R.T. Erdoğan’a Bir Öneri Denemesi (!)

R.T. Erdoğan’a Bir Öneri Denemesi (!)

Putin ve Erdoğan

AKP-Saray iktidarı varolma ve yaşamını uzatma sürecini yeni politik hamleler geliştirerek sürdürüyor. Konunun bir tarafı, dışarıdan gözüken yüzü, veya daha doğru ifade edersek, dışarıya yansıtılan yanı, diğer tarafı ise içerde kaynayan kazan.

Düşününüz ki, bir devletin en önemli yönetim kademelerinin de içinde yer aldığı bir darbe planlanıyor. Silahlı Kuvvetler, Polis, İstihbarat, Yargı ve yüksek bürokrasi, ve hatta kimi tanınmış siyasetçiler bu planın özneleri olarak içinde yer alıyor. Böyle bir planın sermayeden kopuk olarak tasarlanması mümkün değil. Tam ter- sine, bu tür planlar sermayenin istem ve ihtiyaçlarına göre kurgulanır ve uygulanır. Kısa- cası devlet aparatı hedef olarak belirlenenler açısından hiç de güven telkin eder durumda değil. Bu, günümüzün olgusu değil. Yıllardır böyle sürüp gidiyor. Erdoğan kaç kez suikast- ten kıl payı kurtuldu. Veya kaç kez Başbakan- lıkta ve Cumhurbaşkanlığında yakın koruma ekibini değiştirmek zorunda kaldı. Kaç kez çalışma odalarında, özel mekanlarında bö- cekler tespit edildi. Yaverlerinin dördünün de kendisine karşı bir örgütlenmenin kadroları olduğu ortaya çıktı. Yaver dediğin yatak oda- sının kapısına kadar en yakınında olan görevli demektir. Fuat Avni fenomeninin yayınının Yaverler deşifre olduktan sonra birden ke- silmesi bir tesadüf olmasa gerek. Erdoğan’ın ruh halinden, günlük programına kadar, toplantılarda alınan kararlardan, sarfedilen sözle- re kadar, bütün bu bilgileri o fenomene kim aktarıyordu? Bunlar düşündürücü. Demek ki içeride durum hiç de sorunsuz ve çelişkisiz değil. Siyaset alanında da öyle. Hangi vekilin, bakanın veya bürokratın ne olduğu bilinmiyor. Bu koşullarda hiç bir olumsuzluk yokmuş gibi, planlar, politikalar geliştirmek, kararlar almak çok sağlıklı olmasa gerek. 

Bizim görüşümüze göre bu hesaplaşma henüz tamamlanmadı. Hesaplaşma tamam- lanmadığı gibi, oluşturulan yeni ittifaklar ile de ne kadar yürüneceği belli değil. Karşılıklı şantaj ve tehdit koşullarında oluşturulan itti- faklar sağlıklı olamazlar, dolayısıyla ömürleri de çok uzun olmaz ve yeni iç hesaplaşmala- rın potansiyelini içinde barındırır. Daha önce Fethullah çetesi ile iç içe geçmiş Erdoğan kadrolarının ve kendisinin şimdi bir anda Ergene- koncu faşistlerle benzer bir ittifaka girmesi ve devlet yapılanmasını gerek kadrosal gerekse içerik açısından reorganize etmesi hayıra işaret değildir. 

İç politikada durum böyleyken dış politikada farklı mı? Bizce hayır. Bir yandan ABD ve NATO’ya, AB’ye çatan, diplomasi ve politika kurallarını ayaklar altına alarak açıktan eleştiren, hatta saldıran bir tavır. Bunun karşısında ise Rusya ile geçen yıl yaşananlar hiç yaşanmamış gibi yeni aşık olmuş genç bir çift misali yoğun olarak yaşanan bir ilişki... Rusya ile ilişkiler ile ABD ve AB’ye bir mesaj verilmek istendiği kesin. Ancak bu ilişki ne kadar sağlıklı temellere oturtuluyor. Arkasında ne kadar ilkesel ve güçlü gerekçeler, planlar, politikalar var? Var mı, yok mu? Bu dahi belli değil. Türkiye’nin ABD ve NATO ile onyıllara dayalı bir itaat ve kölelik ilişkisi var. ABD ve NATO ülkenin en ince kılcal damarlarına, en küçük hücrelerine kadar nüfuz etmiş durumda. Bu- gün dahi siyasi, askeri ve istihbari konuda ortak danışma, eğitim ve karar organları var. Bütün bunlar mevcutken, bunlar yokmuş gibi Rusya’ya bu kadar hızlı ve yoğun bir yönelim ne kadar sağlıklıdır? 

Başkan Putin’in son İstanbul ziyaretinde temel iki konu baş gündem idi. Birincisi savunma sanayii, ikincisi ise enerji alanı. Vize serbestisi, turizm, sebze-meyve vb. Konuların gündem dahi edilmediği ayan beyan ortada. Türkiye, Rusya ve Rusya üzerinden Çin’den savunma ve taaruz teknikleri almaya, kara ve hava kuvvetleri araçlarını takviye etmeyi he- de iyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, teknoloji transferi şartıyla. Aynı konu nükleer enerji için de geçerli. Rusya da bu isteğe soğuk yaklaşmadığını açıkladı. So- ğuk yaklaşmamak, diplomasi dilinde olumlamak ile eş anlamlıdır. 

Peki, durum buysa bütün bu projeler nasıl gerçekleşecek? Almanların bir sözü vardır “iki düğünde aynı zamanda dans edilmez”. Demek ki Türkiye bir tercih yapmak zorundadır. Ve bu tercih sadece bir takım askeri ve nükleer projeler ile sınırlı değildir. Eğer, Rusya ve Çin ile girilen bu ilişkiler sadece ABD ve NATO’ya Türkiye’nin değerini anlatmak ve ilişkileri yeni bir düzeye oturtmak içinse, söyleyecek bir sözümüz yok. O konuda görüşlerimiz zaten çok net. Ama o değil, iki tarafı da idare ederim düşüncesi varsa bunun pek o kadar kolay ola- mayacağını bu ülkeyi yönetmeye çalışanların görmesi gerekir. 

Sonuçta iç politikada ve devlet aparatında yaşanan politik çelişki ve karmaşa, dış politika- da da aynen uygulanıyor. Bu da hesaplaşmaların süreceğinin en önemli işaretini veriyor. Neden mi? Çünkü ABD ve NATO’ya bu derece bağımlı bir ülkenin bir takım hesaplaşmaları göze almadan, onların en büyük rakipleri olan Rusya ve Çin ile bu kadar kolay yeni projeler gerçekleştiremeyecekleri ortadadır. 

Şimdi kimileri çıkıp şöyle bir savda bulunabilir. “Ne olacakmış, sonuçta Rusya ve Çin de ABD ve NATO ülkeleri gibi aynı kampın üyeleri değil mi? Hepsi kapitalist değil mi?” Bizce bu konu bu kadar yüzeysel ele alınabilecek bir konu değildir. 

Burjuvazi’nin temsilcisi olarak Cumhur- başkanlığı makamına kadar türlü entrika ile gelmiş ve siyasi çizgisini açıkça kapitalist düzenin sürmesi temelinde kurgulamış, bu amaçla da AKP’yi bir devlet partisi biçimine getirmeyi tasarlayan (devlet ve partiyi ne kadar kontrol edip yönlendirebileceği sorunsalına hiç girmeden) R.T. Erdoğan bu siyasi hat ile bu amaçlarına, samimi dahi olsa ulaşamaz. Onu bekleyen en büyük tehlike de budur. 

Bizim politikamız net ve açık. Eğer Türkiye gerçekten ABD ve NATO bağımlılığından kurtulmak istiyorsa önce; Birinci olarak, sınıfsal anlamda dayandığı sermaye güçleri ile hesaplaşmak zorundadır. Çünkü bu sermaye güçleri ABD ve NATO’ya bağımlıdır, onların işbirlikçisidir. İkinci olarak, NATO’dan çıkacak ve emperyalist finans kurumları ile tüm üyelik ilişkilerini bitireceksin. Üçüncü olarak, bunları göze alabiliyorsan bağımsız ve bağlantısız olarak yeni bir dış politik hat geliştireceğim diyebileceksin. Dördüncü olarak, ki bu en önemlisidir, asıl olarak iç politikada politik hattını kökten değiştireceksin. Birinci şarta bağlı olarak, işçi sınıfının ve tüm yoksul emekçi halkların üzerindeki kapitalist sömürüye son verecek, Kürt ulusunun ulusal demokratik ve eşit haklarını tanıyacaksın. Bu da ancak her şeyi özelleştirip kendi çevresine peşkeş çekmekle değil, toplumun yararına kısmen devletleştirme kısmen ise toplumsallaştırma ile olur. Ancak bu şekilde toplumun ezici çoğunluğunun kesin desteğini alarak içerde de dışarıda da posta koyma lüksünü elde edebilirsin. Bunun adı da o zaman posta koymak olmaz, gerçek bir devrim olur. Çünkü, bütün bu işleri gerçekleştirmek için, sermayenin egemenliğine son verilecekse işçi sınıfının ve emekçi halkların iktidarını da kurmak gerekiyor. Bu da kapitalizm içinde bir geçiş ile olamayacağına göre siyasal ve toplumsal bir devrimi gerektirir. 

Evet Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan. Bütün bunlara hazırsanız, biz varız. Ama sizin bu halinizle bu mümkün değil. Önce özünüze, inkar ettiğiniz geçmişinize, İETT döneminize dönmeniz gerekir. Samimi bir Müslüman olmanız bizleri rahatsız etmez. Siz bize ne kadar saygı duyarsanız, biz de size o kadar saygı duyarız. Türkiye Komünist Partisi’ne gönül vermiş güçlerin birliği olarak, diğer devrimci demokratik, sosyalist güçlerle ördüğümüz cephe olarak hazırız. Kürt ulusal demokratik ve özgürlük hareketinin de hayır demeyeceğini düşünüyoruz. 

Haa yok... “Ben önce sizin başınızı ezeceğim ondan sonra da yoluma devam edip iktidarımı kurumsallaştırarak sürdüreceğim” diyorsanız çok fena yanılıyorsunuz. Çünkü böyle bir gelecek mümkün gözükmüyor. Böyle bir dünya yok 


Konuyla ilişkili diğer makaleler