Süreç Hakkında Sorular

Süreç Hakkında Sorular

Kuşkusuz ki süreç hakkında bütün bilgileri edinmek mümkün değil. Bunu doğal kabul etmek gerekir. Ne var ki, ortaya çıkan sorular hakkında spekülasyon yapmadan bazı görüşler ileri sürmek de bir ihtiyaç halini aldı. Bununla beraber sürece bağlı olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin niteliği, HDP’nin desteklenmesi konularında kimi tartışmalar konusunda da görüşlerimizi dile getirme olanağını elde etmiş oluyoruz.

Süreç neden başladı?

Öncelikle şunu belirtelim. Bu konuda gazetemizde de, okurlarımızın takip ettiği diğer yayınlarda da defalarca yazılar yayınlandı. Burada yapılan ana tespit şu idi. Tek cümle ile ifade edersek; İki taraf yenişemedi. Koskoca TSK, NATO’nun milyonluk ikinci büyük ordusu, birkaç yüz kişi ile başlayan, sonra binlere ulaşan, bugün de onbinlerle ifade edilebilecek olan PKK Gerilla hareketini alt edemedi. PKK Hareketi ve genelde Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ise bu otuz yılı aşkın süreç içinde, Kürt ulusal sorununun çözülmesi yönünde önemli ve ciddi adımlar attı. Mevziiler kazandı. Bu gerçeği bir kere belirtelim.

KÖH bu süreç içinde, nereden nereye geldi? Bırakın bugünkü diyalog süreci gerçeğini, bu ülkede “Kürdüm” demek suçtu. Kürtçe konuşmak, müzik dinlemek yasaktı. Sıkıyönetim Mahkemeleri belgelerinde Kürtçe, “yabancı dil” olarak nitelendiriliyordu. Ama bu öyle yaman bir çelişki idi ki, Kürt gençleri Türkçe öğrensin diye Türkiye Cumhuriyeti ordusunda Türkçe kursları veriliyordu. Kürt gençleri Türkçeyi askerde öğreniyordu. 12 Eylül döneminde, Sıkıyönetim Mahkemelerinde inkar edilen bir dil olan Kürtçe yasaktı, cezaevlerinde tutuklu yakınlarının görüş günleri Kürtçe konuşması yasaktı ama duruşmalarda tercüman bulunduruluyordu. Veya MİT, teknik takip ve telefon dinlemelerinde Kürtçe bilen elemanlar çalıştırıyordu. 12 Eylül diktatörleri, “Kürt diye bir kavram yoktur, ‘Dağ Türkleri’ karda yürürken çıkan ‘kartkurt’ seslerinden dolayı öyle adlandırılıyordu, zamanla bu dağ Türklerine ‘Kürt’ denmeye başlandı” temelinde resmi açıklamalar yapıyorlardı. Bu günler unutulmadı. Demek ki, bu noktadan bugünkü noktaya gelindiyse, burada KÖH’nin ciddi kazanımları vardır.

KÖH ilk örgütlendiğinde “Bağımsız Kürdistan” politikasını izliyordu. Süreç içinde, dünyadaki gelişmeler, Sosyalist Dünya Sisteminin karşıdevrim sonucu yıkılması, buna bağlı olarak Emperyalizmin özellikle Ortadoğu politikaları temelinde görüşlerini revize ederek, “birlikte yaşama” konusunda bir politika geliştirdi. Bu aynı zamanda Kürt halkının iradesini de dikkate alması sonucuydu. Birlikte yaşama politikası beraberinde Türkiye’deki iktidarı da hedefleyen bir mücadeleyi içeriyordu. Ayrılma hakkından ve bağımsızlıktan yana tercih kullanacak daha önce savunduğu politika için Türkiye’deki iktidar bu denli önemli bir rol oynamıyordu. Bu süreç aynı zamanda Marksist-Leninist temelde başlayan bir parti örgütlenmesinin sürece uygun bir şekilde ulusal çapta tüm kesimleri kucaklayacak bir Ulusal Kurtuluş Hareketi karakteri kazanmasına da yol açtı. KÖH, bu nitelikte, kurucu kadroları ve içinde Marksist-Leninist’lerin de olduğu, ancak çok daha geniş sınıf ve katmanları kapsayan bir hareket halini aldı. Buna rağmen KÖH, dünya devrim sürecinin bir bileşeni niteliğinde olan, bir Ulusal Kurtuluş Hareketi olması açısından, anti-kapitalist, anti-emperyalist, genel anlamında sınıf mücadelesinde işçi sınıfının saflarında yer alan bir hareket olma niteliğini korudu. Bu bugün de en genel anlamıyla böyledir.

KÖH, günümüzde, bu uzun ve fedakar mücadele sürecinden sonra farklı bileşenleri olan, legal siyaset anlamında da yığınsallaşan, ancak PKK açısından da tüm toplumun nezdinde, desteklesin veya düşman olarak görsün, meşruiyet kazanan bir hareket haline geldi. Parlamentoda farklı aşamalardan geçtikten sonra, bugün devlet ile, iktidar ile bir muhatap taraf niteliğinde bir parti halini aldı. Bunun da ötesinde, “terörist başı” olarak adlandırılan ve idam ile yargılanan, cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürülen, hareketin lideri Abdullah Öcalan ile bu devlet masaya oturdu. Bu gerçekler günlük yaşamda bize artık normal gibi gelebilir, ancak, nereden nereye gelindiği açısından süreci doğru irdelemeyi hiç bir zaman gözden kaçırmamamızda yarar vardır.

İşte, KÖH’nin “birlikte yaşama” politikası, onu aynı zamanda Türkiye’nin diğer sorunları ile de bağlantılı hale getirdi. Bu sebeple de KÖH’ni artık sadece Kürt Ulusal Sorunu’nun çözümü değil, Türkiye’nin tüm toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik sorunları ilgilendirmeye başladı. Bu noktada ortaya Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi, Türkiye Devrimci Hareketi ve en genel anlamıyla Türkiye Barış ve Demokrasi Güçleri ile ortak mücadele ihtiyacı çıktı. Daha önce sadece Kürt Halkı ve Ulusu ile ve onun mücadelesi ile enternasyonal dayanışma niteliğinde olan ilişki, birlikte ve ortak mücadele niteliğine kavuştu.

Halkların Demokratik Kongresi HDK ve akabinde BDP kadrolarının HDP’ye katılması ve ortak legal siyasi faaliyet yürütecek bir partinin oluşturulup güçlendirilmesi gündemi bu politik gelişmelerin sonucudur.

Sürecin gelişimi

Biz bugüne dek süreci “sözde süreç” olarak niteledik. Bunun sebebi, barışa karşı olmamız veya sürece karşı olmamız değildi. AKP’nin ve TC Devletini oluşturan tüm bileşenlerin aslında gerçek bir barış istememelerine yönelik tespitimizdi. Onlar, süreç adı altında, Kürt halkının ve ulusunun haklarını verir gibi gözükerek, özünde PKK ve KÖH’ni tasfiye etme politikaları izlediler. Hiç bir zaman samimi olmadılar. Bugün propagandif olarak dahi olsa söylediklerinin ertesi gün arkasında durmadılar. Süreç gerçekte KÖH’nin fedakarlığı ile bugüne kadar tek yanlı gelişti. Onlar, Kürt halkını gönül verdikleri ve destekledikleri KÖH’den kopararak, içinde dini motifleri de barındıran farklı motiflerle kendilerine bağlamayı, bu süreci o anlamda kullanarak, kendi iktidarlarını kurumsallaştırmayı ve güçlendirmeyi planladılar.

Ancak, KÖH’nin ve özellikle Abdullah Öcalan’ın kararlı tutumu onlara bu planlarına ve kötü niyetlerine rağmen her defasında adım attırmayı sağladı. Bugün gelinen noktada, Abdullah Öcalan’ın sunduğu ve KÖH’nin tüm bileşenleri tarafından kabul gören 10 Maddelik Yol Haritası, Kasım 2014’den beri masalarında duruyor. Onlar, 2015 seçimlerini de atlatıp belki de hiç bir şekilde adil ve barışçı bir çözüm için adım atmayı tasarlamıyorlar. Ancak, KÖH’nin ve Türkiye İşçi Sınıfının Devrimci Güçlerinin ortak mücadelesi, iktidarı bu konuda da geri adım atmasını ve somut adımlar atmasını sağlayabilir. 2015 seçimlerine HDP’nin katılımı ve çok geniş güçlerin politik desteğini alması da aslında bu politikanın doğasından kaynaklanmaktadır. İktidar ayak sürüyüp gerekli adımları atmadığı taktirde bile, 2015 seçimlerinden başarıyla çıkacak bir HDP, Türkiye’de tüm dengeleri değiştirebilecek, barış ve demokratikleşme yönünde adım atacak sonuçlar doğurabilir. Bu çok önemli bir olgudur.

Süreçten sonra ne olur?

Süreç iktidarın tüm direnmelerine karşı, adım adım olarak olsa dahi Türkiye halklarının ortak çıkarları doğrultusunda ilerlerse ve legal siyaset alanında değişik güçlerin de işbirliği ile güçlü demokratik bir hareket yaratılırsa bu süreç Türkiye’nin bütününün demokratikleştirilmesi anlamında sürer. İktidar ile diyalog ve müzakere süreci olmaktan çıksa da iktidar ile hesaplaşma, iktidarın temelini oluşturan burjuvazi ile daha geniş kapsamlı bir mücadele niteliği kazanır.

Bunun Türkiye’de Sosyalizm mücadelesi açısından rolü ne olur soru su doğru bir  sorudur. PKK, kurulduğunda ve silahlı gerilla mücadelesini başlattığında Marksist Leninist nitelikte, bayrağında orak çekiç olan bir parti idi. Ulusal Kurtuluş Hareketine yükselmesi ile bu niteliği hareketin niteliğine koşut olarak değişti. Bugün KÖH’nin anti-kapitalist özü değişmemiştir ama rejim içinde demokratik çözüm arayışları gelişmiştir. Bu doğrudur. Çünkü çok daha geniş toplumsal katmanları bünyesinde birleştirmektedir. Bu söylemlerine de yansımaktadır. Bu da doğrudur. Ancak, KÖH’nin azami gibi gözüken programı, Türkiye’de iktidarı hedefleyen, sosyalist devrimi hedefleyen siyasal güçlerin asgari programına denk gelmektedir. Dolayısıyla bugün için birlikte mücadele etmenin önünde politik bir engel yoktur. Yarın da koşullar değiştiğinde, yeni mevziiler kazanıldığında, devrimci mücadele yeni bir aşamaya yükseldiğinde, onu daha da ilerletecek ve sosyalist devrimin yolunu döşeyecek güçlerin yer alımı sınıf mücadelesinin gereği olarak mücadele içinde oluşacaktır. Bundan korkmamak ve çekinmemek gerekir. Asıl görülmesi gereken nokta, sosyalist devrimin yolunu döşeyecek mücadelenin bugünden yürütülmesi gerekliliği, ertelenmemesi gerektiği ve bunun da bugün önümüze koyduğu görevin KÖH ile birlikte bugünden, bugünkü hedefler için birlikte mücadele etme görevidir. KÖH’nin nüvesini oluşturan, o binlerce şehidin üzerinde zorlu mücadeleler ile yükselen bu hareketin ana kadroları gün çatıp iktidar sorunu ertelenemez bir görev haline geldiğinde “demokratik çoğulcu sosyalizm” veya “demokratik modernite” nitelemeleriyle bu görevin üstesinden gelinemeyeceğini görebilecek kadar deneylidirler. KÖH daha geniş toplumsal bir kesime oturmuştur ama onun temelini oluşturan politik önderlik gücünün PKK olduğunu hiç bir zaman unutmamak gerekmektedir. Ayrılma hakkından yana değil, birlikte yaşama tercihinden yana seçimini kullanan bir ulusun temsilcisi için Türkiye’de iktidar ve devrim meselesi Türkiye’deki diğer devrimci güçler ve komünistler kadar stratejik bir hedeftir. Onun için, bugünden bu konulara kafa yormak yerine günümüzün güncel görevlerini yerine getirmemiz, yapabileceklerimizin en doğrusudur.


Konuyla ilişkili diğer makaleler