Sınıf Karşıtlığı Ve Demokratik Örgütlenmelerin İşlevi Üzerine -2-
Burjuvazi en geniş, en elverişli koşullarda emek sömürüsünü sürdürmek ve bu temel üzerinde sistemini garantiye almak istemiştir. Kapitalist üretim ilişkilerinde üretimin toplumsal karakteri ile, mülkiyetin bireysel ellerde toplanması eşitsizliğin nedeni ve toplumun çoğunluğunun yoksullaşarak, azınlık bir kesimin ise devasa bir şekilde zenginleştiğini Marksist siyasal ekonomi biliminden biliyoruz.
Kapitalist devlet sömürü ilişkilerini açık ve örtülü yüzlerce yöntemle garantilemek, sürekli hale getirmek için bütün kurumlarıyla sermayenin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılanıyor. Emek lehine kazanımlar hangi düzeyde olursa olsun, bu gerçeklik kapitalist devlet yapısının temel doğası olarak var olacak ve bütün siyasi ve kültürel edimler bu duruma hizmet edecektir. Kapitalist üretim ilişkilerinin bu temel karakteri bilinmesine rağmen, ezgi ve sömürüye uğrayan sınıf ve katmanların ekonomik-demokratik alandan mücadelesinin anlamı nedir?
Kapitalist sınıf karşıtlığının oluştuğu dönemden başlayarak işçi sınıfı ile burjuvazi arasında ekonomik pozisyondan ilişki, egemenlerin emek sömürüsünü azami düzeye çıkarma yöntemleri karşısında, işçi sınıfı da yaşam koşullarının iyileştirmesi ve reel ücret artışı için yol ve yöntemler aradı. İş bırakma, dayanışma sandıkları ve sendikalaşma süreçlerinden geçen mücadeleleri, birlik olma ve örgütlenme bilinciyle dönemine ilişkin biçimler aldı. Sınıf mücadelesinin doğal yapısından kaynaklı bu karşıtlık, sömürünün artması burjuvazinin çıkarına, sömürünün sınırlandırılması işçi sınıfının yararına olan bir sonuç doğuracağıdır. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfının örgütlenme ve direnişi sonucu elde ettiği hakların düzeyi ne olursa olsun, sömürü ilişkileri sonlandırılmadıkça, bir süre sonra yeniden işçi sınıfının aleyhine döneceği gibi bir mantık üzerinden değerlendirildiğinde, kapitalizm sürdükçe sömürü ilişkilerinin de süreceği gerçekliğine varılır.
Gündelik hak arama biçiminde de olsa, böylesi süreçler hem işçi sınıfının mücadele deneyimi, hem de içinde yaşadığı ekonomik ve siyasi işleyişin mekanizmasını kavrama olanaklarının nedeni olmuştur. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasında yüzyıllar öncesinden gelen bu karşıtlık, teknolojik gelişim ve daha başka nedenlerle kapitaliste sömürü olanaklarını arttırma koşulları yaratırken, devlet mekanizması da sömürü ilişkilerini garantiye alan yeni biçimlere doğru yeniden dönüşmüş-yapılanmıştır. Kapitalist sömürü ilişkilerinin açıktan, bütün devlet mekanizmasının sınıfı her türlü baskılamaya yönelik, her alanda yeniden biçimlendirilmesi karşısında, işçi sınıfı ve emekçilerde biçime uyan mücadele koşulları ve sömürü sisteminin sınırlarını zorlayan noktadan örgütlenme, sendikal yapılar oluşturabilmeyi denediler. Burada vurgu yapmak istediğimiz şudur; sömürü ilişkileri kapitalizmin doğasında var. Sömürüye karşı emekçilerin hak kazanımı kapitalistin artı değere el koyma koşullarını ortadan kaldırmayacaktır. Hak mücadelesi pratik sürecinde sınıfa örgütlenme gerekliliği gibi bir bilinç üzerinden, dayanışma ile bir sınıf olarak işkolu ve ülke genelinde birlik olma gerekliliğinin yollarını gösteriyor. İşçi sınıfın ekonomik mücadele deneyimi daha üst boyuttan örgütlü olma ve dayanışma ihtiyacı süreçlerini besleyen olanaklar yaratıyor. Bu gerçeklik dinamikleri içinde yol alırken, sınıfın koşullara uyan mücadele yöntemlerini geliştirme yeteneği ve kapitalizmi aşma yolunda bilinç donanımı, uzun ve sonuç alıcı mücadelelerin istikrarı açısından önemli bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmasıdır. İşçi sınıfının bilinç düzeyinin yükseltilmesi politik ilişkilenme kanallarına ihtiyaç duyar. Asıl olan sınıfın sendikal ve demokratik kurum olarak yapılanma anlayışlarının bu kanalı açık tutacak yetenek ve bilinçte örgütlenebilmesidir. Bu durumun sendikal örgütlenme anlayışında kavranamaması, kimi zaman yükselen, ama baskıcı dönemlerde sistemle uyum sağlayan reformist-uzlaşmacı sendikal örgütlenmelerinin ortamını hazırlıyor. İşçi sınıfının ekonomik demokratik ve sendikal mücadelesi, günümüz dünyasında kapitalizmin sömürü ve baskı koşullarını açıktan yürüttüğü ve kapitalist devletin bu yönde yeniden örgütlediği koşullarda yeni tipten bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Ekonomik demokratik talepler doğrudan siyasal iktidarı muhatap alması gereken ve sorgulayan biçimiyle siyasi mücadelenin dışında bir alan olmaktan çıkıyor. Bu nedenle de sendikal-demokratik örgütlenmeler kapitalizmi sorgulayan ve sınırlarını zorlayan noktada politik mücadeleye yaklaşıyor.
Ekonomik kriz koşullarında bu durum daha net görünüyor. İşçi ve emekçilerin ücretlerinin iyileştirilmesi yönünde yapılan düzenlemeler daha ellerine geçmeden mal ve hizmetlere yapılan zamların çalışanların ücret artışını katlanarak aşması sermaye lehine açık bir soygunu gösteriyor. Günümüzde kapitalist devlet bu durumu sinsi yöntemlere ihtiyaç duymadan açıktan yapıyor. Üretilen mal ve hizmetleri emecek bir talep yetersizliği durumunda, bozulan dengeleri yeniden oturtmaya yönelik nispi olarak talebi arttırıcı uygulamalara ihtiyaç duyabiliyor. Kapitalist krizlerin böylesi çalkantılı dönemleri iflasları, kaosu ve sermayenin daha yoğun belli ellerde toplanması sonucunu doğururken, ülke kaynaklarının talanı kapitalist işleyişe hesapsız kurban ediliyor. Kapitalizmin kaçınılmaz devri krizleri diye adlandırılan bu dönemler, emek cephesinde sömürüyü ortadan kaldıracak devrimci koşulları yaratırken, kapitalizm karşıtı güçlerin örgütlenme ve bilinç düzeyinde yetersizlik özgür bir geleceğin kapısını açamıyor…
Kapitalist üretim ilişkilerinde emek ve sermaye karşıtlığı dışında değişik sınıf ve katmanların olduğunu biliyoruz. Köylülük ve esnaf biçiminde adlandırılan işçi sınıfı ve burjuvazi arasında kalan orta sınıflar yanında, gençlik aydın ve kadınlar sınıf özelliği taşımasa da kapitalizmden zarar gören özgün katmanlar. Ayrıca inanç, kültürel faklılıklar, ulus ve etnik kimlik taşıyan kesimlerin burjuva devlet düzenindeki pozisyonları, bu kesimleri nesnel olarak muhalif noktada konumlandırıyor. Kapitalist Türkiye Cumhuriyeti temel ideolojik harç olarak Türk ve İslam kimliği üzerinden yapılanırken, diğer etnik yapıları ve inanç kesimlerini asimile etmeye yönelik baskıcı bir yönetim biçimini tercih etmişti. Bu durumun daha cumhuriyetin kuruluşundan bugüne ana yönelim olmasına rağmen, kimi muhalif kesimler burjuva devlet mekanizmasının özüne dokunmadan kendilerini var edecekleri yanılgısına kapıldılar. Kürtler dışında bu durumun farkına varamayan toplumsal kesimlerim demokratik alandan örgütlenme anlayışları da bu yanılgıyı içinde taşıyor. İnançları uğruna ağır katliamlara uğrayan, ama yaşadıkları tarihsel süreci nesnel noktadan değerlendiremeyen kimi Alevi örgütleri, tarihten gelen durumlarını ve günümüz baskı ve ezgisini sistemin içinde siyasal yapılara tutunarak çözeceğini düşünüyor.
Elbette ki bir demokratik çalışmanın hitap ettiği kesimle bağı olmalıdır. Baskı ve ayrımcılığa uğrayan bütün kesimler, tekçi burjuva devlet yapısında varlığını sürdürecek, haklarını geliştirecek mücadele biçimlerini yaratabilmelidir. Baskıları, kendisi gibi düşünmeyen, farklı inanç ve yaşam tarzı olanlara yapılan engellemeleri teşhir edilmelidir. Demokratik örgütlenmelerin güncel olan bu çalışmaları mevcut devlet mekanizması içinde var olma yönünde ertelenemez çalışma biçimleridir. Bunun yanında demokratik örgütlenmelerin öznesi olan yığınların gerçek kurtuluşuna yönelik biçimler üretilemedikçe, demokratik örgütlenmeler sistemin rahatsız olmayacağı aparatlar ötesine geçemez. Halbuki, Türkiye gibi kapitalist tekçi devletin daha başında, dışladığı kesimlerin demokratik örgütlenmeleri içerik olarak doğrudan egemen olanı, devleti hedeflemeyen yapılanmalar halinde kalması, köklü demokratik-devrimci süreçlerin öznesi olma yönünde işlev kazanamaz. İster sendika, ister inanç, kültürel vb. içerikli demokratik yapılanmalar olsun; hitap ettiği kitlenin toplumsal gelişim süreçlerindeki konumu, tarihi ve toplumsal değişimdeki rolü, yaşadığı devletin onlara karşı tutumu ve o toplumsal kesimin oynadığı ilerici rol, öteki sınıf veya katmanlarla ilişkiler, demokratik örgütlenmelerin konusu olmazsa, burjuva devlet yapısında köklü demokratik kurum olarak, bir muhalefet odağı olarak “her türlü gericiliğin ezemeyeceği” yapılar biçiminde gelişemez, işlev göremez.
Ülkemiz tarihinde burjuva devlet mekanizmasının yerine, işçi sınıfının iktidarını kurmaya yönelik önemli devrimci atılım dönemleri yaşandı. Bu atılım dönemlerinin ortaya çıkardığı devrimci önderler, sosyalizm ve devrim mücadelesinde bayraklaştı, kimi darağaçlarında, işkencede yiğitçe canını vermekten çekinmedi. Türkiye Komünist Partisi’nin üyesi olmaktan onur duyduğunu her koşulda dile getiren ve yöneticiliğini yapmış işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet bir komünist savaşıydı. Burjuva devlet mekanizmasıyla hiçbir zaman uzlaşmadı ve ömrünün yarısına yakınını zindanlarda geçirdi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları devrim ve sosyalizm mücadelesinde darağacına gitmekten çekinmediler. Son sözleri “yaşasın Maksizm-Leniniizm, yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” oldu. İşçi sınıfının sosyalizm yolunda öne çıkan devrimci önderlerin temel vurgusu, teori ve pratiğinde kimi farklılıklara rağmen, kapitalist devletin her türlü kurumlarından kopuşu ve bir işçi devleti kurma yönünde iradelerini belirgin olarak ortaya koydular. Yenilmişlik ve çözülme sonucu oluşan ölü toprağı kalkmaya başlayınca, kapitalist-emperyalizmin sosyalist ideolojiye sızdırdığı tortu sonucu birtakım şeyler yanlış gitmeye başladı. Kapitalist devlete karşı mücadelede işçi sınıfı ve halka mal olmuş devrimci önderlerin, bazı burjuva kurumlarında, işçi düşmanlarıyla yan yana resimleri çizilmeye başlandı. Liberal burjuva partilerince seçim propaganda malzemesi olarak emekçilerin duyguları üzerinden kapitalizme karşı uzlaşmaz bir savaşı oldukları yönü unutturulmaya çalışıldı. Dünyada ve ülkemizde işçi ve komünist hareketin unutulmaz önemli günlerinin içi boşaltılarak, devrimci geçmişin sinsi reddiyesi ve yanıltmalar üzerinden ‘demokrat olma’ gerekçesiyle kapitalist sınırlar içine eklemlenmeye çalışıldı. Bu olan bitenlerin sonucu yığınların ekonomik ve özlük talepleri kapitalist sistem içinde bazı düzeltmelerle yetinen hantal, burjuva çamuruna bulaşmış pratikler yaşandı. Halkın kapitalizm kaynaklı sorunları milliyetçilik, devlet fetişizmi ve din motifleriyle kapitalist devlet kaynaklı olduğu bilincine ulaşmanın önü tıkanmak istendi.
Sosyalizm mücadelesi veren komünist ve işçi partilerinin program ve pratik olarak çizdiği çerçeve, bu bilinç ve eylemsel yeteneğe ulaşmış üye ve kadroların politik ve ideolojik birliğini ifade eder. Sosyalizmi ulaşılması gereken hedef olarak öne koyan işçi sınıfı partileri, üyeleri dışındaki geniş kesimlere ulaşmaya yönelik ekonomik, kültürel, demokratik alandan yapacağı çalışmaları olacaktır-olmalıdır. Kapitalizm koşullarında özgün sorunları ve var olma mücadelesi veren sınıf ve katmanların örgütlendikleri demokratik kurumlar, işçi sınıfı partilerinin bilinç aktarımıyla daha üst boyuttan mücadele yeteneğine kavuşacaktır. Nesnel olarak kapitalizme karşı olması gereken bu kesimlerin sistemin çizdiği ekonomik demokratik alanı aşması ve burjuva partilerinin etki alanından kurtulabilmesi, işçi sınıfı partilerinin ideolojik-politik çalışma yeteneği ile ilgilidir. Bu karşılıklı iletişim ve geçiş doğru yerden kurulamazsa, geniş emekçi kesimlerin burjuva partilerinin etkisinden kurtarılması zorlaşacaktır. Ülkemizde emekçilerin örgütlendiği sendikalar, inanç, kadın vb. sorunlarına yönelik kurulan demokratik kitle örgütlerinin birçoğunda siyaset ilişkileri konusunda tartışmalar yapılıyor. Ekonomik, özlük alanı aşan mücadele yöntemlerini tartışma çekincesiyle, siyasete mesafe konmasını savunan kesimler, sorunlarının gerçek kaynağı kapitalist üretim ilişkileri ve siyasal yapısından kaynaklandığı gerçekliğine uzak kalıyor. Bu mesafeyi korumak için kapitalist odakların demokratik kurumlara yönelik sistemli çalışmalarıyla denetim altında tutulması çabaları, demokrasi mücadelesinin deneyimleri üzerinden biliniyor. Burjuva müdahaleleri boşa çıkaracak ve demokratik örgütlenmelerin kapitalizmin bataklığında ağır aksak yol almalarını önlemenin yolu, işçi sınıfının koşula uyan örgütleme yöntemleri ve sistemli ajitasyon ve propaganda çalışmaları olacaktır. Bu durum klasik demokratik örgütlenme modellerini aşan, değişen koşullara göre mücadele biçimleri yaratılması üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Elbette demokratik kurumlar politik mücadeleyi üstlenemez. Ama politik mücadelenin öznesi olarak kapitalizme karşı mücadele sürecinin taşıyıcısı, direşken demokratik örgütlenmeler biçiminde yapılanabilirler. Günümüzde sendika ve demokratik kitle örgütlenmelerinin birleşik mücadele çağrıları yanında, içerik ve siyasal işlevleri konusunda üretici yaklaşımlara ihtiyaç var.
Uzun mücadele yıllarının deneyimiyle gelişen demokratik örgütlenmeler bugün, pratik süreçlerin kattıklarıyla doğrudan siyasal alanın merkezinde konumlanıyor. Açıktan halkı yoksulluğa terk eden sömürü politikaları ve kapitalist devletin bütün kurumlarıyla bir avuç egemen lehine baskı ve saldırıları karşısında, demokratik örgütlenmelerin kapitalizme karşı direnç kaleleri olmaları için, burjuva ideolojisinin serpiştirdiği ayak bağı olan bataklığının etkilerinden kurtarılmalıdır. Yukarıda belirdiğimiz gibi, herhangi bir demokratik kurumda komünist ve devrimci önderlerin mücadele gelenekleri ve resimlerinin, burjuva ideolojisini göbekten savunan unsurlarla sentezlemek, bu durumu demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak lanse etme yanılgıları, ilkesel alandan demokratik kurumların özgürlük ve sömürüsüz bir dünya yolundaki günümüz işlevlerini tartışmayı gerektiriyor. Siyasetin işçi sınıfı ve halkın lehine toplumsallaşacağı bu alanlar burjuva devletinden bağımsız bir noktadan mücadele sürecine katılamaması, toplumsal mücadelede önemli boşluklar yaratacağını görmek gerekiyor.