Rusya’nın Suriye Angajmanının Arka Planı Üzerine (III)

Rusya’nın Suriye Angajmanının Arka Planı Üzerine (III)

Wladimir Putin ve bir askerYeni Askeri Doktrin

Rusya, 25 Aralık 2014’de Putin’in imzasıyla yeni askeri doktrini yürürlüğe sokmuştu. 2010’da kararlaştırılan eski doktrin Rusya Güvenlik Konseyi tarafından yenilendi, ama yenilenme kararı 2013 Temmuz’unda, yani güncel Ukrayna krizi ve Suriye angajmanından önce alınmıştı.Bu açıdan yeni askeri doktrini, salt güncel krizlere gösterilen bir reaksiyon olarak değil,

aksine Rusya’nın iç ve dış politika alanlarındaki değişimlere yönelik bir strateji belirlemesi okumak gerekiyor, ki bu doktrin aynı zamanda Rusya’nın Suriye angajmanının arka planına da ışık tutuyor.

Yeni doktrinde, eskisinde olduğu gibi, askeri tehlikeler ve tehditler arasında nitel bir ayrım yapılmakta ve askeri tehditler “reel silahlı ihtilaf olasılığının ön adımı” olarak nitelendirilmekte. Askeri tehditlerin liste başına NATO ve ABD yerleştirilmiş. Gerekçe olarak NATO’nun “güç potansiyelini genişletmesi” ve Rusya’ya komşu ülkelerde “yabancı güçlerin askeri kontenjanlarının diskolasyonu” gösteriliyor. Diskolasyon, askeri terminolojide askeri birliklerin ve komuta kademelerinin önceden belirlenmiş bir görevi yerine getirmek için alansal dağılımını tanımlıyor. NATO’nun ve ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerine çeşitli askeri birlikleri, radar ve roket sistemlerini konuşlandırmaları ve salt Doğu Avrupalı NATO üyeleri için Rusya’ya yönelik bir eylem planı (“Readiness Action Plan”) kararlaştırdıkları göz önünde tutulursa, Rusya’nın askeri tehdidi ne denli yüksek olarak algıladığı anlaşılabilir. Kaldı ki askeri doktrin NATO’nun BM kararı olmadan gerçekleştirdiği müdahaleleri (1999 Kosova, 2011 Libya savaşları) “küresel işlevli saldırganlık” olarak nitelendiriyor.

Rusya, ABD’nin iki ülke arasındaki nükleer stratejik dengeyi değiştirme çabasında olduğu görüşünde. Gerçi her iki ülke de yaklaşık aynı sayıda nükleer silaha sahip, ama ABD yeni konvansiyonel savunma ve saldırı silahlarının geliştirilmesinde açık ara önde. Bu nedenle yeni askeri doktrinde Rusya’nın “stratejik savunma sistemlerine”, “uzay silahlarına”, “nükleer olmayan stratejik hassas vuruş sistemlerine” ve “küresel vuruş yetisine” sahip olması gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca siber saldırılar ve yabancı gizli servislerin “yıkıcı faaliyetleri” de askeri tehditler listesinde yer alıyor.

Askeri doktrin her ne kadar NATO ve ABD’nden gelen askeri tehditleri öne çıkarsa da, bölgesel ihtilaflara da aynı derecede önem atfediyor. “Küresel aşırılık ve terörizm”, sınır aşan organize suçlar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı da tehditleri artırıcı tehlike potansiyelleri olarak görülüyor. Özellikle Afganistan sınırında uyuşturucu kaçakçılığının devasa düzeyde artmış olması ve genel olarak cihatçı terör örgütlerinin faaliyetleri “önleyici askeri güvenlik tedbirleri” için gerekçe olarak gösteriliyorlar.

Yeni askeri doktrinde Rusya’nın Hinterlandına eskisinden daha fazla dikkat verildiği göze çarpmakta. Gelişmelerin, “Rusya’dan toprak istenmesine kadar” varabileceğini öngören doktrinde yeni askeri tehditler şu üç cümlede özetlenmiş:

“Bilişim ve iletişim teknolojisinin askeri hedefler ve uluslararası hukuka aykırı olan, devletlerin hükümranlıklarına, siyasi bağımsızlıklarına, toprak bütünlüklerine yönelik ve uluslararası hukuk, güvenlik, küresel ve bölgesel istikrar için bir tehdit oluşturan eylemlerin gerçekleştirilmesi için kullanılması;

Meşru devletsel iktidar organlarının alaşağı edilmesinin bir sonucu olarak ve Rusya Federasyonu’na komşu ülkelerdeki Rusya Federasyonu çıkarlarını tehdit eden rejimler inşa etme politikası ve

Yabancı devletler ve bunların oluşturduğu koalisyonların özel servis ve örgütlerinin Rusya Federasyonu’na karşı yıkıcı faaliyetleri.”

İç Politika Bağlantısı

Rusya’nın yeni askeri doktrininde asıl »yeni« olanın, dış ve iç politik risklerin birbirleri ile sıkı sıkıya bağlantılı hâle getirilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Putin yönetimi burada iki tehdit senaryosundan hareket ediyor: Birincisi, Rusya’nın çeşitlilik arz eden toplumsal yapısının etnik ve dini ihtilafların patlak vermesiyle istikrar bozucu ve iktidarı tehdit edici bir gelişmeye evrilmesi. Bilhassa Kuzey Kafkasya’daki cihatçı ve İslamist akımların yaygınlaşması ve “İslam Devletinin” Rusya sınırları içerisinde terör saldırılarını gerçekleştirmesi olasılığının altı çiziliyor.

Daha önemli görülen ise ikinci tehdit senaryosu, yani “anayasal düzenin şiddet yoluyla alaşağı edilmesi”dir. Bu senaryoyu tarif eden iç tehditler de doktrinde şu cümlelerle tanımlanıyor:

“Ülke içerisindeki toplumsal ve iç politik durumu istikrarsızlaştırma faaliyetleri;

Halkın, ama ilk etapta ülkenin genç yurttaşlarının, anavatanın korunması alanındaki tarihsel, zihinsel ve yurtsever geleneklerinin altını oyma hedefiyle enformatik etkileme faaliyetleri;

Milliyetler arası ve sosyal gerilimler ve aşırılığın provoke edilmesi ve etnik ve dini nefret veya düşmanlığın körüklenmesi.”

Aslına bakılırsa bu cümlelerle Rusya’nın en hassas noktası, yani vurulduğunda sisteme en fazla zarar verebilecek “yumuşak karnı” tarif edilmekte. Putin iktidarının temelini oluşturan iktisadî başarıların emperyalist devletlerin uyguladığı ambargolar ve devlet gelirlerinde büyük payı olan petrol gelirlerinin düşük fiyatlar sonucunda azalması, toplumsal hoşnutsuzlukları artırıcı bir faktör olarak görüldüğünden, bunun doğal sonucu olarak askeri doktrinin “iç güvenliğe” de yöneltildiğini ve iç politika sorunlarının “güvenlik sorunu” olarak algılandığını görebiliyoruz.

Askeri doktrindeki bu yaklaşım doğrudan Rusya’nın dünya çapındaki devinimleri değerlendirme biçimiyle bağlantılı. Daha önce de vurguladığımız gibi, Rusya, Arap dünyasındaki devinimleri, komşu ülkelerdeki – bilhassa Ukrayna’daki – gelişmeleri “dışarıdan yönlendirilen süreçler” ve genel anlamda olumsuz gelişmeler olarak algılamakta. Buradan hareketle de, aslında son derece haklı olarak, Rusya’nın kendisinin emperyalist rejim değişikliği planlarının hedefi olduğunu görüyor. NATO ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişlemeleri ve ABD’nin Rusya’nın tüm çeperinde askeri faaliyetlerini artırması, bu değerlendirmeyi güçlendiriyor. Ancak bu değerlendirme ve dış tehdit senaryoları aynı zamanda iç ve dış politikalara toplumsal rıza sağlama ve egemenliği güvence altına alma araçları olarak da kullanılıyor.

Nükleer Olmayan ve “Lineer Olmayan (Gayrı Nizami)” Savaş Yönetimi

Askeri doktrin, Rusya yönetiminin tehlike ve tehdit olarak algıladığı risklere nasıl bir reaksiyon göstermesi gerektiğini vurgulayarak, Rusya’nın siyasi pratiğine açıklık getiriyor. Görüldüğü kadarıyla Rusya dış tehditlere karşı gerektiğinde nükleer cephanesini kullanma hakkından vazgeçmeyeceğini bu şekilde “dosta düşmana” gösteriyor. Ama, her ne kadar konvansiyonel silahlarla olabilecek büyük saldırılara dahi nükleer yanıt vereceğini açıklasa da, nükleer cephanenin yeterince koruyucu bir şemsiye olamayacağı görüşünün hakim görüş hâline geldiğini söyleyebiliriz.

Bunu doktrinde yer alan “nükleer olmayan caydırıcılık” tanımından okumak mümkün. Bu caydırıcılık yetisine kavuşabilmek içinse ağ tabanlı savaş yönetimine ve “küresel vuruş” yeteneğine sahip olunması öngörülüyor. 2012 Kasım’ında Genelkurmay Başkanlığına getirilen Valeri V. Gerassimov’un askeri doktrinin açıklanmasından hemen sonra yaptığı ve ordunun 2016-2020 silahlanma programında ağırlıklı olarak “hassas vuruş silahlarının, enformasyon ve istihbarat araçlarının ve otomatik yönetim sistemlerinin alımına” öncelik verileceği açıklaması, bugüne kadar doktrinin kelimesi kelimesine uygulanmakta olduğunu kanıtlıyor.

“Nükleer olmayan caydırıcılık” konsepti NATO, ABD ve AB’ne yönelik olarak uygulanan bir stratejiyken, caydırıcılığın Rusya’nın Hinterlandında da sağlanabilmesi için “lineer olmayan (gayrı nizami) savaş yönetimine”, yani dolaylı ve asimetrik biçimlerdeki askeri şiddet ile birlikte ve aynı anda siyasi, iktisadî ve diğer askeri olmayan araçların, bilhassa bilişim teknolojisinin kullanılması, strateji olarak benimsenmiş durumda. “Lineer olmayan” savaş yönetiminin nasıl uygulandığına, özel kuvvetlerin, düzensiz silahlı birliklerin ve özel askeri teşekküllerin kullanıldığı ve halk arasında Ukrayna yönetimine karşı olan protesto potansiyelinin bir toplumsal harekete dönüştürüldüğü Kırım’da yakinen tanık olduk.

Kırım ve Doğu Ukrayna’daki “başarılar”, yeni askeri doktrinde öngörülmüş olan ve 2013’de oluşturulan “Özel Operasyon Komutanlığı” sayesinde elde edilebildi. Doktrine göre “lineer olmayan” savaş yönetimi, sadece Savunma Bakanlığına bağlı askeri birliklerin değil, aynı zamanda İçişlerine, Doğal Afetlerden Korunma Bakanlığına ve gizli servislere bağlı silahlı birliklerin kullanılmasını da öngördüğünden, bunu gerçekleştirebilmek için bir “ağ tabanlı operasyon yönetimi” oluşturuldu ve tüm bu birim ve yönetimlerini tek merkezden komuta altına alabilmek içinse, 2014 Aralık’ında “Ülke Savunması Ulusal Yönetim Merkezi” kuruldu.

Doktrin tüm bunların yanı sıra seferberliğe hazır olma durumunun kapsamının genişletilmesini de gerekli görüyor. Burada söz konusu olan sadece silahlı kuvvetler değil, ülkenin bir bütün olarak seferberliğe hazır duruma getirilmesi, iktisadî ve toplumsal seferberliğin sağlanmasıdır. Örneğin olası bir seferberlik durumunda mali sektöre, vergi sistemine ve para sirkülasyonuna yönelik, hemen uygulamaya sokulacak kurallar hazırlandı. Putin yönetiminin bu şekilde iki adımı hedeflediğini söyleyebiliriz: Birincisi, ülkedeki oligarkların yönetime olan sadakatlerini güvenceye almak, ikincisi de, kriz olasılığı karşısında ekonomiye etkin müdahale araçlarına sahip olabilmek. Bu araçlar aynı zamanda Rusya’da faaliyet gösteren ve üretim yapan uluslararası tekellere yönelik bir kontrol mekanizması oluşturulması işlevini de yerine getirecek.

Toplumsal seferberlik içinse yurttaşların “yurtsever savunma eğitimine” ve bilişim alanında “bütünsel güvenliğin sağlanmasına” ağırlık verilecek. Aslında bu tedbirleri basın ve ifade özgürlüğüne yönelik baskıcı ve kısıtlayıcı uygulamalar olarak okumak gerekiyor. Zaten 2014 Kasım’ında yürürlüğe sokulan “Aşırılıkla Mücadele Stratejisi” tam olarak böylesi bir güvenlik rejimini inşa etmek için kullanılıyor.

Sonuç

Görüldüğü gibi Rusya, kapitalist-emperyalist dünya sisteminde yer edinebilmek ve çok milliyetli toplumsal yapısı, tekelci eğilimli hızlanan kapitalist gelişmesi ve burjuvazisi-bürokrasisi iç içe geçmiş ulus devlet yapısıyla, hükümranlığını ve Hinterlandı üzerindeki etkisini korumak, alternatif bir güç olabilmek için, elindeki tüm araçları emperyalist güçlerin stratejilerine karşı cepheye sürüyor. Suriye angajmanı bu araçlardan sadece biri, ama gerek BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği, gerekse de fokur fokur kaynayan Ortadoğu kazanındaki çıkar çatışmalarının karmaşıklığı nedeniyle, en güçlü araçlarından birisi.

Suriye iç savaşı, sadece Ortadoğu’nun değil, genel anlamda dünyanın yeniden paylaşımı savaşının muharebe alanlarından bir tanesi. Ama aynı zamanda tüm bölgeyi, hatta dünyayı daha da kızışan bir savaşa sokabilecek bir potansiyele sahip. Rusya bunun farkında ve uzun vadede Suriye’deki ihtilafların kendisini vuracağından emin. O nedenle, Suriye’deki gelişmeler nasıl evrilirse evrilsin, Rusya sonuna kadar belirleyici aktörlerden birisi, belki de emperyalist güçleri engelleyici asıl faktör olacak.

Bu açıdan Rusya’yı ve Suriye’deki angajmanını barış sorunu temelinde değerlendirirken, Rusya’nın stratejik çıkarlarının NATO karşıtlığını, gerilimleri azaltma ve silahsızlanmayı önceleme yatkınlığını, uluslararası ilişkilerde karşılıklı işbirliğine dayanan ve BM, uluslararası hukuk, devletlerin bağımsızlığı gibi emperyalist güçlerin çıkarlarına ters düşen ilkeleri savunmasını zorunlu kıldığını dikkate almak zorundayız.

Ama asıl dikkate almamız gereken, günümüz gerçekleridir: NATO ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişlemeleriyle, Avrupa kıtası 20. Yüzyıl’ın ortalarına kadar var olan statükoya, yani “zenginlerin Avrupa’sı-yoksulların Avrupa’sı” ayrımına geri döndü. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri emperyalist güçlerin, özellikle ABD ve Federal Almanya Cumhuriyeti’nin tam egemenliği altına girdiler. Dış politikaları bütünüyle NATO, ABD ve AB’nin dikte ettikleri yönde ilerlemekte, bilhassa Rusya karşıtı politikaların Avrupa’da kökleşmesine hizmet etmektedir.

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizmin restorasyonu sonucunda, bu ülkeler doğrudan Rusya’ya ve böylelikle de Avrupa’da süren kırılgan barış durumunu tehdit eder hâle gelmişlerdir. Aynı zamanda, bu ülkelerin ulus devlet çıkarlarını ve hükümranlıklarını emperyalist güçlerin çıkarlarının boyunduruğu altına sokmaları nedeniyle, uluslararası ilişkilerde bağımsız ve hükümran devletler olarak davranma veya kabul edilme olanaklarını büyük ölçüde yitirmişlerdir. Bu gerçek Rusya tarafından tehditleri artırıcı gelişme olarak algılanmaktadır.

Karşı devrimin, şüphesiz geçici olan galibiyeti sonrasında insanlık 21. Yüzyıl’da süreklilik arz eden savaşlar durumunda yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Bununla birlikte emperyalist devletler ve diğer kapitalist ülkeler arasındaki güç ilişkileri son derece hızlı ve son derece eşitsiz gelişerek, giderek daha az kontrol edilebilir olan çelişkilerin şiddetlenmesine yol açmaktadır. Politika aracı ve devamı olarak savaş, artık teori ve konsept olmaktan çıkmış, gündelik realite hâline gelmiştir. Emperyalist güçler çelişkileri savaşlar aracılığıyla çözmeye çalışmakta, ama, Suriye’de ve Ukrayna’da görüldüğü gibi, çözümden ziyade çelişkilerin derinleşmesine ve yeni ihtilafların ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Emperyalist güçlerin hem kendi aralarındaki, hem de Rusya ve Çin gibi ülkelerle olan çelişkileri; hammadde kaynakları, etki alanları, nakliyat yolları ve pazarların hakimiyeti üzerine verilen mücadeleler ve savaşlar, dünyayı kasıp kavuracak ve insanlığı yok olma seviyesine getirebilecek bir tehdidi reel olasılık hâline getirmiştir.

Bu gelişmeler, Leninist emperyalizm teorisinin günümüzde de geçerliliğini koruduğunu kanıtlamakla birlikte, işçi sınıfının devrimci güçlerine, ama bilhassa ve öncelikle komünistlere yaşamsal görevler yüklemektedir: Emperyalist politikaları ve çelişkileri doğru tahlil etmek, anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadeleyi örmek, işçi sınıfının iktidarını kurmak için sınıf içinde kök salarak örgütlenmek ve sınıfla bütünleşmek, işçi sınıfını ve müttefiki katmanları emperyalizm konusunda aydınlatmak ve barış sorunu temelinde geniş toplumsal ittifakları sağlayacak ideolojik mücadeleyi güçlendirmek.

20. Yüzyıl’da sosyalizmin bir yenilgi aldığı doğru, ama bir o kadar doğru olan da 21. Yüzyıl’da sosyalizmin her zamankinden fazla gerekli ve olanaklı olduğudur. Rusya’nın Suriye’deki angajmanı ve günümüzün gerçekliği bir kez daha şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmektedir: Ya toplumsal ilerleme ve barış, ya da felaket! Ya sosyalizm, ya da barbarlık!


Konuyla ilişkili diğer makaleler