Mücadele Etmezsen Zaten Kaybetmişsindir!
Son dönemlerde sol kamuoyunun özellikle ilgilendiği ve ısrarla müdahil olunup sürdürülmeye çalışılan bir tartışma var. Çok kolay ve en üst perdeden görüş belirtilen bir konu. Müdahil olmayan nerdeyse yok gibi. 7 Haziran sonrasında HDP ve Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne yönelik elestiri ve karalama kampanyaları halen sürüyor, hem de hız kaybetmeden.
Kuşkusuz ki bu kampanyayı en yüksek dozda hükümet ve RTE taifesi sürdürüyor ve yönetiyor. Bizim burada dikkatinizi çekmek istediğimiz ise, eskiden Türkiye Komünist Partisi’nde üye olarak yeralmış, hatta kimi yığın örgütlerinde yöneticilik yapmış veya aktif sempatizanlar olarak bulunmuş, partinin çalısmalarina katılmış, halen de Türkiye’de politika ile ilgili ve kendince olumlu bir rol oynamak isteyen bir çok insanın adeta a-politik bir bilinçle olaya müdahil olmaya çalışmalarıdır.
Türkiye ve Ortadoğu’daki Kürt sorununa yaklaşımdan sözediyoruz. Artık Rojawa’daki süreci de Türkiye’deki Kürt özgürlük mücadelesi sürecinden ayrı ele almanın mümkün olmadığını Kürt Özgürlük Mücadelesi karşıtları da kabul ediyor.
Soruna nasıl yaklaşacağız?
Uzun uzadıya yaşanılan süreçleri özetlemeyi de çok gerekli görmüyoruz. Hali hazırda çözümlenme aşamasındaki bu çetrefilli sorunun iki tarafı var. Ve taraflardan biri sorunu her ne olursa olsun süregelen biçimde ÇÖZMEK (çözmemek) istiyor. Bu amaca ulaşmasının tek yolunun, sorunun muhatabı olan öteki tarafı sindirmek, ezmek, dağıtmak, yoketmek olarak görüyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümranların da bu politikayı izliyor.
Taraflardan birinin niyeti bu iken diğer taraf ne yapacak? Hazretlerin gönülleri hoş olsun, amaçları doğrultusunda ellerini kollarını sallayarak ilerleyebilmelerine yolu mu açacaklar? Yani taraf olmaktan cıkacak. ”Tamam benden bu kadar” mı diyecek? TESLİM OLACAK bir yol mu tutacaklar? Ya da çok ciddi kayıpları da göze alarak başarabileceğini düşündüğü, bildiği, inandığı yollardan mücadelesini mi sürdürecek? Mücadeleyi sürdürdüğü sürece hem yeni, hem de eskisinden cok daha ağır kayıpların olacagı ihtimal dahilinde. Hatta mücadelenin bu aşamasında yenilmek de mümkün olabilir. Ama mücadele varsa üstün gelme ihtimali sıfır değil.
Bu politik kurgu nasıl temellendirilebir? Şu anda gözlemlenen, Kürt direnişinin esas boy verdiği ve gerçek anlamda halkın tümünü kapsadığı bölgelerde en az 1 milyon Kürt nüfusun yaşam alanlarını terk ettiğidir. Yaşam alanlarını terk etmemek için direnen onbinlerce Kürt, çok ağır koşullarda bulundukları kentlerde, beldelerde kalmayı göze almış durumdalar. Bunların ne kadar dayanabileceğini bugünden ne bilesiliriz ne de öngörebiliriz. Bu durumda bu insanların önüne direnişten başka bir yol konulabilinir mi?
Direnilmezse ne olur? Bu devlet zihniyeti ve hükümranları, Kürt insanlarının süregiden direnişinin içinde, yanında ve yakınında durulmasına tahammül etmeyeceğini bin kanıtla gösteriyor. Bu faşist devletin şimşeklerini üstlerine çekmek için ille de barikatların içinde yeralmaya, hendek kazanların yanıbaşında durmak çok da gerekli değil. Örneği çok. Barış isteyen aydınlara karşı tavır. Kürt gazetecileriyle dayanışan aydın ve yazarların hapishanelere kapatılmaları yaşamımızın bir parçası.
14 bin öğretmen hangi fiili direniste, neredeki barikatta yer alıyordu ki şimdi işten atılmış, aç, açıkta sokakta işsiz ve mesleklerinden uzakta bırakılmak isteniyor? Çok geçmeden bu 14 bine bir 28 bin daha ekleneceginden kimin kuşkusu var?
O zaman bu sorunu tartışmaya farklı noktalardan yaklaşmak zarureti ortada. Komünist gelenekten gelen insanlar olarak Kürt direnişini izledikçe aklımıza Paris Komünü gelmez mi? Lütfen izan edip Marks’in Komün günlerinde yazdıklarına, sonrasında çıkardığı derslere bir göz atalım! Lenin’in Papaz Gapon’un eyleminde bile devrimcilere önerdiği mücadele yol ve yöntemlerini hatırlamaz mıyız?
Bir direnişin haklı mı, haksız mı, yerli mi yersiz mi, zamanlı mı zamansız mı, uygulanan taktiklerin tam olarak güne ne ölçüde denk düştüğünü tartışmaktan başka ne yapabiliyoruz? Gözümüzün önünde bir yaşam sürüyor.”Berxwedan jiyan e” (Direnmek yaşamdır) diyorlar adına ve Kürtler şu anda direniyor. Ve hem de on yıllardır bunu sürdürüyor. Tek bir yolla, tek bir araçla, tek bir ilişkiyle de değil. Gerilla mücadelesi de veriyor. Parlamento’da da yeralıyor. Yerel yönetimlere de talip oluyor seçimlere katılıyor. Bağımsız halk örgütlenmelerinin başında da yer alıyor. Görülebilen, bilinen tüm mücadele yöntem ve araçlarına yenilerini katıyor, herhangi birini dışlamıyorlar.
Biz bütün bunların. Neresindeyiz? Bilmiyor muyuz direnilmezse mücadelenin zaten kaybedilmiş olunduğunu. 12 Eylül’ü hatırlayalım. TKP’nin politikası geri cekilme, kendimizi koruma, fabrika ve mahallelerde direnmeme üzerineydi. Sonrasında sözde mücadelenin sahibi olacaktık? Böyle bir şey mümkün mü? Sonunda hep birlikte yaşadık. Geriye ne kaldı? Direnen Mustafa Hayrullahoglu’ndan baska, tutuklanıp cezaevlerine düşen TKP üyelerinin teslim olmayan nidalarından başka yaslanacağımız ne kaldı? Savaşılsaydı, direnilseydi TKP likide edilebilir miydi? O direnen, savaşan kadrolar, yöneticiler buna müsaade eder miydi? Birileri böyle bir girişimde bulunsaydı dahi, direnenler ve savaşanlar onlara “çekilin günahlarınızı da alın gidin” deyip yola devam etmez miydi?
Mücadele edersen kaybedebilirsin. Ama mücadele etmezsen zaten kaybetmişsindir. Zaten mağlupsundur. Peşinen teslim olanın bayrağı bile olmaz! Mezarında mum yakanı bile bulamazsın! Sadece bu nedenle bile olsa bizlerin, solcu, devrimci, sosyalist ve komünistlerin, işçi ve emekçi halkın Kürt halkının mücadelesinin yanında yeralması bizim de hayat bulmamızın kaynağıdır.
Bütün Türkiye destek vermiyorsa da dua etsin ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişi kırılamasın! Bu direniş kırılırsa Türkiye’de hayat 70 yıl geriden yeniden başlar. Bizim orada da yerimiz olur mu bilinmez. Yani o zaman herkese geçmiş olsun!