POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 03.12-09.12.2018

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 03.12-09.12.2018

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 03.12-09.12.2018

FRANSA’DA SARI YELEKLİLER

 

Fransa’da özellikle Başkent Paris’te beş hafta önce başlayan “sarı yelekliler”in eylemleri ilk günlerde dünya kamuoyunun fazla dikkatini çekmedi. Eylemlerin birinci haftasını doldurmasıyla birlikte uluslararası basının ve kamuoyunun dikkat merkezine yükseldi.

Eylemler ile dayanışmasını ilk açıklayan faşist Le Pen olunca bir tereddüt oluştu. Ardından CGT sendikasının ve diğer sol örgütlerin flamaları eylemlerde görünmeye başlayınca uluslararası sol kamuoyu da “sarı yeleklilerin” eylemleri ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Fransız Komünist Partisi CGT içindeki güçleriyle eylemlere katılırken CGT 14 Aralık’ta ülkede iş bırakma çağrısı yaparak “Eylemlilik işçilerin, emekçi kesimlerin, onların mücadele örgütlerinin istemleri ile uyuşmaktadır. Ortak talepler, farklı hareketlerin birliğini bugün her zamankinden daha fazla gündeme getiriyor” açıklamasında bulundu.

Kimileri ise “sarı yelekliler” içinde çoğunluğun işsizler ve kriminal unsurlar olduğu savından yola çıkarak bu eylemleri küçümsüyorlar. Hatta bazı sol güçlerin sözcüleri ve kalemleri “sarı yeleklilerin” eylemlerini “lümpen proletaryanın” eylemleri olarak niteliyorlar. Bu noktada “lümpen proletarya” kavramının nereden geliştiğine tarihe göz atarak bir irdelemek gerekmektedir. Marx'a göre, lümpen proletaryanın devrime katılmak için özel bir nedeni bulunmuyordu ve hatta var olan sınıf yapısının korunması çıkarlarına daha uygundu, çünkü lümpen proletarya hayatı sürdürebilmek için genellikle burjuva ve soylu sınıfa (aristokrasiye) bağımlıydı. Lümpen sınıf, tüketim alışkanlıklarının esir aldığı; tüketme dışında, başkasının üretimini mirasyedi misâli tüketen; mevcûdiyetlerinin hiçbir anlamı olmayan, irâdelerinin üzerine yatarak münzevileşmeyi tercih eden; hiçbir duruşu, tavrı, projesi olmayan insanlardan oluşmaktaydı.

Marks daha sonra bu terimi eserlerinde yorumlamıştır. Marks'ın Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i (1852) adlı eserinde verdiği Bütün sınıflar tarafından istenmeyenler tanımına dolandırıcılar, itimat hilebazları, genelev sahipleri, çaput ve kemik tüccarları, laternacılar, dilenciler ve toplumun diğer kimsesizleri de dahildir. Buna göre Marx lümpen proletaryayı devrim karşıtı bir güç olarak görüyordu.

Engels, Köylüler Savaşı'nın önsözünde lümpen proletaryayı şöyle anlatır. "Lümpen-proletarya, bu karargahını büyük kentlerde kurmuş, bütün sınıflardan gelen en bozulmuş bireyler tortusu, olanaklı tüm bağlaşıklar içinde, en kötü olanıdır. Bu ayak takımı, tamamen satılık ve küstahtır. Fransız işçileri, devrimler sırasında, evlerin duvarlarına; Hırsızlara ölüm!’ yaftasını yapıştırdıkları ve hatta bunlardan bir çoğunu kurşuna dizdikleri zaman, bu işi, kuşkusuz, mülkiyet aşklarından ötürü değil, ama her şeyden önce, bu güruhtan kurtulmanın gerektiği bilinci ile yaptılar. Bu serserileri savunucu olarak kullanan, ya da bunlara dayanan her işçi önderi, sadece harekete ihanet ettiğini kanıtlar.”

Lenin ise, bilinçsiz ve örgütsüz proletaryayı “lümpen proletarya” olarak tanımlamıştır.
Bugünden bakıldığında “sarı yeleklileri” lümpen proletarya olarak adlandırmak mümkün olabilir. Bu yığınlar işçi sınıfının ve yoksulların örgütlü ve bilinç sahibi olmayan kesimidir. Bu gerçek elimizi kolumuzu bağlayarak “bu hareketten bir şey çıkmaz” dememizi gerektirmez. Çünkü, “sarı yeleklilerin” istemlerine göz attığımızda birçok ekonomik ve sosyal haklar konusunda istemler sıraladıklarını tespit edebiliriz. Tam da bu istemler ile ilişki içinde, bu mücadelenin içinde ve önünde olarak yığınların “lümpen proletarya” dahi olsalar devlet ile çıkar çelişkilerini keskinleştirmek ve onlara sınıf bilinci taşımak komünistlerin görevidir. Bu noktada özellikle Fransız Komünist Partisi’nin ve sendikal örgüt CGT’nin sınıfın dayanışmasını ve öncülüğünü örgütlemek vaz geçilmez koşuldur. İşçi sınıfının örgütlü güçleri mücadeleye damgalarını vuramadıkları sürece bu eylemler karşı-devrimci ve düzen destekçisi bir yöne sürüklenecektir. Düzen destekçisi bir yöne sürüklenmesi bilinçli bir tercih değil, sınıf bilincinin eksikliğinin sonucu olacaktır. Faşist güçler her daim bu kesimlerden beslenmiyorlar mı? Türkiye’de işçi, işsiz, yoksul ve de kriminal AKP ve MHP yandaşlarını ölçü olarak alın.

 

TÜRKİYE’DE YEREL SEÇİMLER

 

31 Mart 2019 için planlanan Yerel Seçimler ülkede haftalardır gündemi oluşturuyor. Burjuva partilerin il ve büyükşehir belediyeleri için adaylıkları tartışılıyor. Seçmen tabanlarına olan güvensizlik AKP’yi “yollarını ayırmalarına” rağmen yerel seçimler ile ilgili tekrar masaya oturmalarına yetti. CHP, Saadet ve İyi Parti gibi düzen taraftarı burjuva partileri de kendi cephelerinden seçim ve aday pazarlıklarını yürütüyorlar. Bütün bu tabloya bakıldığında özünde burjuva iktidarının nasıl bir kağıttan kale olduğunu anlamak mümkün.

HDP cephesinde birincil amaç bir önceki seçimlerde kazanılan ve yasadışı şekilde kayyum atanan belediyelerin geri kazanılması. Yetmiyor, kazanılacak il ve ilçe belediyelerinin artırılması. Bu Kürt illeri için geçerli. HDP’nin batıda önemli il ve ilçelerde başkanlık kazanması zor. Burada tartışılan konu şu; HDP kimi il ve ilçelerde CHP ile işbirliği yaparak AKP’nin elinde bulunan belediyelerini kaybetmesini sağlayabilir mi? Olabilir, ama hangi bedelle HDP, CHP ile işbirliği yapmalı? HDP seçmeninin hassasiyetlerine ve istemlerine sadece seçim öncesi süreçte değil, ardından da saygılı olacak ve o istemleri kendi istemleri sayabilecek bir CHP adayı veya örgütü mevcut mu? CHP’nin hiç öyle bir niyeti var mı? Bizce ikisi de yok. HDP, Kürt illerinde mevziilerine yeni mevziiler katarak sonuç almaya odaklanmalı, batı illerinde ise etrafında devrimci demokratik güçlerin de kenetlenebileceği adaylar ortaya koymalıdır. “HDP’nin batı illerinde aday çıkarması AKP’nin zaferini kolaylaştırır” saptaması yanlıştır. Öyle olsa hiç bir bağımsız devrimci-demokratik gücün seçim çalışmalarına katılmaması gerekir. Seçimler bu ülkede düzeni değiştirmez. Kimsenin böyle bir beklentisi yok. Ancak, devrimci güçler artık kendi tabanlarını burjuva partilerine oy vermeye çağırmaktan vaz geçmeleri gerekir. Başka türlü Devrimci Alternatif nasıl oluşturulacak. AKP seçilsin CHP veya İyi Parti adayı seçilsin, bunun sınıfsal anlamda işçi sınıfına katacağı hangi kazanım var?


Konuyla ilişkili diğer makaleler