POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 15.07-21.07.2019
SİYASİ DURUM
MHP destekli AKP-Saray rejimi 31 Mart ve özellikle 23 Haziran seçimlerinden sonra ciddi bir bunalım yaşıyor. Ülkede siyasi bir krize tekabül eden bu durum ekonominin kriz hali ile daha kaotik bir ortam yaratıyor.
Toplumsal dinamikler bileniyor. AKP kendi içinde çatırdıyor. Bütün mesele rejimin bu krizi karşısında işçi sınıfı, emekçi halklar, yoksul yığınların sözcülüğünü üstlenmiş bir öznenin ortaya çıkamamış olması. HDP bu konuda belli bir işlev görse dahi yetmiyor. Rejim de bu öznenin ortaya çıkmaması için kendi önlemlerini baskı ve terörü geliştirerek alıyor. Muhalefetin tepkisini gösterebileceği en ufak bir çıkışı zor yoluyla bastırıyor. Muhalif nüvelerin ortaya çıkacağı yerleşim ve üretim birimlerini baskı ve gözdağı ile kontrol altında tutmaya çalışıyor. Kimilerinin ön gördüğü gibi bu rejimin alternatifi kesinlikle CHP değildir. CHP’nin böyle bir niteliği ve amacı yoktur. Evet, CHP onyıllardır iktidar olamamanın getirdiği iç sıkıntılar nedeniyle AKP muhalefeti yapıyor, ancak nitelik olarak ortaya ne siyasi ne de ekonomik ve askersel alanda bir alternatif koymuyor. Koyamıyor değil, koymuyor. Tam tersine rejimin milliyetçi politikalarını, askersel politikalarını destekliyor. TC’nin, bugün MHP destekli AKP-Saray rejimi vasıtasıyla yürüttüğü doktrini yadsımıyor, tam tersine kendisini onun bir parçası görüyor. Örneğin, Erdoğan’ı “tek adam diktatörlüğü” ile eleştiriyor, Erdoğan ise onlara yanıt verirken “biz tek adam ve tek parti yönetimini Mustafa Kemal ve CHP’den öğrendik” diyor. CHP’nin buna tatmin edici bir yanıtı olamıyor. Olamaz da. CHP içinde kimi tekil vekillerin, il ve ilçe başkanlarının bireysel bakış açıları bu gerçeği değiştirmiyor. Bu unsurlar da aynen legalist “sol” gibi CHP’yi dönüştürebileceklerini veya en azından tabanına seslenebileceklerini düşünüyorlar. Ancak bu gerçekçi değil. CHP kadar AKP tabanı da işçi ve emekçilerden oluşuyor. Onun için devrimci ve demokratik alternatifin yaratılıp güçlendirilmesi gerekiyor. CHP, AKP hatta MHP tabanındaki işçi ve emekçiler aidiyetlerini böylesi bir oluşum ile ifade ettikleri zaman sınıf hareketinin yükselişini hiç bir güç durduramayacaktır.
Rejim şimdi HDP’yi kendi çeperi içine alma planları yapıyor. “Kuvay-ı Milliye’yi Türk ve Kürt halkları birlikte oluşturdu, neden Misak-ı Milliye’yi birlikte tekrar oluşturamayalım” düşüncesini işliyor. İmralı ile yaptıkları pazarlık, Barzani ziyareti ve daha birçok unsur bu çerçevede görülmelidir. Bunun karşısında da hem şu anda kendilerine yönelik en güçlü toplumsal muhalefeti ber taraf edeceklerini zannederek, Kürt halkının ağzına bir parmak bal çalma politikası uyguluyorlar. HDP bu oyuna gelmeyecektir. Olursa da gelirse kendini bitirir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
MHP destekli AKP-Saray rejimi içerdeki sorunlarının ve zayıflamalarının çözümünü bölgede saldırganlaşarak savaş politikaları ile aşacağını zannediyor. Suriye, Irak ve Kürdistan’a karşı saldırgan girişimlerde bulunuyor. Suriye, Rojava ve Güney Kürdistan’da işgalci bir güç olarak konum alıyor. TC sınırları dışındaki illere valiler, kaymakamlar atıyor, sağlık, eğitim ve askersel alanda bürokratlar görevlendiriyor. Bu da yetmiyormuş gibi IŞID ardılı ve bugün TC’nin desteklediği “özgürlük ordusu” adı altında çeteleri hala silahlandırıyor ve eğitiyor. Kürt özgürlük hareketini kendi misak-ı milli amaçlarına dahil ederek bölgede etkinlik kurma hedefini gerçekleştirmek istiyor. Bölgede kilit pozisyonda olan Kürt özgürlük hareketini, özellikle Rojava güçlerini SDG’yi ABD yerine kendisiyle işbirliği yapmaya yöneltmeye çalışıyor. ABD’nin bölgede doğrudan işgal ve etkinliğinin azalması Rusya ve İran’ın da bölge politikaları ile uyumlu olduğu için ABD’ye karşı TC’nin bu planları destek alıyor. TC bu planlarından sonuç alamayacağını gördüğü anda Rojava ve Güney Kürdistan topraklarını dövmeye yönelecek, ülke içinde de baskıyı daha da artıracak. Şu anda yaşananları onun bir provası gibi görmek gerekir. Yetmiyor, Türkiye, Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir’e de bulaşmaya çalışıyor. Kimi Kuzey Afrika ülkelerinde işgal kuvvetleri bulunduruyor.
Bütün bu manevralar ABD ve NATO’yu kendi istedikleri politikalara ikna etme amaçlıdır. Onu sağladıkları anda, bölgede ABD’nin ana jandarma gücü olma konumunu elde ettiklerine emin olduklarında, bugün ABD ile aralarında varmış gibi görünen tüm temel olmayan yan çelişkiler de çözülmüş olacaktır. Erdoğan ile Trump arasında süregelen diyalog tamamen bu amacın elde edilmesine yöneliktir. Fethullah yerine baş partner olarak Erdoğan’ın ve TC Devleti’nin bugünkü bileşiminin muhatap alınması TC açısından ABD ile tüm sorunların çözümü anlamına gelecektir.
S-400 MESELESİ
S-400 meselesini iki yönlü görmek gerekiyor. Bir yandan bir önceki paragrafta açmaya çalıştığımız şekilde ABD’yi ikna etmek için bir araç olarak S-400’leri kullanıyorlar. Diğer yandan ise Türkiye, 15 Temmuz olaylarından sonra Fethullahçıların TSK’dan ve özellikle Hava Kuvvetlerinden uzaklaştırılmasından sonra TSK’nin yitirdiği hava savunma gücünü ikame etmek için düşünülmüş bir çözüm hatta zorunluluktur S-400 alımları. Çünkü TSK’nın hava savunma yeteneği yüzde yirmi düzeyine düşmüş durumdadır.
ABD’yi bu konuya ikna etme yönünde mesafe aldıklarında ABD sözde yaptırımlarını ya hiç uygulamayacak ya da az uygulayacaktır. İkna edemezse de TC devleti “biz ABD’ye de Rusya’ya da eşit mesafede duruyoruz” palavrasını yaymaya devam edeceklerdir. Herkes biliyor ki Rusya’dan 2 batarya S-400 alınmasıyla eşit mesafe oluşturulmuş olmuyor. Çünkü Türkiye’nin tüm saldırı ve savunma araçları ABD ve NATO menşelidir.
Görüşümüze göre rejim hırm iç politikada hem de uluslararası politikada duvara dayanmıştır. Türkiye’nin ihtiyacı olan barış, demokrasi, emek, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm alanında birleşik yığınsal mücadelenin yükseltilip rejimin temellerini sarsacak sınıf temelli bir halk hareketine dönüşmesini sağlamaktır. Türkiye’nin başka çözümü yoktur ve kimsenin farklı bir beklentisi de olmamalıdır.