POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.02-23.02.2020

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.02-23.02.2020

POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 17.02-23.02.2020

BİR KEZ DAHA SURİYE VE LİBYA ÇIKMASI ÜZERİNE

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü iki TSK personeli askerin İdlib'de hava saldırısı sonucu yaşamlarını yitirdikleri açıklandı. Ancak dikkat ederseniz konu fazla büyütülmedi ve basında geçiştirildi. Bu olayın ardından CB Erdoğan Rusya DB'nı Putin ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.

Bu görüşme planlı değildi. Önceki hafta Rusya askeri, politik ve istihbarat heyeti Ankara'ya gelmiş, konular üzerinde anlaşma sağlanamamış ve uzlaşma sağlanmadan heyet Türkiye'yi terk etmişti. Ardından geçtiğimiz Pazartesi günü yine asker, politikacı ve istihbarat temsilcilerinden oluşan bir heyet bu sefer Moskova'ya gittiler. 2-3 günlük müzakerelerden yine bir sonuç alınamadı. Heyet geri döndü. Türkiye tarafı bundan sonraki aşama Erdoğan ile Putin görüşmesi olmalı, bu sorunu çözerse ancak onlar çözer anlamına gelen açıklamalar yaptılar. Saray sözcüleri, AKP sözcüsü, Hükümet sözcüsü, Dışişleri Bakanı ve MSB bu görüşü defalarca TV ekranlarında tekrarladılar. Rusya'nın buna yanıtı ise böyle bir görüşmenin gündemlerinde olmadığı yönündeydi. Kastedilen bir telefon görüşmesi değil fiziki buluşma idi. Derken Perşembe günü İdlib'deki olay yaşandı ve Erdoğan ile Putin, Erdoğan'ın araması sonucu telefonda görüştü. Uzun sürdüğü açıklanan bu görüşmeden Türkiye tarafından; "iki taraf da Astana ve Soçi Mutabakatlarına bağlıdır" açıklaması çıktı.

Konunun özü nedir? Konunun özü, İdlib'de Perşembe günü gerçekleşen bombardımanın Suriye Ordusu'nun Rus savaş jetleri değil, Rusya Hava Kuvvetleri'nin savaş jetleri tarafından gerçekleştirildiğidir. Bu nedenle Türkiye tarafı yüksek perdeden yağıp gürlemeden ve tehditler savurmadan olayı örtbas etmiştir.

Pekiyi Rusya Hava Kuvvetlerine bağlı savaş jetleri neden Türk Silahlı Kuvvetleri askeri mevziilerini, yani gözlem Noktalarını bombalamıştır? Bu sorunun yanıtı şu anda Türkiye ile Rusya arasında Kuzey ve Doğu Suriye konusunda varolan çelişkinin tam da kendisidir. TSK'nın Gözlem Noktaları kurma kararı Soçi Mutabakatında, Türkiye'nin İdlib'deki İslamcı Teröristleri boşaltma taahütüne bağlı olarak, bu boşaltmanın izlenmesi için kurulacak Gözlem Noktaları anlamına gelmektedir. Ancak, Türkiye bu taahütünü çok uzun zamandır yerine getirmedi. Bunun üzerine Suriye Ordusu, Rus Hava Kuvvetleri'nin desteği ile bölgeye girdi ve adım adım ilerlemeye başladı. TSK ise geri çekilmedi. Gözlem Noktalarını terketmedi. Tam tersine şaka gibi Suriye Ordusu, TSK Gözlem Noktaları'nın gerisine çekilsin talebinde bulundu. Yani Suriye Ordusuna, Suriye topraklarında geri çekil talebi yönetti. Bunu da ne Suriye ne de Rusya kabul etmedi.

Şu andaki çatışmaların, TSK unsurlarının yaşamlarını yitirmeleri, Ankara ve Moskova görüşmelerinin sonuçsuz kalması ve Erdoğan ile Putin arasında da ilerleme kaydedilememesinin nedeni budur.

Libya'da da benzer bir durum vardır. Türkiye, Saraç güçlerini personel ve askeri araç gereç ile destekliyor. Hafter güçlerini ise Rusya'nın gayrı resmi birlikleri destekliyor. Dolayısıyla, Libya'da da Rusya ile Türkiye karşı karşıya geliyor. Ve resmen açıklanmayan haberlere göre de biri Tuğgeneral, biri Albay, 14'ü de asker olmak üzere 16 TSK personeli Libya'da yaşamlarını yitiriyor. Bu olay da örtbas ediliyor ve cenazeler tören düzenlenmeksizin sessiz sedasız Türkiye'de toprağa veriliyor.

Türkiye kamuoyu ise tüm bu gelişmeler hakkında yanlış bilgilendiriliyor. Resmi bir dezenformasyon politikası sürdürülüyor. Ama nereye kadar...?

 

HDP KONGRESİ'NİN ARDINDAN

Halkların Demokratik Partisi 4. Kongresi'ni geçtiğimiz pazar günü yığınsal bir katılımla gerçekleştirdi. Kongre salonuna 50 binin üzerinde HDP'li geldi ve yarısından fazlası salonun dışından barkovizyon perdeleri üzerinden Kongre'yi izlemek durumunda katıldılar.

Kongre'nin niteliksel olarak en önemli yanı AKP-Saray Rejimine son verecek bir iradeye sahip çıkmasıdır. Bu konuda parlamento içi ve parlamento dışı muhalefet ile birlikte hareket etme kararlılığıdır. Aylardan beri yürütülen parti içi tartışmalarda bu konuya odaklanılşmıştır ve bu içerik HDP politikalarını takip eden herkes tarafından bilinmektedir.

Türkiye'nin demokratikleşmesi hedefi ile Kürt ulusal sorunun çözümü konusunda ileri bir adım atılması konusu birlikte ele alınmaktadır. Türkiye'nin komşularına karşı ve Akdeniz'de yürüttüğü savaşçı politikaların sonlanıp, Türkiye'nin barışçıl bir dış politikaya yönelmesi yine bu bağlamda ele alınmaktadır. Türkiye'nin içinde kıvrandığı ekonomik krize son verilmesi de yine bu hedefle paralel olarak ele alınmaktadır.

HDP'nin oluşan yeni merkezi yönetim kurulları, yani Parti Meclisi bu politikaya uygun bir kadro ile şekillendirilmiştir. HDP bir yandan en geniş muhalefet güçleri ile bir demokratik mücadele hedefini önüne koyarken, AKP-Saray Rejiminden sonra oluşacak politik yapılanmada da yerini alacak hazırlıklar içinde bulunmaktadır. Ve en geniş muhalefet güçleri derken, bunu sadece devrimci-demokratik muhalefet güçleri ile sınırlamamaktadır.

Bu politik yönelime itiraz eden ve eleştiren "sol" ve "devrimci" çevreler olması doğaldır, ama bu anlaşılır değildir. Çünkü, bu çevreler HDP'yi eleştirirken sanki, HDP bir sosyalist parti, hatta bir sınıf partisi imişçesine bir yerden eleştirilerini yöneltiyorlar. Bu doğru değildir. HDP'nin de böyle bir iddiası yoktur. HDP son tahlilde şu an devleti temsil eden kurumların biri olan ve protokolde yeri ikinci sırada olan TBMM içinde faaliyet yürüten bir politik partidir. HDP içinde kimi bileşenlerin sınıfsal anlamda daha ileri konumlarda olmaları HDP'nin de öyle olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bu bir mücadele sürecidir. HDP, kısa vadeli bir takım politik hedeflerini gerçekleştirdiği oranda, orta ve uzun vadede politik hedeflerini ileriye taşıyabilir. Bunu sağlayacak olan güçler de bugün HDP bileşeni konumunda olan devrimci ve sosyalist güçlerdir.

HDP demokratik bir cephe niteliğinde değerlendirilmeli ve beklentiler de ona göre ayarlanmalıdır. Değilse HDP'den olmadığı bir niteliğin karşılığını bekler duruma düşeriz ki, bu HDP'nin değil, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçlerinin görevidir. O beklentileri yerine getirmesi gereken Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleridir. Bu nedenledir ki, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri, Kürt devrimci demokrat özgürlük hareketi güçleri ve daha geniş demokratik muhalefet güçleri ile HDP'de bir cephe anlayışı ile güçlerini birleştirmişlerdir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler