POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 13.05-19.05.2019

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 13.05-19.05.2019

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 13.05-19.05.2019

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Geçtiğimiz haftalar yoğun bir siyasi trafiğe tanık oldu. Hem iç politikada, hem de dış politikaya yönelik ciddiyetle ele alınması gereken durumlarla karşı karşıyayız.

6 Mayıs 2019 tarihinde YSK’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin tekrarı ile ilgili karar açıklanmıştı. Aradan 2 hafta geçmiş olmasına rağmen bu karara temel oluşturan nedenler hala kamuoyu ile paylaşılmış değil. Başka bir deyişle, YSK’nın gerekçeli kararı halen açıklanmadı. Bu konudaki görüşlerimizi geçen hafta yayınlanan 58 No’lu bültenimizde kamuoyu ve okurlarımız ile paylaşmıştık. Yazılanları tekrarlamak yerine takip etme olacağınız olmadıysa 58 No’lu biltenimizi okumanızı öneririz.

 

İMRALI AVUKAT GÖRÜŞMESİ

6 Mayıs 2019 tarihinde, YSK kararı açıklanmadan birkaç saat önce 8 yıl aradan sonra Abdullah Öcalan’ın 2 Mayıs 2019 tarihinde avukatları ile görüştürüldüğü açıklandı. Bu görüşmenin sonucunda Abdullah Öcalan ve diğer 3 devrimci tutsağın imzasıyla kaleme alınan bir ortak açıklama kamuoyuna yansıtıldı.

İmralı’da kaleme alınan açıklama kamuoyu ile paylaşılır paylaşılmaz bu avukat görüşmesi ve açıklamanın İstanbul seçimlerini etkilemek için gerçekleştirilen bir girişim olduğu yönünde fikirler havada uçuşmaya başladı. Yetmedi, HDP’nin bu açıklama üzerine İstanbul Seçimlerinde AKP karşıtı tavır takınmayacağı iddiaları ortaya atıldı. Bu konuda cevap hakkı olan HDP hemen genişletilmiş Parti Meclisi ve MYK’sını toplayarak gerekli açıklamayı kamuoyu ile paylaştı. Açıklamanın özü; 31 Mart 2019’a yönelik seçim politikasının sürdürüleceği yönündeydi. Geçtiğimiz hafta sonu HDP Eş Genel Başkanı bir adım daha ileri giderek açıkça Ekrem İmamoğlu’nu desteklediklerini açıkladı.

MHP destekli AKP-Saray Rejimi hiç kuşkusuz ki, İmralı’da geçici olarak tecriti kaldırırken İstanbul seçimleri konusunda bu girişimi ile nemalanmayı umdu. Ancak olayı tek başına buna yönelik bir senaryo olarak nitelendirmemiz eksik kalacaktır.

 

TECRİTE KARŞI AÇLIK GREVLERİ VE ÖLÜM ORUÇLARI

İktidarın 2 Mayıs 2019 İmralı Avukat görüşmesinin gerçekleşmesine izin vermesi bizce İstanbul seçimlerine bağlı olarak okunmamalıdır. Böyle okursak aylardır açlık grevinde olan ve açlık grevlerini ölüm oruçlarına çeviren politik tutsaklara ve yurtdışında yaşamak zorunda bırakılmış politik göçmenlere haksızlık etmiş, onların eylemlerini önemsizleştirmiş oluruz. Başta ülkede Leyla Güven ve yurt dışında bir dönem MİT’in hakkında suikast planları yaptığı deşifre edilen Yüksel Koç olmak üzere binlerce kürt yurtseveri ve devrimcisi aylardır devletin kesif sansür politikaları altında bir onur eylemi sürdürüyorlar. Ülkede belki kesif sansür nedeniyle kamuoyu yeteri kadar bilgilenmiyor ama Avrupa metropollerinde durum oldukça farklı. Neo-Nazi faşistler dışında tüm sol, sosyal-demokrat, sosyalist, komünist ama aynı zamanda liberal, konservatif ve hatta hristiyan demokrat politikacılar ve değişik ülkelerin burjuva yöneticileri bu eylemlere şahit oluyor ve tepkisiz kalamıyorlar. Tepkisiz kalmakla yetinmiyor dayanışmalarını açıklıyor ve de Türkiye’deki iktidar üzerinde baskı kuruyorlar. Ülkede açlık grevcileri de uluslararası delegasyonlar tarafından ziyaret ediliyor ve cezaevleri ziyaret edilerek uluslararası bağımsız tutsak kurumları ve af örgütü tarafından denetleniyorlar. Türkiye halkı kapkara bir sansür nedeniyle olaylardan uzak tutulmaya çalışılırken dünya halkları kulaklarını dik tutarak ülkedeki gelişmeleri açık bir gözle izliyorlar.

Demek ki, İmralı görüşmesini salt İstanbul seçimleri ile izah etmeye çalışmak büyük bir hatadır ve onurlu bir direniş eylemini görmezlikten gelmek iktidarın propagandasına alet olmuş olmak demektir.

Direnişçi açlık grevcileri ve ölüm oruççuları “İmralı avukat ve aile ziyaretleri düzenli hale gelmeden ve Abdullah Öcalan’ın tutsaklık koşulları iyileştirilmeden ve hatta ev hapsine alınmadan eylemlerine son vermeyeceklerini” açıklayarak dik duruşlarını sürdürmüşler, iktidarın senaryosunu suya düşürmüşlerdir. Bu dik duruş aynı zamanda iktidarın olası olarak İstanbul seçimleri ile ilgili Kürt seçmenlerde kafa karışıklığı yaratma hedefini ortadan kaldırmış, provokasyonu boşa çıkarmıştır.

 

İMRALI AÇIKLAMASININ İÇERİĞİ

Açıklamayı içeren mektubu biraz daha yakından incelersek, konunun çok daha kapsamlı uluslararası sorunların çözümü ile ilgili işaretler verdiğini ve ülkede demokratik anlamda atılacak adımların ülke içi ve bölge barışı ile ilintilendirildiği anlaşılmaktadır. “Derin bir toplumsal uzlaşma” Kürt halkının durumunun ve ezilen sınıfların konumlarının demokratik anlamda iyileştirilmesi kast edilmektedir. Eşit kültürel ve politik hakların tanınması derin toplumsal uzlaşmanın temelini oluşturmaktadır. Dikkat çekmek isteriz ki ‘sınıfsal uzlaşma’dan söz edilmemektedir. Bunun gerçekleşmesi için ise devlet terörüne son verilmesi gerekliliği ve müzakere yöntemine yönelinmesi gerekliliğinin altı çizilmektedir. Ancak bunun yeterli olmayacağı ve bölgede özellikle Suriye ve Rojava özelinde barış koşullarının yaratılmasının gerekliliği vurgulanmaktadır.

Açlık grevleri ve ölüm oruçları ile ilgili ise “bitirin” çağrısı kesinlikle yapılmamaktadır. İfade açıktır ve açıklamada yazıldığı gibidir.

Bakınız mektupta neler söyleniyor:

“İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır.

Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır.

Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz.

İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.

Cezaevleri içindeki ve dışındaki arkadaşların direnişlerine saygı duymakla birlikte, sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlandıracak konumlara taşıracak noktaya taşımamalarını önemle belirtmek isteriz. Bizim için onların akli, fiziki ve ruhi sağlıkları her şeyin üstündedir. Ayrıca en anlamlı yaklaşımın zihinsel ve ruhi duruşun geliştirilmesiyle bağlantılı olduğuna inanıyoruz.

Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır.”

Konumuza dönersek; biz bu mektupta yeni bir açılım önerildiği gerçeğini okuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti ekonomik ve politik olarak hem içerde hem de dışarıda sıkışmış durumdadır ve bu sorunların bu tarz diktatoryal baskı yöntemleri ile çözümü mümkün değildir. Abdullah Öcalan, bu noktayı yakalayarak TC’nin önüne de bir açılım koyuyor. ‘Kürtler üzerindeki inkar ve imha harekatını ortadan kaldır, ülkenin ve bölgenin sorunlarına beraber kafa yoralım’ demeye getiriyor. ‘Bunu da barış ortamında ve demokratik hakları genişleterek yapma dışında hiç bir şansınız yok’ diyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Abdullah Öcalan tarafından ele alınan bir insiyatif ve siyasi hamle söz konusudur. Abdullah Öcalan sadece Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin bütününe yayılmış Kürt halkının sorunlarını değil Rojava ve Güney Kürdistan konusunda da açılım işaretleri veriyor. Ve okuduğumuz kadarıyla bize bir adım yaklaşın, biz de size bir adım yaklaşalım diyor. ‘Derin bir toplumsal uzlaşma’ kavramsallaştırması bu noktada önem kazanıyor.

 

İKTİDAR VE DEVLET NEYİN PEŞİNDE?

TC Devleti ve MHP istekli AKP-Saray Rejimi içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal bunalımı baskı ve savaşçı yöntemler ile aşacağını zannediyor dersek yanılmış oluruz. Evet, devlet ve rejim bu refleksi gösteriyor ve her geçen gün daha baskıcı ve diktatoryal bir hal alıyor ama bu yolla sorunlarını çözemeyeceğini kendileri de an az bizim kadar biliyorlar. Onlar milliyetçi, ırkçı ve tekçi doktrinler anlayışı terk etmeden zorla ezilen halklara ve sömürülen sınıflar üzerinde tahakkümlerini artırarak sadece günü kurtarıyor ve uzatmaları oynuyorlar. Oluşturdukları tüm izleme ve gözetleme sistemleri, yüzbinlerce polis ve araç gereci ile “devlet burada” izlenimi yaratma çabaları, seçimlere hile karıştırmalarına karşı kazanamamamalarına rağmen densizce bütün burjuva kuralları dahi çiğneyerek ‘ben yaptım oldu’ durumu yaratmaları temelinde kendi korkularından kaynaklanmaktadır. Onlar işçi sınıfı ve ezilen halkları sindirmek istiyorlar ama bunu korkularından yapıyorlar, kendilerine ve ellerinde tuttukları zannettikleri güçlerine dahi güvenemedikleri için yapıyorlar. O kadar densizce yapıyorlar ki, kendi sıralarındaki çatlak ve çatırtılar bölünmeler ve ayrışmalar yaratmaya başlıyor. O kadar hesapsızca yapıyorlar ki, onları iktidara taşıyan ve destekleyen sermaye çevreleri dahi onları uyarmak zorunda kalıyor.

Bu sıkışmışlığın içindeki devlet ve iktidar bunun üstüne şimdi bir de ABD ile Rusya arasında bir cenderede sıkışıyor, Kıbrıs yakınlarından Mersin Hatay hattına kadar uzanan petrolü çıkararak finansal sorunlarını çözebileceğini zannediyor, Kürtleri ve Arapları aklı sıra kullanarak Basra Körfezine kadar inme planları yapıyor ve bu durumdan ekonomik gücünü artırarak siyasi kazanımlar elde ederek güçlü bir devlet olarak çıkabilme planları yapıyor. Bu umut boş bir umuttur. Uluslararası güçler dengesi ve çıkar hesapları gözönüne alındığında bu mümkün değildir. Bu Rusya’ya Akkuyu’yu paravan olarak kullanarak Akdeniz’de deniz üssü teklif etsen de mümkün değildir, Abdullah Öcalan ile pazarlık yapmaya çalışarak bölgede yeni mevziiler kazanma hayalleri peşinde koşmak ile de mümkün değildir.

Devlet ve iktidar ekonomik ve siyasal sorunlarına çözüm bulamayıp krizi daha derinleştiği sürece saldırganlığı daha da artıracak. Bunun karşılığında baskı ve terörle sindirdiğini zannettiği barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük, emek ve sosyalizm güçleri ise sınıfın ve halkların biriken tepkisini gün yüzüne çıkararak bu baskıcı diktatoryal rejime son verecek. 23 Haziran 2019 İstanbul seçimleri AKP rejiminin adayı karşısında adayın kim olduğu ve mensubiyeti önemli olmadan AKP rejiminin adayına karşı kazanılacak bir seçim anlamında bu yolun nasıl döşeneceği konusunda cidi önem arz etmektedir. Çünkü halkın ve ezilenlerin öz güvenlerinin tazelenmesi iktidar için sonu belli olan bir tehlikenin işareti olacaktır.

Politika Yayın Kolektifi


Konuyla ilişkili diğer makaleler