Petrol ve Dünya Siyaseti

Petrol ve Dünya Siyaseti

Ortalık karmakarışık. Çeşitli ülkelerin merkez bankaları alarm veriyor, piyasalarda korku hakim deniliyor. Rusya’da Ruble takla atarak değer kaybederken, Türkiye’de Dolar ve Euro yeni rekorlar kırıyor. Emekçi ve yoksul kesimler pahalılık ve borç yükü altında eziliyor. Hane başına düşen borçların toplamı 2003 yılında 4,5 milyar Dolar iken, bu meblağ bugün 150 milyar Dolar’ı aşmış durumda. Aynı hanede iki, hatta üç kişi tam gün çalışmasına rağmen, ay sonu gelmiyor, kredi kartlarıyla günlük ihtiyaçlar karşılanıyor. Emekçilerin maaşlarının üçte ikisinden fazlası bankalarda kalıyor.

Petrol fiyatları ve Amrikan DolarıOrtadoğu’da ise kanlı bir sarmal karabasan gibi bölge halklarının üstüne çöreklenmiş durumda. Her gün sayısız ölüm televizyonlarda haber değeri dahi bulmuyor. Milyonlarca mülteci, kesik kafalar, iğfal edilen ve esir pazarlarında satılan kadınlar, yok edilen tarihi mekanlar ve insanlık mirası, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafyayı bir “Şeytan Üçgenine” çevirmiş durumda.

Türkiye’de insanlar, bilhassa iktidar çatışmasının ve otoriterleşmenin çıkardığı toz bulutundan etrafını göremeyen emekçi yığınlar neler olduğunu anlamakta zorlanıyorlar. Ve soruyorlar: Neler oluyor? Petrol fiyatları düşmesine rağmen, neden hâlâ dünyanın en pahalı benzinini satın almak zorundayız? Maaşlarımız cebimize girmeden neden erimeye başlıyor? Nereye doğru gidiyoruz, daha neler olacak?

Kapitalizm eleştirisi bunlara ve benzer sorulara elbette doğru yanıtlar verir. Zaten soyutlamadan somuta gitmek, sağlıklı ve bilimsel bir analiz yönetimidir. Ama bazen de somut veriler, kafalardaki basit sorulara doğru yanıtları bulmamıza yarar, çıplak sayılar gerçekleri daha iyi görmemize yardımcı olabilirler. Okumakta olduğunuz bu yazıda basit bazı soruları yanıtlayarak, bunu yapmaya çalıştık:

Soru: “Petrol fiyatları düşüyor, ama benzin hâlâ ucuzlamadı. Gerçi arabam yok, ama bu pahalılıktan ben de etkileniyorum. Neden?”

Petrol fiyatlarının düşmesi siyasi bir karardır ve bu kararın arkasında Suudi Arabistan gibi büyük petrol üreticileri ile ABD gibi emperyalist güçler durmaktadır. Günlük petrol üretim kapasitesi yüksek tutularak, hem üretimi pahalıya getiren rakip ülkelerin zora düşürülmesi, hem de petrol ve diğer enerji kaynakları üzerindeki hakimiyetin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Örneğin Batı emperyalizminin stratejik rakip olarak gördüğü Rusya’nın ekonomik dar boğaza girmesi veya sosyalist bir iktidar tarafından yönetilen Venezuela’nın düşük petrol fiyatları nedeniyle sosyal politikalarına devam edememesi sağlanarak, bu ülkelerdeki iktidarların zayıflatılması amaçlanmaktadır. Suudi Arabistan’ın diğer derdi de, Batının ambargosu ve yaptırımları altında olan İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmaktır. Bununla birlikte ucuz enerji Batılı ülkeler için ekonomik gelişmenin hızlandırılmasına yol açmaktadır. Sonuçta petrol fiyatlarının düşük kalması, uzun vadeli siyasî ve iktisadî çıkarlarla bağlantılıdır ve bu çıkarlar gerektirdiğinde üretim oranları düşürülerek, petrol fiyatları gene pahalandırılacaktır.

Dünyanın en pahalı benzininin Türkiye’de olmasının bir kaç nedeni vardır: Birincisi gelir ve vergi adaletsizliğidir. Türkiye, devlet gelirlerinin yaklaşık yüzde 70’ini dolaysız vergilerden karşılamaktadır. Sermaye sahipleri, tekeller ve zenginler vergi adaletsizliği nedeniyle kârlarına kâr katarlarken, emekçi ve yoksul kesimler hem ücret vergileri, hem de tüketim vergileri üzerinden yük altına girmektedirler. Reel gelir ve ödenen vergi oranlarına bakıldığında, asıl vergi yükü tüketim, yakıt, içki-sigara, iletişim, gıda maddeleri vb. vergi kalemleri üzerinden emekçi ve yoksul kesimlerin sırtına bindirilmektedir. İkinci neden ise Türkiye’nin enerji ithal etmek zorunda olmasıdır. Türkiye her yıl enerji ithalatı için 60 milyar Dolar’dan fazla para harcamaktadır. Burada da yük emekçi ve yoksul kesimlerin sırtına bindirilmektedir, çünkü tekellerin ve fabrika sahiplerinin enerji harcamaları devlet tarafından sübvanse edilmektedir. Örneğin 1 saatte kullanılan elektrik miktarı kıstas alınırsa, hane başı ödenen elektrik birim fiyatının, şirketlerin ödediği birim fiyatından çok daha fazla olduğu görülür. Ayrıca benzin fiyatları taşımacılık ve nakliyat başta olmak üzere sayısız sektörü etkilediğinden, arabası olmayanlar da pahalanmalardan olumsuz etkilenmektedirler.

Soru: Gazeteler petrol kaynaklarının kuruyacağını ve enerji fiyatlarının ödenemez olacağını yazıyorlar. Bu haberler doğru mu?

Gazetelerde yer alan haberler gerçeği tam olarak vermiyor. Petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının sınırlı olduğu doğru. Ama hem teknolojik gelişme, hem de yeni kaynakların bulunmasıyla petrol üretiminin bir kaç yüzyıl daha devam etmesi söz konusu. Sorulması gereken asıl soru, “ucuza mal edilen petrolün ne zaman tükeneceği” sorusudur. Çünkü “katranlı kum” veya “kaya petrolü” gibi yeni teknolojik tedbirlerle elde edilen petrol türleri, kuyu kazarak çıkarılan petrol türlerinden daha pahalıya mal oluyor.

Demografik tahminlere baktığımızda – gerçi demografi her zaman izafîdir, çünkü büyük savaşları, ekolojik felaketleri vs. dikkate almaz –, ki tahminler bugün 6,8 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyar olacağını öngörüyorlar, araba kullanmayı, uçağa binebilmeyi, konutların ısıtılmasını ve sınaî üretim süreçlerini düşük veya ödenebilir masraflarla sürdürebilir kılmak için gerekli olan »ucuz petrolün« yeterli olamayacağına işaret etmektedir. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hem nüfuslarının, hem de enerji gereksinimlerinin rekor kıracak biçimde arttığı göz önünde tutulursa, enerjinin giderek pahalılaşacağı ve insanlığın büyük bir bölümü için ulaşılabilir olmaktan çıkacağı söylenebilir. Aynı şekilde enerji kaynaklarına ulaşım, tüketici ve üretici ülkeler arasındaki ilişkileri şimdiye kadar olmadığı biçimde belirleyecektir.

Teyit edilmiş petrol kaynakları ve üretim sayıları temelinde yapılan bir alfabetik sıralamaya göre 11 büyük petrol üreticisi ülkede şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor:

Grafik 1

Şimdi bu sayılara yakından bakalım: Aralık 2014 itibariyle bu 11 ülkede resmen teyit edilmiş petrol rezervlerinin toplamı yaklaşık 1,4 trilyon varildir. Uluslararası petrol birimlerine göre 1 varil 0,136 tona eşit olduğuna göre, toplam 190,4 milyar ton petrol rezervinden bahsediyoruz demektir. Bu 11 ülkenin bir günde ürettiği petrol miktarı Aralık 2014 itibariyle 53,5 milyon varildir. Bu da yılda – günlük üretim miktarı aynı düzeyde kalırsa – yılda 19,5 milyar varil reel petrol üretimi anlamına gelmektedir. Yıllık petrol üretimini de temel alırsak, petrol rezervlerinin en fazla 70 yıl sonra tükeneceği söylenebilir. Ancak bu genelleme de yanıltıcıdır, çünkü rezervlerin ne zaman tükeneceğini tahmin edebilmek için, hesabı tek tek ülkelerin rezervlerine ve yıllık üretim oranlarına bakarak yapmak zorundayız. Bu durumda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Grafik 2

Bu tabloya baktığımızda, özellikle ABD’nin petrol üretimi ve tüketimi konusunda dünya lideri olduğunu görürüz. ABD aynı düzeyde petrol üretmeye devam ederse, on yıl içerisinde kaynakları kuruyacaktır. Ama Avrupa’daki ülkelerin durumu daha da vahimdir: Örneğin Almanya petrol gereksiniminin yüzde 97’sini ithal etmek zorundadır. Bu oran Uran maddesinde yüzde 100, doğal gazda yüzde 84 ve taş kömüründe yüzde 72’dir. Avrupa’daki diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de (Norveç istisna) benzer durum söz konusudur.

ABD ve diğer emperyalist ülkelerin enerji ihtiyacı, bu ülkelerin dünya çapındaki politikalarını belirleyen en önemli etkendir. Müdahale savaşları, işgaller, farklı ülkelerde rejim değiştirme çabaları emperyalizmin enerji ve hammadde kaynakları üzerinde hakimiyet kurma mücadelesinin bir sonucudur. Emperyalist ülkeler tüm askerî, ekonomik ve politik güçlerini bu mücadele için seferber etmektedirler.

Soru: “Peki, ama Ortadoğu’daki, bilhassa Suriye’deki gelişmeler sadece petrol kaynakları ile mi açıklanacak? Başka nedenler yok mu?”

Bu soruya büyük ölçüde “Evet” yanıtını verebiliriz. Ortadoğu’daki tüm sorunların arkasında enerji ve hammadde kaynakları yatmaktadır. Dünya çapındaki petrol rezervlerinin büyük bir bölümü, toplam 773 milyar varille Ortadoğu’da bulunmaktadır. Petrol üretimi – tam kapasite ile olmasa da – yılda 7,7 milyar varili bulmaktadır. Sadece Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin planları temel alınırsa, üretim oranlarının önümüzdeki yıllarda büyük ölçüde artacağı söylenebilir. Irak petrolünün büyük bir bölümü Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlanmaktadır.

Ortadoğu’nun zengin kaynakları ve bu kaynaklar üzerinde hakimiyet kurma hedefi bölgenin yeniden düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. Emperyalist güçler bir tarafta bölgedeki otoriter rejimler ile işbirliğini derinleştirirken, diğer taraftan da Suriye gibi ülkelerde silahlı muhalefeti destekleyip, iç savaşı körükleyerek, rejim değişikliği peşinde koşmaktadırlar.

Yeniden düzenleme planlarında Türkiye merkezi rol oynamaktadır. NATO üyesi Türkiye, enerji nakil hatlarının geçtiği bir transfer ülkesi ve dünya piyasalarına dağıtım yapan limanlara sahip stratejik ekonomi mevkiidir. Karadeniz, Boğazlar, Ege Denizi ve Akdeniz’deki deniz yolları, petrol ve doğal gaz boru hatları, zengin su kaynakları ve barajları ile jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik konumu emsalsiz olan Türkiye, aynı zamanda NATO ve fiilen AB’nin bölgedeki sınırı olarak, emperyalizm için önemli bir köprü işlevini görmektedir ve bu nedenle Türkiye’nin iç ve dış politikaları emperyalist stratejiler temelinde şekillenmektedir. AKP hükümeti ile ABD ve AB yönetimleri arasında söz konusu olan kimi çelişkiler, Türkiye’nin gelecekte de emperyalist senaryolarda baş rollerden birisini oynayan aktör olacağı gerçeğini değiştirmemektedir.

Soru: “Petrol kaynaklarını tükenmesi ile gıda maddelerinin pahalanması arasında bir ilişki var mı?”

Evet, hem de doğrudan bir ilişki var. Bu sadece nakliyat giderlerinin pahalı benzin nedeniyle artmasına bağlı değil. Uluslararası enerji tekelleri kaynakların tükenmesine karşı yeni alternatifler geliştiriyorlar. Örneğin “biomazot” olarak adlandırılan ve bitkilerden kazanılan yakıt için büyük ziraî alanlar bu tekeller tarafından satın alınmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin tarımı giderek “biomazot” için gerekli olan bitkilerin ekilmesine yönelmektedir. Milyonlarca dönümlük arazilerden böylesi bitkilerin yetiştirilmesi, beslenme için ekin yetiştirilen alanları sınırlamaya başlamıştır.

Bir kere “biomazot” için tarım üretiminin sanayileştirilmesi, karbondioksit ve sera gazlarının miktarında artışa neden olarak, küresel ısınmanın hızlanmasına neden olmaktadır. İkincisi, “biomazot” üretimi, dünya çapındaki açlığın artmasına neden olmaktadır, çünkü bir arabanın deposunu doldurmaya yetecek miktarda “biomazot” üretmek için kullanılan bitki miktarı, bir insanı 1 yıl besleyecek tahıl miktarındadır. Uluslararası enerji tekellerinin özellikle yoksul ülkelerde geniş alanlara “biomazot” bitkisi ekmeleri, bu ülkelerin giderek pahalanan gıda ithalatına bağımlı olmalarını sağlayarak, yoksulların sömürülmesini katmerleştirmektedir. Kaldı ki böylesi büyük alan tarımı monokültürü, zorunlu büyük sulamaları, genetiği değiştirilmiş tohumları ve çok büyük miktarda sunî gübre ve ilaçları gerekli kıldığından ve yeni ekim alanları kazanmak için milyonlarca dönüm ormanın kesilmesine neden olduğundan, insana ve doğaya petrol ürünlerinin kullanımından daha fazla zarar vermektedir.

Sonuç itibariyle petrol kaynaklarının tükenmeye yüz tutması ve üretimin artırılması, genel olarak insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Bu tehdidin asıl sebebi, kapitalist üretim tarzıdır. Yenilenebilir enerji kaynakları yaratmak, sermaye birikimine değil, insana ve doğaya yarayan bir üretim tarzına geçebilmek ve insanlığın geleceğini garanti altına alabilmek için asıl önemli olan, kapitalist üretim tarzının aşılmasıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler