POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 16.09-22.09.2019

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 16.09-22.09.2019

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 16.09-22.09.2019

Bu haftalık bültenimizde bize göre biri birine bağlı olan üç konuyu ele alacağız. Güvenilir kaynaklardan gelen bilgilere göre Saray Rejimi ve özünde Türkiye Cumhuriyeti (TC) Devleti uzun bir zamandan beri İmralı’yı yol haline getirerek PKK Başkanı Abdullah Öcalan’ı bazı konularda ikna etmeye çalışıyor.

Birincisi; Suriye’deki güçlerin ABD ile olan uzun vadeli stratejik askeri işbirliği anlaşması bozulsun, onun yerine ABD ile olan ilişkiler TC üzerinden yürüsün. İkincisi; Rojava, Güney Kürdistan ve en önemlisi Kuzey (Türkiye) Kürdistan’ı üzerinde bir mutabakat sağlanarak TC ile KÖH arasında ortak bir strateji geliştirilsin. Bu strateji, Rojava yani Kuzey ve Doğu Suriye’nin TC ile KÖH’ün birlikte yönetmesi, Güney Kürdistan’da TC ile KDP arasında olan iş birliğine KÖH’ün de katılması ve Güney Kürdistan’da söz sahibi olmasını artırması, Kuzey Kürdistan’da ise yeni yasal liberal bir Kürt Partisi kurularak bu partinin hem Kürdistan bölgesinde hem de Türkiye’nin genelinde Kürt ulusunun kültürel ve politik haklarına sahip çıkması. Üçüncüsü; Orta vadede de Basra Körfezine kadar Musul, Kerkük dahil birlikte ilerlenmesi ve Misak-ı Milliye’nin, TC’nin rüyasının ilk perdesinin gerçekleştirilmesi. Bu konuda Neçirvan Barzani dahil İmralı’da bir sıra görüşmeler yaptıkları haberlerin satır aralarını okuyanlar için bir gerçek. Diğer yandan da ABD elçileri, A. Öcalan’ın Türkiye’ye komplo ile teslimi şartlarının bir maddesi olarak her ay İmralı’yı ziyaret ediyorlar. TC tarafı kendi, ABD tarafı da kendi projelerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Ancak ne olduysa TC’nin projesi bir şekilde İmralı ve KÖH tarafından kabul edilmedi. Belki ayrıntılarda anlaşamadılar, belki de KÖH yaşanan önceki iki diyalog süreci sırasında TC’nin geri çekilen 7-8 bin Gerillayı katletmesinden dolayı TC’ye güvenemedi. Değilse Öcalan’ın da yaptığı çeşitli açıklamaların satır aralarında bu yönde emareler okunuyordu. En son bir Doçent Ali Kemal Özcan’ın hafta sonu yaptığı açıklamalar da aynı doğrultuya işaret ediyor. Öcalan’ın komplo olarak Türkiye’ye iadesinden sonra, mahkeme sürecinde ve daha sonra yaptığı kimi haftalık görüşmelerde de bu yönde olgular öne çıkıyordu. Kimi HDP politikacıları da aynı doğrultuda konuşuyorlardı.

Neki, nedeni ne olursa olsun bu proje patladıktan sonra önce HPG adına Murat Karayılan daha sonra da KCK adına Cemil Bayık tarafından sert açıklamalar yapıldı ve sahadaki mücadele de sertleşti. Aynı şekilde herhangi bir uzlaşma yaratılacak düşüncesiyle TC tarafından başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere HDP yönetici ve vekilleri ile binlerce Kürt tutsağın tahliye edilmeleri ile ilgili yapılan hazırlıklar yine Saray’ın emri ile geri döndürüldü. Selahattin Demirtaş’ın beraatı sonrası cezasının yattıkları ile mahsup edilerek tahliye edilmesi yerine bir anda kararın bozulup yeniden tutuklama kararı çıkarılması bu nedenledir. PKK’li, HDP’li, DBP’li Kürt tutsakların bir kısmının şartlı salıverilmesi bir kısmının da tahliye edilmesi böylece rafa kaldırıldı.

Yine aynı nedenler ile Fırat’ın Doğusu Operasyonu olarak adlandırdıkları Suriye ve Rojava topraklarının işgalini içeren savaş politikası yeniden ısıtılarak gündeme alındı. ABD’nin de SDG’ne tekrar insani ve askeri yardımı artırmaları ve geçtiğimiz hafta sonu fiiliyata geçirmesi bunun sonuçlarından biridir. Halbuki geçtiğimiz haftalarda yayınladığımız bir haberde SDG’nin Rojava yerine Kuzey ve Doğu Suriye nitelemesini kullanmaya başladığını, sınır boylarındaki SDG bayraklarını da indirdiklerini açıkladıklarını ve Askeri Meclis’ler olarak yeni bir yapılanmaya geçtiklerini açıkladıklarını yayınlamıştık. Öcalan da Suriye konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması gerektiğini mektubunda ele almıştı. Erdoğan şimdi BM Genel Kurulu vesilesiyle gittiği ABD’den dönüşünde bazı konular daha netleşmiş olacak. Ancak asıl çelişki TC Devleti ve Saray rejiminin ABD ile yaşadığı çelişkidir. ABD’ye giderken yaptığı açıklamada ABD’yi Suriye’yi bölmekle suçlayan Erdoğan, 2011-2012 yıllarında ABD’nin emriyle Suriye Devletine savaş açanın ve bırakın bölmeyi işgal etmeyi hedefleyenin kendisi olduğunu unutuyor. Birkaç gün içinde Şam’da Emevi Camiisinde cuma namazı kılmayı hayal eden kendisinden başkası değildir. O dönemde Şam yönetimine karşı başta Şam olmak üzere bütün büyük şehirlerde sabotaj ve suikastları örgütleyen, yöneten ve destekleyen ABD ile işbirliği içinde davranan TC’den başkası değildi. TC ne zaman ki Rojava konusunda savaşın ilk raundunu Kobane’de kaybetti ve Suriye’yi işgal edemeyince Suriye’nin bölünme planlarında ABD ile aralarına özellikle Kürt sorunu konusunda ayrılık girdi, ondan sonra sözde ABD karşıtı bir tavır içine girdi. Şimdi Erdoğan ABD’de bu konuyu tamir etmeye çalışıyor. Sonucunda ne çıkacağını hep birlikte görüp yaşayacağız. Ancak asıl acıyı yaşayan Ortadoğu ve Mezopotamya’nın kadim halklarının daha fazla acı çekmemesi, emperyalist politikaların bölgede sonuç alamaması için tüm barış, demokrasi, bağımsızlık, emek, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin ABD emperyalizmine, NATO’ya ve de onların yerli işbirlikçilerine karşı tavır almaları gerekmektedir. Bu işbirlikçilerin başında TC gelmektedir. Ancak Kürt güçleri içinde de bu hataya düşecek olanlar olacaksa onlar da aynı şekilde mahkum edilmelidirler. Çünkü ABD emperyalizmi ve NATO’nun bu bölgedeki hiç bir planlarının yaşama geçirilmesine izin verilmemelidir. Anti-emperyalist mücadele ancak anti-kapitalist nitelik taşırsa bir anlamı olacaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler