Sınıfımızın Büyük Ustasının Dediği Gibi

Sınıfımızın Büyük Ustasının Dediği Gibi

Sınıfımızın büyük ustasının dediği gibi,

”Topraktan, ateşten ve demirden doğanların
En mükemmeli doğacak bizden”

 

Atilla Tanılkan’ın “GAYRETTEPE, SELİMİYE, METRİS” adlı kitabı çıktı. Kitaba önsöz yazan Cavlı Çulfaz şunları söylüyor:

“Ne güzel şey sana yoldaşım diyebilmek.. .
Otuz küsur yıl geçti aradan.
Yaşamak biraz da hatırlamaktır.
Ne günlerdi?
Bazı günleri yaşandığı sırada pek anlamaz insan...
Anlamı, önemi sonradan anlaşılır.

Taksim 1 Mayıs Alanı’nda yüz binler haykırıyordu:
“Sosyalizme açılan ileri demokratik bir düzen...’’
“Türkiye Komünist Partisi’ne özgürlük!”

Çocukların adı “Atılım” konuyordu... “Atılım Bizimle”ydi...
Devrim’di, Emek’ti, Utku’ydu çocukların adı...
Kerem’di. Aslı’ydı, Tahir’di, Zühre’ydi gözbebeklerimiz...
Şirin’ine kavuşmak için Ferhat gibi külüngüyle, gürzüyle yalınkılıç dağları delmeye hazırdık hepimiz...
Emeğin utkusuna, devrime olan inancımız tamdı, sarsılmazdı...

Yıllardır yasaklanmış bir partinin, Türkiye Komünist Partisi’nin yayınları yürürlükteki kısıtlayıcı mevzuatı sonuna kadar zorlayıp her türlü baskıya göğüs gererek kitlelere ulaşıyordu.

“Savaş Yolu” 40 bin basılıyordu, “Ürün’’ 20 bin, “Barış ve Sosyalizm Sorunları”  Dergisi 10 bin, “İlerici-Yurtsever Gençlik” 40 bin, “Kadınların Sesi” 30 bin dağıtılıyordu. Geçmiş gün, rakamlarda yanlışım varsa, doğrudan bilen, içinde olan yoldaşlarım düzeltsin lütfen... “Sanat Emeği” dergisi, “Konuk” Yayınları, “Temel” Yayınlar...

“Politika” gazetesinin sürümü 30 bin dolaylarındaydı . Türkiye’nin o sıralar altıncı büyük gazetesiydi.
Azımsanacak rakamlar değil... Üstelik Türkiye’nin nüfusu bugünkünün yarısıydı o zamanlar...

Gayrettepe Selimiye Metris

Nâzım Hikmet’in şiirleriyle, kitaplarıyla emekçi kitleler tanışmaya başlıyordu.

Parti basını, yayınların dağıtımı bir örgütlenme ağıdır.
Parti basınının okura ulaşması, bayiden gazete almaya benzemez.
Parti yayınına erişen kişi eline rastgele gazete tutuşturulan pasif bir okurdan farklıdır.

Pır pır eden yüreğiyle yayına ulaşan insan kendi gücünün farkına varır. Öncü partiyle özdeş olduğunu duyumsamanın bilincidir bu güç. Çarpan yürek başka bir yüreği ateşler... Gönüle düşen kor, bilincin gücüyle artık başkasını da örgütlemeye yönelir.

Parti basınının, parti yayınlarını dağıtımın, işte böyle katalitik bir işlevi vardır.
Parti gazetesi, parti yayını başkalarını etkiler, ateşler, örgütler.
Artık nerede bir okur varsa, parti oradadır.

Ülke çapındaki bütün bu dağılım ağının başında, büyük bir özveriyle işini sessizce yapan dürüst bir yoldaş vardı: Atilla Tanılkan ve onun yönetimindeki, deyim yerindeyse, bir avuç atom karınca...

Atilla ile aynı yıl dünyaya gelmişiz... 1942 de...
O Ankara ‘da Yıldırım Beyazıt Erkek Sanat Enstitüsüne giderken ben Kurtuluş Lisesi’ndeymişim.
Atilla meydanlarda hasretimizi haykıran sınıfın, Türkiye işçi sınıfının yüz akı bir evlâdı...
Hirfanlı Hidroelektrik Santral’inde elektrik bakım ustası, tribün operatörü ve kumanda odası sorumlu operatörü...

1977 yılında ben parti basınının, o dağıtımın örgütlenmesiyle uğraşırken İstanbul’da yollarımız kesişti.

Ömür akıldır, bilinçtir, duygudur, birlikte yaşanıp ortaklaşa paylaşılan bir deneyimdir...
Bir ömrün kıyısında geçmişine bakarken rüzgâra karşı birlikle koştuğun, fırtınada düşen bütün yoldaşlarına bağlı olacaksın...

Dünya görüşüne, bütün insanların kardeşliğine, emeğe, yurduna bağlı olacaksın!

Bu kitap fırtınalı bir denizde yıkılmayan bir insanın yaşam öyküsünün içten bir özetidir.

Bellek insan deneyiminin zihindeki çökeltisidir. Yaşadıklarından aklında kalanı unutmadı Atilla...

Çığırtkanların, şamatacıların ortalığı velveleye verdiği bir ortamda dürüst insanın üstüne hüzünlü bir sessizlik çöker, konuşmaya dermanı kalmaz. Zaten söz artık biter... Geriye vakarlı bir dik duruş kalır...

Atilla Tanılkan düştü, işkence gördü, tökezledi, sendeledi, ama asla yıkılmadı...
Yaralarına tuz basıp ayağa kalktı.

Büyük ustamız Nâzım bugün herkesin dilindeyse, bu biraz da Atilla gibi isimsiz kahramanların sayesindedir. ..

Devrimci türkülerimizi, şiirlerimizi mitinglerde yüz binler, tekel isçilerinin direnişinde, alanlarda on binlerce insan hep bir ağızdan söylüyorsa, biliyoruz ki, bunca emek, çaba, bunca özveri boşa gitmedi...

Sevgili Atilla,

Dağıtımını özenle örgütlediğin dergileri, kitapları topladılar; makineli tüfeklerin yanına koyup
Çiğnediler nalçalı topukla... Kitapları yargıladılar, insafsızca yaktılar...Düşünenleri, yazanları, dağıtanları gaddarca işkenceden geçirdiler...
İşçi sınıfının dünya görüşünü aşağılamaya kalkıştılar...
Atilla gibi nice yoldaşımın ömrü demiri aşındırmakla geçti.

Belki de birer ömür törpüsüyüz hepimiz...
Demiri törpüleyen ve demirin torpillediği...
Aşınmamız da elbet yine demirden olacak.

Diyorum ki, iyi ki o günleri, o coşkuyu, o insanlığı birlikte yaşadık seninle paylaştık... Gözlerimizde ışığın pırıltısını gördük...

Sınıfımızın büyük ustasının dediği gibi, “Topraktan, ateşten ve demirden doğanların / En mükemmeli doğacak bizden”

Ve biliyorsun sevgili Atilla:
SON SÖZÜMÜZ SÖYLENMEDİ DAHA!

Cavlı Çulfaz”