Halklar Devrimi Rojava ve Faşizm
Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık diktatörlüğüdür. Sınıflar üstü bir uygulama veya yönetim biçimi değildir. O, emperyalizm döneminde ortaya çıkan bir devlet biçimidir. Emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır. Emperyalizm, hem dış hem de iç siyasette demokrasiyi yıkmak, gericiliği pekiştirmek için çaba harcar. Bu anlamda emperyalizm su götürmez bir biçimde genel olarak halkların geleceğinin, bütün demokrasinin inkârıdır. Emperyalizmin tekelci özelliği siyasi alanda kendini gericilikle gösterir. Emperyalizm, demokrasiye taban tabana karşıttır. Bu yüzden faşizm bir devlet biçimi olarak demokrasinin baştan sona inkârıdır. Devlet aygıtının baştan sona militaristleşmesi ve terörle bastırılmasıdır. Faşizm, halklara düşman politikalarla ayakta durur.
Parçalanmış bir ülkenin en küçük parçasında ismi cismi hiç anılmayan kimliksiz yaşayan Rojava Kürdistanı birden dünyanın merkezine oturdu. Çünkü Rojava devrimi 20. yüzyılda devrimler döneminin kapandığı veya emekçilerin, halkların buna ikna edilmeye çalışıldığı bir dönemde, 21. yüzyılın o görkemli devrimi gerçekleşti. Evet bu devrim klasik anlamda anladığımız gibi işçi sınıfının gerçekleştirdiği sosyalist bir devrim değildir. Bulunduğu toprakların koşullarına ve toplumun yapısına uygun bir halk devrimidir. Rojava devrimi, kadın devrimi özelliğini taşır, halklar devrimidir. Kültürel, siyasal, sosyal bir devrimdir, Ortadoğu’da yakılan devrimci bir ateştir. Dünyanın her tarafından gelen devrimciler, sosyalistler devrimi sahiplendiler, Rojava devrimini kendi devrimleri olarak kabul ettiler. Türkiye ileri devrimci sosyalist gençliği sahiplendi. Latin Amerika gençliği, Afrika gençliği, Asya gençliği, herkes sahiplendi. Kurumuş toprak nasıl suya hasretse, gençlik de devrime susamıştı.
İşte bu devrime sahip çıkmak, onarmak, çocukları eğitmek, yardım etmek için Türkiye’nin dört bir yöresinden onlarca genç Suruç’ta buluştu. O pırıl pırıl sosyalist gençlik, kıyımdan, katliamdan geçti. Çünkü devrimi sahiplenmek, devrimi halklarla birlikte kutlamak istiyorlardı. Rojava devriminin halklara sağladığı özgürlük ortamında bulunmak için insanlığın kalbi Urfa’ya geldiler. IŞİD faşist çetesine her türlü desteği veren hükümet katliama yardımcı oldu.
Devrimler, doğası gereği kolay kolay gerçekleşmezler. Devrimlerin gerçekleşmesi için birçok şartın, objektif-subjektif şartın oluşması gerekmektedir. Bu şartlar oluşmadan, devrimlerin gerçekleşmesi çok zordur ya da bedeli ağır olmaktadır.
Söz konusu devrimin gerçekleştirildiği yer Ortadoğu ise ve bir de bu devrimi gerçekleştirenler Kürtler ise bu devrimin ne kadar zor olacağı kendiliğinden anlaşılır. Devrimin ne kadar zor olduğunu ise zaten günlük olarak yürüyen devasa direniş ile görüyoruz.
Türk yöneticilerdeki pişkin ve arsız zihniyeti başka bir ülkede görmek mümkün değildir. Suruç katliamından sonra da böyle oldu. Hesap vereceğine, yavuz hırsız misali başkalarını suçluyor, ülke genelinde tutuklamalar, ev baskınları, gözaltılar, ev baskınlarında sualsız sorgusuz infazlar, İDG içinde yer alan Hatip Azakın’ın darb edilip tutuklanması... Topyekün saldırı, savaş ilanı... 7 Haziran seçimlerindeki mağlubiyeti bir türlü hazmedememesi...Tekrar seçim ortamını yakalamak için herkese saldıran, herkesi düşman belleyen Sultanın, yazıyı yazmadan önce, Kandil’e uçaklarla bomba yağdırma emri vermesi, halkları iç savaşla karşı karşıya getirmekten başka bir sonuç getirmez. Bu faşist zihniyete karşı Barış Bloku’nu güçlendirmekten başka çare yoktur. IŞİD’i büyütüp besleyen kendisi olduğu halde hiç oralı olmadan başkalarını suçluyor. Saldırının hedefi esas olarak Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP olduğu halde HDP’yi suçlayarak suçlarını örtmek istiyor. HDP, iki yıldır AKP’nin IŞİD ile ortaklığını sürekli gündeme getirdiği için öfkeyle HDP’ye yükleniyor. Şimdiye kadar IŞİD’e toz kondurmayanlar, IŞİD’in Suruç’taki katliamı büyük tepki çekince gündem değiştirmek için HDP’yi hedef gösteriyor, neden HDP’liler yoktu, öldürülmedi diyebiliyor. Bir taraftan da teröre karşı ortak açıklama yapalım diyerek IŞİD’le ilişkisini örtmeye çalışıyor.
Türkiye’nin büyük hesap vermesi gerekir. Suriye’deki iç savaşın başka etkenleri var. Ancak insanlık dışı faşist çetelerin Suriye’de güçlenmesi ve bugün insanlığın başına bela olmasından birinci dereceden Türkiye sorumludur. El Nusra, Ahrar El Şam ve IŞİD’i asıl besleyen ve destekleyen Türkiye olmuştur. Bunlar da Suriye’yi kan gölüne çevirmişlerdir. Dış güçler de Türkiye’nin desteklediği örgütleri çok tehlikeli gördüklerinden Suriye rejiminin saldırılarına göz yummuşlardır. Dolayısıyla Türkiye, Suriye’deki iç savaşın çığırından çıkmasından birinci dereceden sorumludur. Türkiye, ılımlı muhalifleri “bunların bir etkisi yok, esas olarak etkili olan örgütleri destekleyelim” diyerek Suriye’yi bu duruma getirmiştir.
Türkiye kendine göre Rojava Devrimini en iyi kim boğar diye düşünmüş, en vahşi örgütleri desteklemiştir. Temel hedefi tampon bölge kurmak ve IŞİD’e serbest hareketlilik sağlamaktır. Esas düşman Rojava Devrimi olunca en iyi dostları IŞİD, El Nusra ve Ahrar El Şam olmuştur. Bunlara da her türlü desteği vermiştir. Kürtlerin başına bela edeyim derken tüm insanlığın başına bela etmiştir. Pırsûs katliamını yaratan da Türk devletinin bu politikasıdır, Amed’te 5 Haziran katliamını yaratan da bu politikalardır. Kobanê’ye IŞİD’i saldırtan da bu politikalar olduğu gibi, yakın zamanda Kobanê’de yüzlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan katliamın sorumlusu da bu politikadır. Suriye içindeki sivil katliamların ve baş kesmelerin sorumlusu da bu politikadır; yani AKP hükümetidir. AKP hükümeti, Kürt ve Rojava Devrimi düşmanlığı nedeniyle o kadar suç ortaklığı yapmıştır ki, Suriye sınırı içindeki katliamlar için bir ceza mahkemesi kurulsa baş sanık AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan olur.
AKP’ye göre MİT ve istihbarat örgütü eliyle işlenen suçlar açığa çıkarılırsa bu vatan hainliği oluyor. Devlet, halka sormadan, meclise sormadan gizli kapaklı suç işlerse buna göz yumulmalıymış! Böyle işler suç değil, vatan savunma işleriymiş! Açığa çıkarılırsa vatan hainliği olurmuş! AKP hükümeti ve Başbakan’ın kafası hala böyle işliyor. Türkiye’de IŞİD’i yaratan da Kürt düşmanlığıdır. Türkiye’de IŞİD’in örgütlenmesinin ve güçlenmesinin hesabını kim verecektir? Tabii ki AKP! AKP bu ihanetin hesabını vermeden kimseyi suçlayamaz.
Kürt düşmanlığı üzerinden Suriye’yi kan gölüne çeviren, Rojava halkına kann kusturan AKP hükümeti Suruç katliamını bile Kürt düşmanlığı üzerinden ele alıyor. IŞİD’e karşı savaş açacağına Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve HDP’ye karşı savaş açıyor. Her türlü teröre karşı olalım diyerek esas olarak IŞİD’i değil, PKK’yi hedef almaya çalışıyor. Derdi IŞİD değil, PKK’ye karşı savaştır. Suruç katliamından sonra bile HDP’yi hedeflemesi, ne kadar çirkin bir politik tarzı olduğunu ortaya koyuyor. Herhalde seçim hesapları yaptığından HDP’ye yüklenerek seçimden zayıf çıkarmaya çalışıyor. İşte AKP politikası budur.
Her türlü teröre karşıyız diyerek IŞİD’in suçunu hafifletmeyi, IŞİD’le suç ortaklığını örtmeyi hedefliyor. Kendisi IŞİD’le kucak kucağayken, sanki kendisi IŞİD’e karşıymış da, herkesi de IŞİD’e karşı tavır almaya çağırıyor! Aslında amacı PKK’yi hedef almaktır. Suruç’ta katliamı yapan bellidir.
AKP, Kürt sorununu çözmek yerine Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş yürütüyor. HDP’ye saldırı da bu savaşın bir parçası olarak gündeme geliyor. Kürt sorununda çözüm anlayışı olmadığı müddetçe her zaman bu yönlü gündem saptırmaya, hedef şaşırtmaya devam edecektir. IŞİD ile PKK’yi aynı kefeye koyması da Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş açtıklarını gösteriyor. Kürt sorununda çözüm politikası olmayanların böyle bir savaş yürütmesi de kaçınılmazdır. Zaten gelinen aşamada ya Kürt sorunu çözülecek ya da Kürtlerle savaş yürütülecektir. Kürt Özgürlük Hareketi doğal olarak çözüm yerine savaş politikası isteyen bu politikaya karşı direnecektir.
Ahmet Davutoğlu, terörizme hiçbir biçimde taviz vermeyeceğiz derken, PKK’ye karşı yürüteceği savaşı ortaya koyuyor. IŞİD’e her türlü tavizi verirken, Suriye’de, Rojava’da, Bakurê Kurdîstan ve Türkiye’de IŞİD’le birlikte halklara, sola, devrimcilere, sosyalistlere, tüm demokrasi güçlerine barıştan yana olan herkese karşı savaşmakta ısrarlıdır. Özcesi Kürt sorununu çözüp Kürt halkıyla barışmak yerine Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşı tercih ediyorlar. AKP’nin IŞİD saldırısından sonraki tutumu da bu gerçeği ortaya koymaktadır. AKP ve Erdoğan’ın bütün bu planlarını Türkiye İşçi Sınıfının Devrimci hareketi ile Kürt Özgürlük Hareketinin ortak mücadelesi bozacaktır.