Konferans Konuştu Sıra Muhalefette

Konferans Konuştu Sıra Muhalefette

İstanbul’da geçtiğimiz günlerde “Ekmek, Özgürlük, Adalet” başlığı altında yapılan konferans büyük yankı uyandırdı. Çok farklı kesimlerin bu konferansta buluşması gerçekten de önemliydi. Neredeyse Türkiye’nin bütün sorunları masaya yatırıldı. Ve bu sorunlardan dolayı mağdur olan kesimlerin sözcüleri taleplerini dile getirdi.

Bu gibi etkenliklerin önemi ortada. Vatandaş bu konferans aracılığıyla feryat ediyor. Açlığa yuvarlanıyoruz, zorbalık altında inliyoruz diye bağırıyor. Bağırdıklarını zaten biliyoruz. Konferans bağıranların “birleştiklerini” gösteriyor. Farklı partilerin, mezheplerin, ideolojilerin insanları bunlar.

Ne olmuş oluyor?

Konferans, bir bakıma bugünkü rejimden zarar görenlerin “sendikası” gibi bir işlev görüyor. Daha doğrusu her somut talep etrafında toplanan ve her biri “ayrı bir sendika” gibi taleplerini duyurmaya çalışanlar birleşiyor. Bir tür “sendikal birlik” oluşuyor. Şunu unutmayalım; “sendika” deyince burada “işçi sınıfının sendikalarından” söz etmiyorum. Farklı görüşten insanların yanında bu “sendikaya”, ya da konferansa farklı sınıf ve toplumsal zümrelerin temsilcileri katılıyor.

Böyle geniş bir birlik faşist rejime karşı mücadelede büyük bir önem taşımakta.

Taşımakta ama, şu soruyu soralım: Bu konferans faşist rejime karşı mücadelenin merkezi olabilir mi?

Olamaz.

Olamayacağını anlatmak için konferansı “sendikaya” benzettim.

Konferansa yüzlerce talebi “ekmek, özgürlük, adalet” sloganında birleştirdi. “Ekmek, özgürlük, adalet”i kimden talep ediyor?

Sınırlı da olsa, parlamenter demokrasili bir rejimde yaşasaydık, hükümete seslenebilirdik. Bize “daha çok ekmek ver”, “daha çok özgürlük ve adalet sağla” derdik. Bu taleplerimizi yerine getirirse onu destekler, yerine getirmezse desteklemezdik.

Faşist rejimde böyle bir muhalefet geçerli değildir. Faşizm demek, zaten “devlet senin ekmeğini küçültecek, özgürlüğünü elinden alacak, ortada adalet kalmayacak” demektir. Dikta rejimlerinden hiçbir şey istenemez. Bunu bildiği halde faşist rejimden bir şeyler isteyen kişi, diktatörün o istenen şeyi verebileceğini söyleyerek, rejime meşruiyet kazandırır.

O halde konferans Erdoğan rejimine hitap etmiyor. Ondan talepte bulunmuyor. Konferans muhalefete sesleniyor. Ekmek yok, özgürlük yok, adalet yok diyor.

Konferans diktatörlükten bir şey istemiyor ama, aynı zamanda “ekmeği, özgürlüğü, adaleti” elde etmenin yolunu da göstermiyor. Bu yolun gösterilmesini muhalefeti oluşturan siyasi partilerden talep ediyor. Doğrusu da bu.

Konferansta birleşen mağdurların temsilcilerine muhalefet ne diyecektir?

“İktidara geldiğimiz zaman ekmek de olacak, özgürlük de olacak, adalet de olacak” mı diyecektir? Öyle de demektedir.

Ama Konferans size soruyor: İktidara nasıl geleceksiniz? Ya da bu faşist rejimi nasıl yıkacaksınız?

Muhalefet kendinden emin: Erken seçim isteyeceğiz, olunca da erken seçimde Erdoğan’ı indirip, yerine biz geçeceğiz.

Çok yazık. Demokrasi konferansı faşist rejimden hiçbir şey istemiyor, ama muhalefet faşist rejimden seçim istiyor. Ya vermezse? Muhalefetin yanıtı yok. İşin kötüsü yeni soğuk savaşın eşiğine geldiğimiz şu günlerde rejim NATO’nun her istediğini mayın eşeği gibi yapmayı kabul etme karşılığında NATO’nun desteğini alıyor. Muhalefetin kaybettiği her gün Türkiye’nin örneğin Afganistan ya da Ukrayna sorunlarında NATO tarafından maceraya doğru itilmesine yol açıyor.

Bu durumda Demokrasi Konferansına katılan geniş yelpazeli güçlerin harekete geçmesi gerekir. Muhalefetten şu talepte bulunmalıdır: “Erdoğan ve suç ortaklarına bir ultimatom vermelisiniz, bir ay için ya istifa edersiniz, TBMM’de tüm partilerin katılımıyla bir seçim hükümeti kurulmasına ve erken seçime, bu hükümetin seçim güvenliğini sağlaması temelinde razı olursunuz, ya da biz TBMM’den çekiliriz, sizi alanlarda milyonlarla birlikte istifaya zorlarız demelisiniz”.

Konferansa katılanlar taleplerini muhalefete ilettiler. Şimdi görev muhalefetin. Muhalefet Konferansta dile getirilen talepleri nasıl hayata geçireceğini inandırıcı biçimde dile getirmelidir.

Sendikalar, sivil toplum örgütleri, Konferans gibi girişimler emekçilerin, halkın, kadınların, alevilerin, Kürtlerin, aynı zamanda doğanın taleplerini  dile getirir, bunlar uğranda yerellerde mücadele eder… Bu mücadele bir tür sendikal mücadeledir.

Siyasi partiler ise politik mücadeleyi yürütür. Halk kitlelerinin taleplerini sahip çıkmakla yetinemez. Bu talepler uğrundaki mücadeleyi politik mücadeleye bağlar, taktik-stratejik politik hedefe yöneltir.

Bugün taktik mücadelenin hedefi, Erdoğan’ı adamlarıyla birlikte istifaya zorlamak, bunu önce TBMM’de, sonra TBMM’den çekilerek sokakta yapmaktır. Stratejik hedef ise faşist rejimi devirmek ve demokratik cumhuriyeti kurmaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler