Her Gecenin Bir Sabahı Var !

Her Gecenin Bir Sabahı Var !

Birinci Diyalog

Bugünlerde yurt dışında bir gazete sizden Türkiye’nin güncel durumuna yönelik bir yazı istese veya yurtdışından gelen bir konuğunuz size, ‘Türkiye’de ekonomik ve politik durumu nasıl değerlendiriyorsun?’

diye sorsa vereceğiniz yanıt aşağı yukarı şöyle olur; “Ekonomi aslında krizde, ancak kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı olanaklar ile ‘taşıma suyla değirmen döndürme misali’ günlük yaşama yansıtılmamaya çalışılıyor. Dünyada petrol fiyatları düştüğü halde, bizde eski yüksek fiyatlar üzerinden hala zam yapılıyor. Her halde dünyanın en pahalı petrol kullanan ülkesiyiz ancak bunun yüzde 80’lik payını vergiler oluşturuyor. Hükümet, yakıt, sigara, alkol v.b. ürünlerden aldığı astronomik vergi rakamlarıyla nakit akışını sağlıyor. Ayrıca ülkede korkunç düzeyde nüfusun borçlanması var. Borçlanma ve faiz temelli olarak yaratılan kredi kartı sistemi ile insanlar normal tüketim ve harcama normlarının 5 ila 10 katı arasında yüksek bir düzeyde harcama yapıyorlar. Kısacası borçlanıyorlar. Bu sayede ise piyasada hareketlilik korunuyor. Ülkede sanal bir pazar işliyor. Bir de AKP rejiminin inşaat ve yapı alanında yarattığı ve sürekli yaygınlaştırdığı projeler sayesinde başta yapı sektörü ve ona üretim yapan yan sanayiide ciddi bir hareketlenme sağlanıyor. Bu sektörde düşük gelirli ve güvencesiz istihdam da işsiz sayısını azaltıyor. AKP Belediyeleri ülke çapında istihdam yaratıcı sunni yöntemler geliştiriyorlar. Peyzaj düzenlemesinden, otopark işletmeciliğine kadar yaratılan yeni istihdam alanlarında taşeron ve güvencesi kısıtlı işçiler çalıştırılıyor. Tabii ki en büyük gelir ise bizzat devlet tarafından yürütülen ‘kayıt dışı’ ekonomiden elde ediliyor. Yani kırılgan ve her an krizin sonuçları ile yüz yüze gelebilecek bir ekonomik durum ile karşı karşıyayız.”

Politik durum ile ilgili ise; “Baskı, yasaklar ve terörün günlük yaşamda her gün daha hissedilir hale geldiği bir ortamda yaşıyoruz. Ülkede tek sesli ve rejimin kontrolunda bir medya oluşturuldu. Yargı rejimin yönergeleri temelinde politik kararlar veriyor. Parlamento çalışmıyor, sadece göstermelik açılıp kapanıyor. Bir de ‘Başkanlık Sistemi’ adı altında tek kişilik diktatoryal faşist bir yönetim biçimi kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. Ülkenin batısı ile doğusu bizzat AKP rejimi tarafından bölünmüş vaziyette. İki ayrı dünya mevcut. Kürt illeri savaş alanına dönmüş vaziyette. Kürt ulusal sorununa politik çözüm getirmek yerine, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en ‘elit’ askeri personel unsurları ve en ‘modern’ ağır silahları sivil halka karşı bir iç savaş yöntemi ile yöneltiliyor. Kürt illerinde demokrasinin “d” harfinden söz etmek mümkün değil. TSK oradaki savaşı “düşük yoğunluklu bir savaş” olarak resmen açıkladı, ancak bizce kendi halkına karşı topyekün bir boyun eğdirme, sindirme veya imha savaşı söz konusu. Ancak, bu konuda amaçlarına öyle kolay ulaşacakları gözükmüyor. Kürt ulusal demokratik hareketi, özgürlük ve demokrasi mücadelesini zafere kadar sürdürmekte ve direnmekte kararlı. Türkiye işçi sınıfı da bu direnişe ses verirse rejimin planları tamamen alt üst olabilir. Devrimci güçler bu sonuca ulaşmak için mücadele ediyor. Aslında Türkiye işçi sınıfı için bunun nesnel koşulları mevcut. Ne ki, 12 Eylül faşist diktatörlüğü ile dağıtılan sendikal ve politik örgütlenmesi ve onun yerine ikame edilen devlet kontrolünde, patronlarla uzlaşan sendikal anlayış kırılmadan sonuç almak çok da kolay olmayacak. Sınıfın politik örgütlenmesinin güçlenmesi temel anahtar rolü oynuyor.”

Ya dış politika? “Hiç sormayın... Ülkede ekonomik ve politik koşullar böyle olunca dış politikada barışçıl bir yönelim beklemek hayal olur. Irak, Suriye ve daha ileri aşamada İran ile ilgili planları var. Ortadoğu’nun yeraltı zenginliklerinden ve jeostratejik konumunda daha fazla pay almaya çalışıyorlar. Bunu da “islam” adına kurguluyorlar. Suriye ve Irak’ın resmen iç işlerine müdahale ediyorlar ve bunu diplomasinin hiç bir kuralına sığmayacak şekilde kanıksatmaya çalışıyorlar. Ama ABD emperyalizmi, İsrail, Alman ve İngiliz emperyalistleri ile kimi zaman çıkar çelişkileri olsa dahi sistematik bir ortaklıkları var. Suudi Arabistan ve Katar da, Türkiye’nin bu maceracı yönelimini İran karşıtlığından destekliyor hatta körüklüyor. Emperyalist güçlerin Türkiye’yi Rusya Federasyonu ile karşı karşıya getirme planları, Erdoğan’ın burjuva kültüründen dahi nasibini almamış siyaset yapma anlayışı ile birleşince tam bir provokasyona dönüştü.” Sonuç olarak ne düşünüyorsun derseniz; “Bir yanda çok karanlık bir tablo var ama her gecenin de bir sabahı vardır.

İkinci Diyalog

Damarlarındaki kan güçlü bir akarsu gibi akan bir delikanlı ile sohbet ediyorsunuz. Delikanlı devrimci. Ülkenin halinden hiç hoşnut değil. Aklından cesaret mi, ‘delilik’ mi desek onlarca fikir geçiyor. Ama düşünüyor ve çözüm bulamıyor. “Gezi direnişi neden sonuç getirmedi?” sorusunu soruyor. “10 Ekim Ankara Katliamından sonra neden milyonlar sokağa çıkmadı?” diyor. “Kürt illerinde devrimci bir yükseliş ve devrimci bir mücadele yürürken, İstanbul neden bu direnişe omuz veremiyor?” diye soruyor kendi kendine. Sohbet ediyoruz, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları’ndan, 12 Eylül 1980 faşist darbesinden, Özal döneminden, CHP’nin “sol”culuğundan, ÖDP deneyinden ve günümüzde HDP deneyinden konuşuyoruz. Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin hangi koşullarda ve hangi merhalelerden geçerek bugünlere geldiğini tartışıyoruz. Dönüyoruz 1920’lere. Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşuna, ilk programına, Mustafa Suphi ve 15 yoldaşımızın katline, 1922’de TKP’nin yasaklanmasına ve bugüne dek süren yasağın anlamına. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, DGM Direnişi ve MESS Grev’lerine geliyoruz. Ve tekrar geliyoruz bugünlere. Haziran Gezi Direnişi’ne, Kürdistan’daki devrimci yükselişe... Devrimci delikanlı kardeşimiz iç politika, ekonomi, dış politika, macera ve savaş konusunda tüm güncel bilgilere aşina... Bu konularda kendisine anlatmak zorunda olduğumuz bilmediği yeni bir olgu yok... Sadece bütün bu parçaları bir araya getirip bütünsel bir çözüm oluşturma konusunda görüşlerimizi dile getiriyoruz. Konu dönüyor, dolaşıyor işçi sınıfının devrimci rolüne geliyor. Temelde bu konuda da anlaşıyoruz. Delikanlı sadece işçi sınıfının bu rolünü nasıl yerine getireceğini kestiremiyor. Geliyoruz işçi sınıfının politik örgütü konusunda, Türkiye Komünist Partisi’ne. Komünist gençlik örgütlenmesinin partinin yedek gücü, ‘rezervi’ konusuna. Ancak ve ancak teorik, ideolojik, politik ve örgütsel anlamda Marksçı-Leninci ilkeler temelinde örgütlenen yeni tipten Leninci bir parti ile bu amaçlara ulaşılabileceğini konuşuyoruz. Bu partinin ülkenin politik gündemine müdahil olabileceği niteliksel bir güce sahip olduğunda, nicelik olarak da gelişeceğini ve o zaman sendikal alanda, toplumsal ve politik bağlaşıklar alanında sonuç alıcı adımların atılabileceği üzerine görüş birliğine varıyoruz. Değişik devrimci ve sosyalist güçlerin kitlesel bir sosyalist partisinin de, bu güçlerin devrimci bir cephede yan yana gelmelerinin de anahtarının komünist partisi olduğu konusunda mutabakata varıyoruz. Ve de komünist partisinin, işçi sınıfının öncü politik gücü olarak kitlesel bir sosyalist parti veya devrimci bir cephe oluşsa dahi bağımsız varlığını geliştirerek sürdürmesi gerektiğinin önemine değiniyoruz. Sosyalizm’de, proletaryanın devrimci iktidarında da komünist partisinin öncü rolünü oynamaya devam edeceği gerçeğini belirtiyoruz.

Pekiyi, çok güzel, bunların hepsini konuştuk, bu görüşmeden ikimiz de yeni enerji kazandık ama delikanlı soruyor; “yarın ne yapacağız? Bu konuştuklarımızı günlük pratiğimizde nasıl yaşayacağız?” İşte onun için önce partili mücadeleye, kendimizi geliştirmeye, teori ile pratiğin birliğini oluşturmaya yöneleceğiz. Parti’yi güçlendireceğiz, güçlendirirken ilkelerini ve niteliğini göz bebeğimiz gibi koruyacağız. Önümüzdeki dönem devrimci mücadelenin teminatı bu partidir. Her an Gezi direnişi gibi bir kırılma yaşayabiliriz, Otomotiv işçileri sadece ekonomik sorunları temelinde değil, siyasi amaçlar ile de direnişe geçebilir, Soma’da, Ermenek’te, İnşaat sektöründe cinayete kurban gidenlerin aileleri, komşuları, hemşehrileri, arkadaşları ayağa kalkabilir. Batı metropollerinde Kürt halkı direnişe geçebilir, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri birlikte barikatlara çıkabilir, AKP karşıtı parti olduğu için CHP’yi “sol” sanıp oy veren seçmenler “artık yeter” diyebilir, çözümü devrimciler, sosyalistler ile birlikte arayabilir. Bu koşullara hazır olmalıyız, hem de her gün.

Tekrarlayalım ve anımsayalım; “Her gecenin bir sabahı var!”.


Konuyla ilişkili diğer makaleler