Omuz omuza savaştılar, sonra yok sayıldılar...

Omuz omuza savaştılar, sonra yok sayıldılar...

Geçtiğimiz sayıda, Anadolu’daki Hristiyan ve Musevi halkların nasıl yok sayılıp tarihimizden silinmeye çalışıldığını anlatmıştık. Peki ya Müslüman halklar?

Anadolu halklarının 90 yıllık trajedisi

Kürdistanlı Gerilla1918’de Anadolu emperyalist güçlerin işgaline uğradı ve Anadolu’nun Müslüman halkı, kendisini köleleştirmeye yönelik bu saldırı karşısında silaha sarıldı. Sünni Türklerin yanı sıra Kürtler, Çerkesler, Lazlar, Aleviler omuz omuza mücadele ettiler. Mustafa Kemal’den önce ve ondan bağımsız başlayan bu mücadelenin ateşleri içinde, 1920’de kurulan Birinci Meclis, Anadolu halkının tüm renklerini özgürce ve cesurca yansıtan bir meclisti. Milletvekilleri “Kürdistan mebusu, Lazistan mebusu” diye anılıyor, “Kürt” kimliği açıkça dile getiriliyor, halkın ortak mücadele azmi ve kader birliği vurgulanıyordu. Ancak bir süre sonra M.Kemal ve ekibi önderliği ele geçirdi ve cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Kemalist önderlik bir ulus-devlet inşasına yöneldi. Var olan tüm etnik ve dinsel renkler silindi ve “Türk” adı altında tekleştirdi. Amaç, “farklılıkları tanırsak bölünürüz” saplantısıyla kolay yönetilebilir tek bir kimlik yaratmaktı. Böylece diller yasaklandı, şehir ve köy isimleri değiştirildi, farklı kökenlere işaret eden her türlü iz hoyratça bastırıldı. İnsanlar türkülerinden, annelerinin ninnilerinden, ölümlerdeki ağıtlarından, çocukluk masallarından, onları bu toprağa bağlayan güzelliklerin çoğundan mahrum bırakıldı. Egemenlerin beklentisi “bunlar zamanla unutulur ve erir gider” şeklindeydi.

Halkların uyanışı

Kazım KoyuncuAncak 90 yıl sonra görüyoruz ki hiçbir şey “erimedi”. Kürt halkı, 60 yıl boyunca kendisine giydirilmeye çalışılan deli gömleğini, 1980’de başlayan silahlı direnişle paramparça etti. Sadece bir “kimlik” mücadelesi değil, aynı zamanda bir faşizme ve yoksulluğa karşı isyan hareketi olan Kürt Özgürlük Hareketi varlığını ve başarılarını sürdürdükçe, bir bütün olarak 1923’deki “ulus-devlet” projesi herkes tarafından sorgulanır oldu. Eskiden beri ezilen bir başka kesim, Aleviler, kendi kültürel hakları için güçlü örgütlenmelere yöneldiler. Çerkesler (o çerçevede yer alan Adigeler, Abhazlar, Çeçenler..) 1800’lerde onları bu topraklara getiren “Büyük Göç”ü anmaya başladılar ve çok sayıda dernek kurdular. Lazlar, kendi dillerinde gazete çıkarmakla kalmadılar, kendi özgün müziklerini geliştirerek seslerini milyonlara ulaştırdılar. Genç yaşta kaybettiğimiz bir Laz devrimcisi olan Kazım Koyuncu’nun cenazesine, (belki de çoğu muhafazakar olan) on binlerce Karadenizli katıldı. Pomaklar, Gürcüler ve diğer halklarda da gözlenen bu sürecin bir özelliği de, tüm bu hareketlerin içinde güçlü bir muhalif, sol damarın varlığıdır.

Hedef: Federatif Sosyalist Cumhuriyet

Semah GrubuÜlkemizdeki milyonlarca dürüst emekçi, resmi ideolojinin pompaladığı malum politik şantajın etkisindedir: “Böyle giderse parçalanırız. Yugoslavya gibi mi olalım?” Hatırlatalım: Sosyalizm birleştirir, kapitalizm ve gericilik böler. Geçmişte Çarlığın ve diğer imparatorlukların Asya’da ve Balkanlarda birbirine düşman ettiği bu halklar, sosyalizm bayrağı altında omuz omuza vererek Hitler’i yendiler ve olağanüstü bir ekonomik ve sosyal kalkınmayı hayata geçirdiler. Düşmanlık ise, ancak sosyalizmin yıkılmasıyla mümkün olabildi.

Ülkemizde de, tüm bu halkların, ağırlıklı unsur olan Türk kültürüyle birlikte yaşamasına ve geliştirilmesine izin verilseydi mükemmel bir zenginlik oluşabilirdi. Bu halklar, mücadeledeki somut tavırlarıyla 1919’da Türklerle mutabakat temelinde birlikte yaşamaya karar verdiler; ancak bu mutabakat bizzat kemalist siyasi önderlik tarafından bozuldu. Bugün sosyalist bir perspektif, bu birlikteliği mutabakat temelinde yeniden kurma şansını bizlere vermektedir.

Bunların arasında en büyük kitleyi oluşturan Kürt Halkı dahi, son dönemde benimsedikleri strateji çerçevesinde, kendilerine yeni bir “ulus devlet” kurma yerine, Anadolu Halklarıyla birlikte özgür bir ortak gelecek kurmayı benimsemiş durumdadır. Geleceğin Sosyalist Türkiye’si, yalnızca çok renkli değil, tek tek her rengin çok daha parlak olacağı, kimliğini özgürce yaşamanın coşkusuyla insanların dört elle sarılarak birlikte inşa edeceği ortak bir eseri insanlığa armağan edecektir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler