler mi? TKP’nin Ortadoğu Parti Örgütü, İstanbul İl Komitesi, Parti Gençlik Birimi, Proletarya içindeki öncü işçilerden oluşan parti hücreleri ne kadar çabuk unutuldu. Avuç içi kadar Proleter İstanbul ve İleri gazetelerinin işlevleri, yine avuç içi kadar basılan Savaş Yolu kitabı, İllegal Çalışmanın Teknikleri ve Güvenlik Önlemleri broşürü hiç mi hafızalarda kalmadı. Ya TKP’nin Sesi ve Bizim Radyo yayınlarından yapılan çağrılar, yönlendirmeler… Devrimci Yol ve Devrimci Sol kadroları ve örgüt birimlerinin Orta Doğu’da, Karadeniz, Akdeniz ve Kürdistan dağlarında savaşmak için hazırlandıkları hiç mi tarihte yerini almayacak. Partizan, Emeğin Birliği ve Halkın Kurtuluşu örgüt birimleri ve kadrolarının Dersim, Maraş, Antep, Malatya dağ örgütlenmeleri yok mu sayılacak? Devrimci Kurtuluş birimlerinin metropollerde şehir gerillası taktikleri ile 80’li yılların ortasına kadar süren eylemlilikleri çok mu önemsizdi?

Biz bazı gerçekleri unutuyoruz, ancak 1982 yılı sözde Anayasa Referandumu sürecinde Diktatör Evren’in İstanbul ve Ankara Anayasa Mitinglerinde TKP’ye, THKP-C, THKO ve TİKKO geleneğinden gelen örgütlenmelere saldırıları karşılıksız ve nedensiz miydi? 1982 yılında Evren’in İstanbul Mitinginde TKP’nin Sesi Radyosu’na konuşmasının üçte birini ayırması gerekçesiz miydi? Ya, diktatör o konuşmasını yaparken kafasındaki tepsi asker şapkasına düşen TKP’nin Sesi radyosu karikatürü ile miting alanında yapılan pullama ve kuşlama…? İşbirlikçi tekelci burjuvazinin ve diktatörlüğün, dönemin borazanı Tercüman Gazetesinde çıkan yazılar, atılan manşetler? Kasım 1983’de Bilen Yoldaş’ın ölümü üzerine Hürriyet Gazetesi’ne verilen VEFAT ilanı? Tercüman gazetesinin buna manşetten tepkisi? Bunlar yoktan var olan eylemler miydi? Bunları bugün nasıl yok sayarız? İTÜ’de, ODTÜ’de, KTÜ’de, İstanbul, Hacettepe, Ege ve Akdeniz üniversitelerinde ilerici, yurtsever devrimci gençliğin direnişleri. Yeni bir devrimci gençlik kuşağının diktatörlük koşullarında yaratılabilmesi? Bunlar boş işler miydi?

Kendimize haksızlık etmeyelim. Kendi kendimizi demoralize etmeyelim. Bu yaşanmışlıkları hatırlayalım. Ve bu yaşanmışlık olumluluklar ile aynı süreçte ve sonrasında yaşanan olumsuzluklardan günümüz mücadeleleri için dersler çıkaralım.

Bizi bu hale getiren 12 Eylül olmadı. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere Dünya Sosyalist Sistemi’nde yaşanan karşı-devrimci süreç oldu. Sadece örgütsel ve politik anlamda değil. Özellikle ideolojik alanda yarattığı tahribat çok büyük oldu. Örgütsel ve politik olumsuz gelişmeler ideolojik tahribatın bir sonucu olarak karşımıza çıktı. Bizim gibi “Sovyetler Birliği’ne karşı tavır komünist olmanın kıstasıdır” diyen pro-Sovyet olarak adlandırılanlar da, Sovyetler Birliği’ne “revizyonist” ve hatta “sosyal emperyalist” nitelemesini yapanlar da, Reel Sosyalizmin bütün eksiklikleri ve yanlışlıklarına (sonuç onu gösteriyor) karşın önemini karşı-devrimin geçici de olsa başarısından sonra fark ettiler. Biz sahip çıkarken eleştirenler Dünya Sosyalist Sistemi’nin gelişmekte olan ülkeler işçi sınıfı hareketleri ve ulusal kurtuluş hareketleri açısından ne denli önem arzettiğini sonra yaşayarak gördüler…, gördük.  Bu değerlendirmeler günümüz mücadeleleri ve gelecekteki gelişmeler açısından küçümsenemeyecek önem taşımaktadır. Onun için farklı geleneklerden ama aslında tek bir kaynaktan, Mustafa Suphiler’den gelen tüm bu kanalların ortak hareketini, birleşik mücadelesini, mücadele cephesini örmek gerekiyor. 12 Eylül ve Reel Sosyalizm’de yaşanan karşı-devrim sonrası oluşan temel sorunların ilacı ve çözümü bu yaklaşım olacaktır.

Bir de muhakkak moralimizi yüksek tutarak kendimize, arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza olan güvenimizde şüpheye düşmeyelim. Mihenk taşı, yani ölçü olarak da yüz yıla yaklaşan devrimci sınıf mücadelesi geleneğimiz konusunda gücümüz, bilincimiz, deneyimimiz, yaratıcılığımız konusunda tereddüt etmeyelim. Bu şanlı, inişli, çıkışlı tarih konusunda en olumsuz etkiyi, Reel Sosyalizm dünyasında yaşanan karşı-devrimin hazırlığı, gerçekleşmesi ve ardındaki süreçte sınıfta kalan, inançlarını yitiren, sınıf bilincini kaybeden, bilimden kopan, kimisi ruhunu burjuvaziye satan, inançsızlaşan 12 Eylül öncesi yöneticiler yaratmışlardır. Kaybettikleri tüm bilimsel inançlarını yöneticisi oldukları örgütleri tasfiyeye yönelerek, liberal, reformist çizgilere kayarak, onlara güvenen, inanan tabanlarına en büyük kötülüğü yapmışlardır. Yıllarca yapıştıkları koltuklardan kalkamayan, egolarını tatmin edemeyen bu unsurlar, “biz tövbe ettik artık çekiliyoruz” diyeceklerine veya daha dürüst davranıp “inancımızı yitirdik, siz devam edin” tavrı koyacaklarına, kendi tükenmişlik ve çöküşlerini örgütlerine, yönetici kadrolarına, militanlarına şırınga ederek onarılması yıllar süren yaralar açtılar. Karşı-devrim saflarına geçmedikleri sürece onları da yargılamıyoruz. Emek, barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin herhangi bir alanında veya durağında onlarla yine yüz yüze geliyoruz ve bundan sonra da geleceğiz. Artık bilimsel sosyalizme inanmasalar, o uğurda mücadele etmeseler dahi, demokratik dönüşümler, barış ve toplumsal ilerleme mücadelesinin herhangi bir renginde, yeşilinde, pembesinde, sarısında yer alabiliyorlar. “Buna da şükür” demekten kendimizi alamadığımız oluyor. Tabiri caizse “ağlanacak halimize gülüyoruz”.

Bu vatandaşların bu duruma gelmelerinde temel neden 12 Eylül değil, Reel Sosyalizm’deki karşı-devrimdir. Yapacak bir şey yok. Onlar kendilerine, bilime, sınıf savaşımına inanmıyorlarsa biz ne yapalım? Neden Reel Sosyalizm nitelemesi kullanılıyordu ve de hala kullanıyoruz? İki nedenden dolayı; Birincisi; “Yaşayan Sosyalizm” anlamında. İkincisi; Bu kadar uzun süren bir ilk deneyim olduğundan, eksiği ile fazlasıyla, yanlışı ile doğrusu ile germekte ne ise o sosyalizm anlamında. Nesneyi görmek istediğimiz gibi değil olduğu gibi kabul edip nitelemek gerekiyor. Ancak belirleyici olan şudur; Bizler artık bayrağı devraldık. Onlara takılmayacağız, yeteri kadar zarar verdiler, daha fazla zarar vermelerine izin vermeyeceğiz. Nasıl diye sorarsanız, yanıtımız çok yalın, gerçekçi ve sade: Kendi üstümüze düşen görevleri olumsuzluklardan etkilenmeden, rotamızı şaşırmadan, ölçülerimizi doğru koyarak, yenilgilerden de ders çıkararak, hedefe kararlılıkla yürüyerek diyebiliriz.

Hayıflanma gerekçemiz olmamalı. Bugün HDK çerçevesinde yaratılan birliktelik, onun kitlesel tabanı, 12 Eylül öncesi gerçekleştirilememiş düzeyde bir olgudur. Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle 1984 yılından itibaren, çeşitli virajlar, kavşaklar, inişler, çıkışlar, yenilgi ve başarılar ile geldiği kitlesel, etkili, kıymetli nokta. Sadece Türkiye açısından değil Orta-Doğu açısından oynadığı önemli rol. Bunun değerini bilmemiz gerekir. Ama eksikliklerimizin de farkında olmalıyız. Dün 12 Eylül, bugün OHAL olarak süren baskıcı diktatoranın da verdiği zararları ve yarattığı kısıtlamaları küçümsemeden, ama geri adım atmadan, rotamızdan şaşmadan yolumuza devam ediyoruz.

Sınıf savaşımını günümüz koşullarında geliştirirken, geçmişin yaralarını ve onların mirasını onarırken kuşkusuz ki yeni yöntemler, taktikler, esneklikler göstereceğiz. Yeni örgütlenme biçimleri, güç birlikleri yaratacağız. Etki alanımızı geliştirmek, kitleselleşmek için tüm yaratıcılığımızı kullanacağız. Ama bir tek konuda taviz vermeyeceğiz. O da işçi sınıfının bilimine, onun stratejik amacına ve örgütüne olan sarsılmaz inancımız ve bağlılığımızdır. Yeni geliştireceğimiz her yöntem onun çevresinde, onun etkisinde, onun girişimi, takibi ve öncülüğü ile yaşama geçecektir ve geçmektedir de. HDK/HDP deneyimi, sınıf ve kitle sendikası olmayan sendikal konfederasyon ve iş kolu sendikalarındaki çalışmalarımız, semt, mahalle ve fabrikalarda gelişen politik kadro örgütlenmelerimiz, genç işçi kadın ve erkekler arasında yaratılan çeşitlilik gösteren yeni örgütlenme biçimleri ve onların genele olan etkisi son 20 yılda bize çok deneyim kazandırdı. Bu çalışma alanlarını daha da çeşitlendirmek ve geliştirmek, yeni alanlar yaratmak, Türkiye devrimci hareketinin kitleselleşmesini sağlamak, güç ve eylem birliğini geliştirmek sonu olmayan bir süreç olarak görev ve çalışma perspektifleri geliştirmeyi zorunlu kılıyor. İşçi sınıfının politik öncü örgütünün varlık nedeni ve zorunluluğu bununla çelişmiyor. Tam tersi tüm bu çalışmaların başarıyla geliştirilmesinin teminatı oluyor.

Biz karşı-devrim saflarında olmadığı sürece hiç bir kişi, kurum, kuruluş, örgüt ve çevre ile temas kurmaktan çekinmeyiz. Ancak tepede ve masa başlarında planlar yapmak değil, bugün oy tercihini burjuva partileri dahil hangi partiden yana kullanıyorsa kullansın, kendini siyasal olarak nasıl tarif etmek istiyorsa etsin, birincisi nesnel sınıfsal niteliğini dikkate alarak ve ikincisi yaşadığı ve çalıştığı alanlarda sınıfsal temelde kitleleri kapitalist devlet ve onun iktidarına karşı dolaylı veya doğrudan bir mücadele içine sokmak çabasındayız. Bilincinde olmasa da kapitalizmin yasalarının işçi sınıfı ve emekçiler için yarattığı uzlaşmaz çelişkileri günlük pratiklerinde onlara farklı biçimlerde göstererek, farkındalık yaratarak, onları nesnel olarak çelişki içinde oldukları düzen ile öznel olarak karşı karşıya getirmek devrimcilerin, sosyalistlerin ve en başta komünistlerin görevidir. Bu etkileşim işyerindeki ekonomik sosyal sorunlar temelinde de olabilir, mahalle ve semtlerdeki sorunlardan ve kapitalizmin sunmadığı eksikliklerden yola çıkarak da olabilir, yerine göre protesto ederek de, zorunluluklara göre göğüs göğüse çarpışarak da olabilir. Ulusal ve ulusal azınlıkların yaşadıkları sorunlar da, mezhepsel ve kültürel farklılıklar da sınıfsal temelde bakıldığında ele alınması ve çözülmesi gereken sorunlar açısından kitle çalışmalarında özel dikkat gerektirmektedir. Nicel olarak ülkede toplamda nüfusun yarısından fazlasını oluşturan ve ezici çoğunluğu, işçi, emekçi, köylü ve yoksul olan, Kürt halkının ve Alevi yurttaşların yaşadıkları ayrımcılık, eşitsizlik ve asimilasyon politikaları tarafımızdan sınıf savaşımının önemli bir ögesi olarak değerlendirilmektedir.

Konu dönüp dolaşıp, bütün bu çalışmaları gerçekleştirirken, sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz, politik öncü örgütüne, onun toplumun her kesimi içinde dal budak saran temel örgütlerine ve bu çalışmayı gerçekleştirecek insan faktörüne, yani kadrolara geliyor. Billur gibi net bir program ve ideolojik-politik hat ile ona koşut politik örğüt de bu mücadelenin çelik çekirdeğini oluşturuyor. Hiç bir soruna takılmadan, hiç bir olumsuzluktan etkilenmeden, politik olarak farklı değişimler göstermiş olan dünün saygı duyduğumuz kişilerine hayıflanmadan yürümeye devam eder, sağa, sola sapmadan ilerlersek, tarihsel misyonun yaşama geçirilmesine her gün bir adım daha yaklaşmış olacağız. Bu nedenle dışımızda gelişen her ileri adıma değer vererek, ama görüşlerimizi ve önerilerimizi de getirerek tarihsel yürüyüşümüzü gerçekleştirirken, mümkün olduğu kadar tökezlemeden, işçi sınıfının biliminden, mücadele tarihimizden ve ulvi amaçlarımızdan aldığımız sonsuz pozitif enerjiyle işimize bakıyoruz ve bu yolda büyüyerek ilerlemeye devam ediyoruz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler