Sınıf Savaşımının Durumu Üzerine Bir Yaklaşım

Sınıf Savaşımının Durumu Üzerine Bir Yaklaşım

Aslında bu yazı biraz da bir ‘sesli düşünme’ denemesi. Düşündüklerimizi yazıya dökerek okuyucularımızın da sesli düşünmelerini, mümkünse görüşlerini yazmalarını ama en önemlisi düşündüklerini yaşadıkları ve çalıştıkları ortamlarda yaşama geçirmelerini arzu ediyoruz.

7 Haziran 2015 seçim sonuçları açıklandığında hepimiz coşkulu bir şekilde sevindik. AKP yenilmişti. Anayasa, başkanlık, ülkeyi tek başına yönetme ve istediği kararları uygulama olasılığının önüne set çekilmişti. Ayrıntıya girmeyelim. Hepimiz, tüm gelişmeleri birlikte yaşadık. Bugün o önüne set çekilen tüm amaçlarına ulaşmış gözüküyorlar. Hatta büyük bir oranda uyguluyorlar. Bu objektif bir değerlendirme. Durum tespiti.

Şimdi tam bu noktada bir duralım ve kendimize şu soruları sorup yanıtlarını verelim. Bir: 7 Haziran’da AKP nasıl yenildi? İki: Aynı AKP, yenilgiyi bertaraf etmek ve türlü usülsüzlüklerle “kazanmış” gibi görünmek için ne yaptı, kimleri hedef aldı?

Bizim iki soruya yanıtımız da şudur: AKP’yi yenen de, daha sonra o yenilgiyi “bertaraf” etmek için AKP’nin saldırdığı ve baş düşman olarak belirlediği güç aynı güçtür. Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürt devrimci-demokratik özgürlük güçlerinin ortak hareketi.

Bu güç birliği, toplumun demokratik muhalefetinin çoğunluğunun da desteğini kazanma becerisini göstermiştir. Sol sosyal demokratlar, devrimci-demokratlar ve liberal demokratlar bu gücü desteklemişlerdir. Bu çevreler aynı zamanda halkların birlikte mücadelesinin gerekliliğine inanan ulusal demokratik güçleri de kapsamaktadır.

Milliyetçi kemalistler ve milliyetçiliğin etkisindeki alevi çevreler CHP’ye olan desteklerini sürdürerek bu gücün daha da gelişmesi karşısında tutum almışlardır. Ancak, bu çevrelerin, hatta gücün homojen bir niteliği yoktur. İşçi, emekçi, aydın ve küçük burjuva tabana dayanmaktadır. Bunların azımsanmayacak nicelikteki bir kesimi devrimci mücadeleye yönelebilecek özellikler taşımaktadır. Bu kesimlerin kapsamında seçimlerde tabanlarını serbest bırakan ve dolayısıyla ürkekçe “CHP’ye de oy verebilirsiniz” diyen ‘sol’ ve ‘sosyalist’ çevreleri de değerlendiriyoruz.

Bize göre tablo bu. Diyeceksiniz ki, neden seçimlerde kullanılan oylara endeksli bir değerlendirme yapıyorsunuz? Haklı olabilirsiniz. Yanıtı da şu: Biz seçimleri mutlaklaştırmıyoruz ama verili koşullarda bize bir ölçü sunduğu için örneklemek açısından bu olguyu değerlendiriyoruz. Değilse seçimlerin eğilimlerin niceliğini ve niteliğini belirlemede kesin veri olarak kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

***

Buraya kadar kendimize göre bir fotoğraf çektik. Soru şu: 7 Haziran’da yakalanan ve daha sonra bozulan dengeyi tekrar nasıl devrimci, demokratik, sosyalist güçlerin yararına değiştireceğiz? Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile Kürt devrimci demokratik özgürlük güçlerinin birleşik mücadelesi yaşamda tekrar nasıl güçlenecek? Bu güçbirliği, aynen 7 Haziran öncesinde olduğu gibi, hatta ondan daha geniş bir demokrat kesimin desteğini alacak? Güçbirliği nasıl bir çekim merkezi haline gelecek ve yığınların devrimci, demokratik mücadelesine yol açacak?

Bu konuda sayfalar dolusu yazılar yazılabilir. Günlerce, saatlerce üzerine gevezelik yapılabilir. Buna ihtiyacımız yok. Bize gereken eğer böyle düşünüyorsak, ve tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünüyorsak, yaşam ve çalışma alanlarımızda üzerimize düşeni yapmaktır. Bu konulardaki deneyleri de genelleştirmek ve birbirimizin yararlanmasını sağlamaktır.

Düşünüleni yaşama geçirmek somut bir eylemdir. Her işyeri veya yaşam alanında onlarca somut sorun mevcut. Komünal sorunlar, sektörel sorunlar, maddi sorunlar, manevi sorunlar. Bunları tespit etmek için elimize bir mikroskop alıp araştırma yapmamız gerekmiyor. Etrafa kulak vermemiz, gözlerimizi açmamız yeterlidir.

Siyasi görüş ayrımı yapmadan, ortak toplumsal sorunları ele almak bu çözümün anahtarıdır. Sınıfsal yaklaşım budur. Ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel, cinsiyetçi sorunlar bu ortak sorunların ya bir parçasıdır, ya da herkesin sorumluluk hissederek sahip çıkacağı mücadelelerin nedenidir. Sorunları ortaklaştırmamız ve birlikte çözüm aramamız gerekiyor. Eğer işyerinde işverenle bir sorunumuz varsa, mesela maaşlar geç ödeniyorsa, bu sünni, alevi, rum, ermeni, kürt, laz, türk, çerkes tüm işçilerin ortak sorunudur. Mahalle, köyümüzde veya semtimizde bir sorun varsa, durum yine aynıdır. Eğer bu ara çokça yaşanan çoçuklarımıza bir öğretmenin tacizi söz konusuysa, bu her siyasi görüşten velilerin ortak sorunudur. AKP’ye, MHP’ye, CHP’ye, HDP’ye oy vermiş olması veya hiç bir partiye oy vermemiş olması o velileri bölmez. Tam tersine birleştirir.

***

Yaşam ve çalışma alanlarımızda somut sorunlar temelinde bir araya gelip hak mücadelesi vermeyi becerebildiğimiz zaman farklı sorunlar da gündemimize gelecektir. Hiç bir yurttaş Ortadoğu’da veya Kürt illerinde yaşananlara duyarsız değildir. Aynı şekilde dünyada olup bitene de duyarsız değildir. Hırsızlığa, dolandırıcılığa, usülsüz ihalelere, haksız kredilere, eşitsiz sağlık ve eğitim olanaklarına, çocuklarının askerlikte şehit düşmesine duyarsız değildir. Örneklerin sonu gelmez. Mesele bu konuları gündem yapabilmekte.

İşçi ve emekçiler asgari ücretle dahi çalışsalar ister istemez devlete olan vergilerini otomatik olarak ödüyorlar. Hem de tam baremi üzerinden. Peki çok fazla para kazanan, hatta haksız kazanç elde eden bir TOKİ müteahhiti kazandığı paranın vergisini tam baremi üzerinden ödüyor mu? Veya bayramda neden Avrasya Tüneli, 3. Köprü ve Osman Gazi Köprüsü ücretsiz değildi? İDO neden ücretsiz değildi? İstanbul’da beton olmayan boş kalan her yere, yetmiyor duvarlara ekilen çim ve çiçeklerden kim ve ne kadar para kazanıyor? Buna kim karar veriyor? Vergi ödeyenlerin söz hakkı var mı? Varsa sadece yerel seçimlerde mi? Neden et ithal ediyoruz. Yetmiyor saman, kuru fasulye, mercimek, nohut, buğday ithal ediyoruz? Bu sorular çoğaltılabilir. Mesele soru çoğaltmak değil. Bu sorular temelinde insanlarla diyalog kurmak.

Gündem yaptık, diyalog kurduk… “Bunu zaten her zaman yapıyoruz” itirazı geldi kulağımıza. Evet, yapıyoruz da sonuç ne oluyor. Bütün bu tepkileri farklı, çeşitli, birbirinden bağımsız da olsa somut örgütlenmelere, topluluklara, girişimlere, ağlara, gruplara dönüştürebiliyor muyuz? Bir süre sonra gereksiz sert siyasi tartışmalar ile yaptığımız işin bozulmasına fırsat vermediğimiz konusunda emin miyiz?

Bu işin reçetesi yok. Ancak sabırlı, mütevazi, uzun soluklu bir yığın çalışmasının yol ve yöntemlerini kendimiz geliştirmemiz gerekiyor. Kısa zamanda bütün sonuçları alma beklentisi bizleri aceleciliğe, sekterliğe ve hataya sürükler. Bu çalışmaları bir yaşam tarzına dönüştürmemiz gerekiyor. En başta biz karşımızdaki insanları iyi dinleyebilme yeteneğini kazanmalıyız, ukalalık yapma, kendi fikirlerimizi aceleyle kabul ettirme ve her zaman haklı olma alışkanlıklarımız varsa bu özelliklerimizden arınmalıyız.

***

Bizim iyi yazarlarımız, güzel fikirler öne süren, iyi konuşan arkadaşlarımız fazlasıyla var. Ama konuştuğu veya yazdığı kadar insanları somut toplumsal sorunlar temelinde mücadeleye kazanan arkadaşlarımız yetersiz. Yazdığını, düşündüğünü veya konuştuğunu kendi pratiğinde uygulamayan bir devrimci ne denli inandırıcı olur, örgütsüz yurttaşların güvenini kazanır? Madem ki ‘sesli düşünüyoruz’, bu sorularımıza da yanıt vermemiz gerekir. Bu eşiği geçtiğimiz zaman çok yol almış olacağımızı düşünüyoruz.

Şimdi; “yazının başında nasıl başladın, yine geldin nereye bağladın, baştaki konuyla sonda ifade ettiklerinin ne alakası var” diyenlerimiz olacak. Maalesef bu yazının başı ile sonu ve sonu ile başı arasındaki bağı kurabildiğimiz ve bu olguları pratikte uyguladığımız zaman 7 Haziran öncesi AKP’yi yenen güç birliğini tekrar yaratmış olacağız. O zaman da sadece seçimler amacıyla böyle düşünüp hareket ettiğimiz için AKP yenilmedi mi? Demek ki bizim ufkumuz sadece seçimler ile sınırlı değil. 7 Haziran seçimleri öncesinde uyguladığımızı her alanda ve her zaman uyguladığımız, onu yaşamda düşünce ve eylem tarzı haline yükselttiğimizde, Saray Rejimi ve onu ayakta tutan egemen güçler yenilecektir. Savaş ve sömürü tacirlerinin bir daha dirilmemek üzere yenilip savaşsız ve sömürüsüz bir düzen kurmamız ondan sonra mümkün olacaktır. Trakya, Anadolu ve Mezopotamya topraklarının yeşermesi, verimlileşmesi, barış ve demokrasinin egemen olması ancak ondan sonra gerçeğe dönüşecektir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler