Sadece İdeolojik ve Politik Bulanıklık mı?

Sadece İdeolojik ve Politik Bulanıklık mı?

Bir KP ve HTKP Eleştirisi

Hepimizin takip ettiği gibi, SİP “TKP” 2014 yılında bir bölünme yaşadı. “TKP” adını muhafaza etmek için o tüzel kişiliği bir kayyum heyetine teslim ettiler ve 1,5 yıl sonra bu ismi, ayrışan gruplardan hangisinin kullanabileceğine dair karar aldılar. Söz konusu 1,5 yıl Aralık 2015’de doluyor.

94 yıldır yasaklı olan TKP üzerinde TCK ve T.C. Anayasası yasağı sürerken bu isimle resmi parti kurabilmenin “yeteneği” yazımızın konusu değil. Keşke ideoloji ve politikalarına daha uygun bir tanımlama seçebilselerdi de, sosyalizm ve komünizm idelerine yönelen gençleri, önce birer Kemalist olarak etkileyip ardından da bir değirmenin içinde öğütmeselerdi. Konumuz bu olmadığı için bu alandaki görüşlerimizi başka bir yazıya saklıyoruz.

Ayrışma sonucu biri KP diğeri HTKP adıyla iki oluşum çıktı. Program ve diğer temel belgeler konusunda bir farklılıkları olmadıklarını beyan ettiler. O zaman neden ayrıştılar sorusuna böylece muğlak olmayan bir yanıt veremediler. Süreç içinde KP grubu daha da milliyetçi konumlara sürüklenirken, HTKP grubu kendini sınıfa, gençliğe ve Kürt ulusal sorununun çözümüne yaklaşımda daha ileri noktada durduğunu tarif etti. Gerçi HTKP’nin bu tariflemesi yayınlarına, politikalarına yansımadı. Sadece HTKP içindeki söylem böyle ifade edildi. Değilse, örneğin 7 Haziran seçimlerinde HDP’yi desteklemek yerine, tabanlarını “serbest” bırakarak CHP’ye oy vermeye yönlendirdiler. HDP’ye oy verenler ise zor durumlara düştüler, haklarında disiplin soruşturmaları açıldı, kimileri ihraç edildi. Bir Komünist Partisi’nin böyle bir konuda tabanını ve üyelerini serbest bırakması mümkün olabilir mi hiç? Komünist Partisi’nin bir politikası olur ve örgüt o doğrultuda çalışır.

Bu tartışmalar sürecinde HTKP’de bir ayrışma daha yaşandı. Bu sevinilecek bir gelişme değil. Ne kadar farklı dursak, ve ideolojik-politik olarak ne denli eleştirsek de, bu tür gelişmeler olumsuzdur.

Bizim asıl vurgu yapmak istediğimiz de, bir yandan böyle ayrışmalar yaşanırken bunun sebeplerinin ne olabileceği konusundadır. Bunların önüne geçmenin ötesinde, bu ayrışmaları yaşayan üyelerin içinde önemli bir kesimin pasifize olmasının doğurduğu olumsuzluktur. Sonuçta komünizm ideleri doğrultusunda bir örgütlenmenin içine girdiğini düşünen gençler dağılıyor. Hayal kırıklığına uğruyor. Gereksiz ve içeriği komünizm idelerini ilgilendirmeyen tartışmaların içinde bir anlamda telef oluyor.

İster KP, isterse de HTKP’ye bakın. İkisinin de ülkenin en canalıcı sorunları konusunda bir fikri yok.

Sosyalizm diyorlar, sosyalist devrim diyorlar, birisi “bağımsız komünist politika” diyor ülke genelinde 13.000 oy, diğeri “Haziran” diyor, “Haziran” endeksli ulusalcı bir politika izliyor ve taban CHP’ye, bir burjuva partisine oy veriyor. Ülkenin aktüel politik çıkmazından çözüm için bir politik önerme var mı? Yok! Sosyalizm her sorunun ilacı. Doğrudur, sosyalizm gerçekten her sorunun ilacı ama oraya nasıl varacaksın? Cevap yok!

Ülkede bir genel seçim oluyor. AKP’nin karşısında demokratik düzlemde tüm devrimci, demokratik güçleri birleştirebilecek bir olanak çıkıyor. Burjuva iktidarı dahi HDP’yi, AKP karşısında ana muhalif güç olarak karşısına alıyor ve her yöntemi kullanarak saldırıyor. Devrimci bir gücün, komünist olduğunu iddia edenlerin izlemesi gereken en doğru politika, bir bileşen olarak bu cephenin içinde olmak, bir yandan cephenin faaliyetlerine uygun davranmak, diğer yandan ise tartışma ve geliştirme aşamalarında politikaların oluşumuna komünist politikalar açısından katkıda bulunmaktır.

Bursa, Yalova, Kocaeli, Eskişehir, Çerkezköy’de işçiler sarı sendika yönetimine ve işverenlere karşı direniş bayrağı açıyor. KP ve HTKP’nin sendikal politika üzerine net bir görüşü ve politikası olmadığından, gelişmeleri haber olarak değerlendirme dışında bir katkı sağlayamıyorlar. Kendini komünist olarak adlandıranların en önemli faaliyet alanı fabrikalar değil midir? Bu grupların hangi fabrikada parti örgütleri mevcut? Maalesef yok. O zaman işçi sınıfı adına konuşmanın iddiası ne?

4 Ağustos 2015 tarihinde yeni oluşturulan HTKP MK üyelerinden Doğan Ergün, İleri Haber için bir yazı kaleme alıyor. Komünistler açısından tartışılması önemsenen konuları sıralıyor. “...sınıfın hangi bölmelerinin ciddi bir tehdit altında olduğu, bu bölmelerdeki sendikal gelişkinliğin ne düzeyde olduğu, sendikal mücadelenin yaşadığı sorunların neler olduğu değerlendirilmelidir.” diyor. İlginç bir durum. Bir yandan işçi sınıfının öncü örgütü olduğunu söyleyeceksin, diğer yandan bu konuları yeni tartışmaya başlayacaksın ve belli ki sınıfın, fabrikaların dışından yürütülen bir tartışmadan söz edeceksin. Sınıfın içinde örgütlü olan bir güç bu konuların zaten öznesi konumundadır.

Ulusal sorun, komünistlerin ilkesel duruşları olan bir konudur. Ayrılma hakkı dahil, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı komünist bir ilkedir. KP’li Kemal Okuyan, bu ilkenin artık güncel olmadığını yazıp söyleyebiliyor. HTKP ise SİP “TKP” döneminde Kürt ulusal sorunu konusunda bağıtlanan temel belge ve görüşlerin kendilerini bağladığını söyleyebiliyor. Böyle bir yaklaşım ve politika ile Kürt ulusal sorununun çözümüne nasıl eskisinden farklı bir katkı sağlayabilecekler? Bu mümkün değil. Bunun mümkün olmadığını HTKP’nin, 4 Ağustos tarihli açıklamasında da izliyoruz. 1-2 Ağustos tarihlerinde yaptıkları Olağanüstü Konferans/Kongre sonrası yapılan ilk basın açıklaması. Bu Konferans/Kongre aynı zamanda HTKP’nin kurucu MK’sında görev alan yanılmıyorsak 8 kişinin de ayrıştığı toplantı. Ayrışmanın en önemli konularından biri de Kürt ulusal sorununa yaklaşım meselesi. Ayrışan ve gidenler daha ulusalcı konumlarda tarif ediliyor, yeni seçilen HTKP yönetiminin ise Kürt ulusal sorununa daha olumlu baktığı ifade ediliyor. Yayınladıkları basın açıklamasında Kürt ulusal sorunundan, Suruç katliamından, Kürt Özgürlük Hareketine karşı devletin giriştiği imha hareketinden, HDP’ye karşı yürütülen kirli propaganda ve saldırılardan tek bir söz yok. Sadece “Ülkemizde kardeşliğin ve birlikte yaşama iradesinin güçlendirilmesi, komünistlerin öncelikli görevlerinden biridir” deniyor. Bu ifadenin Kürt ulusal sorunu ile ilgili olabileceğini biz tahmin ediyoruz. Değilse “birlikte yaşama” kadın-erkek, işçi-işveren açısından da yorumlanabilir. Bu konuda polemik yapmayalım ve konunun Kürt ulusal sorunu ile ilintili olduğundan yola çıkalım. Komünistler ne zamandan beri Leninci “ulusların, ayrılma hakkı dahil, kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesi yerine, “kardeşliğin ve birlikte yaşama iradesinin güçlendirilmesi”ni savunur duruma gelmişlerdir? Görüleceği üzere, değişen bir şey yoktur.

Bu konuda KP’nin programatik belgelerinde, yayınlarında ve günlük propagandalarında da tehlikeli konumlar savunuluyor. Konuları bilinçli olarak çarpıtma konusunda ustalar. Şu güncel örneği verelim; Aydemir Güler, 10 Ağustos 2015 tarihli köşe yazısında Kürt ulusal hareketini eleştirirken şöyle yazıyor: “...Kürt siyaseti, mülk sahibi sınıflarla ve emperyalizmle kader ortaklığı modelleştirilirken, bunun karşısında bir alternatif oluşturamamıştır. Silahlı mücadelenin biçimsel radikalizmi bu politik boşluğu doldurmaya yetmez. Hareketin yoksul köylülere dayanması da yetmez. Kadrolar arasında marksizmden beslenmiş olanların bolluğu bile yetmez...” Güler, resmen demagoji yapıyor. Birincisi; “Kürt siyaseti” kavramı bilinçli seçilmiş yanlış bir tanımlamadır. Hareketin politik niteliğini muğlaklaştıran, hatta gizleyen bir vurgudur. 93 yılına kadar, “Bağımsız Kürdistan” politikası doğrultusunda örgütlenirken kendini “Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi” olarak adlandıran hareket, daha sonra birlikte yaşamadan yana politika geliştirince kendini “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak nitelemeye başladı. Legal alanda meşruiyetin gelişimi, kurum, kuruluş ve partilerin oluşumu ile de genel bir kavram olarak “Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi” nitelemesi kullanılmaya başladı. Fakat son tahlilde bu hareket bir Ulusal Kurtuluş Hareketidir. İkincisi; Her iki koşulda da, Kürt halkının ulusal anlamda mücadelesi temelinde gelişen bir hareket olduğundan dolayı, tüm Kürtleri kapsayıcı bir nitelikte olması kadar normal bir olgu olamaz. Kürt burjuvazisinin de, toprak ağalarının da, ulusal bilincini muhafaza etmiş unsurlarının bu kapsam içinde olması, ulusal temelli hareketlerin niteliğine uygundur. Yoksul köylülere dayanması ve Güler’in “unuttuğu” bir gerçek ise, işçi sınıfı içinde Kürt işçi ve emekçilerin varlığının oran ve nitelik olarak küçümsenemeyecek düzeyde olmasıdır. PKK’nin açılımının da Kürdistan İşçi Partisi olması bir tesadüf olmasa gerek. Üçüncüsü; “Emperyalizm ile kader ortaklığı” gibi alçakça bir suçlama tamamen küçük burjuva nitelikte bir pislik atma yönteminden başka bir şey değildir. Bu düzeye gelmiş devrimci bir ulusal kurtuluş hareketinin emperyalizmin de hedefinde olacağı ve emperyalist güçlerin onu kendi yörüngesine çekmek için türlü politikalar geliştireceği, o hareketin ise kendi politikalarını uygularken farklı manevralar yapması, mücadelenin gelmiş olduğu güç, aşama ve etkisi itibarıyla normaldir. Güler, böyle bir düzeyde hem silahlı mücadele yürütüp, hem legal olanakları sonuna kadar kullanmayı zorlayan, diğer yandan ise sadece ulusal anlamda değil uluslararası alanda görmezden gelinemeyecek bir güç niteliğinde olan bir hareketin politika yapma ve müdahil olma yöntemlerini anlayamıyor. Anlayamadığı gibi bir de çarpıtıyor. Anlaşılan bu ayakkabı kendisine bir numara büyük geliyor. Dalga geçer gibi “kadrolar arasında marksizmden beslenmiş olanların bolluğu” nitelemesi ise var olan bir gerçeği niteliksizleştirmek ve önemsizleştirmek için kurulmuş cümle olmaktan öte gitmiyor. Anlaşılan, Güler-Okuyan tayfası kendi çevrelerini bu tür çarpıtmalar ile ayakta uyutabiliyorlar. Marksist-Leninist formasyonun ve eğitimin uygulanmadığı bir çevrede bu yöntem pratikte “başarıyla” uygulanabiliyor.

Hiç kimse, Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi’nin, Marksist-Leninist bir nitelikte olduğunu savunmuyor. Sınıf savaşımında ve devrim sürecinde ulusal kurtuluş hareketlerine ve ulusal demokratik hareketlere biçilen rol ise her komünist tarafından bilinmektedir. Dünya devrim sürecinin üç bileşeninden birinin de ulusal kurtuluş hareketleri olduğu her halde bu arkadaşların bilmediği bir konu değildir. Ancak, bu bulanıklığı yaratarak, Kürt işçi ve emekçilerini devrimci mücadeleden soyutlayarak, ezen ulusun komünistlerinin ilkesel bakış açısı olması gereken niteliklerden çok uzak oldukları için bu politikalarını yadırgamıyoruz. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi bir bütün olarak Türkiye’deki sınıf savaşımı açısından önemli bir olgudur, ama aynı zamanda Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi içindeki Marksistlerin, Marksist-Leninistlerin ve komünistlerin varlığı bu hareketin devrimci niteliği açısından ayrıca önemli bir olgudur. Ulusal kurtuluş hareketleri, nitelikleri gereği bütün ulusal çevreleri kapsarlar, komünistler ise bu hareketlerin içinde sosyalist yönelimin ve devrimci özün geliştirilmesinin garantisidirler. Bu özelliği öne çıkarıp gelişmesine önem vermek yerine, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ile objektif olarak devrimci nitelik taşıyan ancak komünist olmayan Kürt özgürlük ve demokrasi hareketinin birlikte mücadelesini savunmak ve pratikte örmek yerine, reddetmek, kötülemek ve en kötü senaryoların propagandasını yapmak komünistlerin politikası olmasa gerek. Söz konusu olan milliyetçi bir yaklaşımdır ve devrimci mücadele içinde zehir yayılması ile eş değerdedir.

Amacımız kimseyi küçümsemek veya temelsiz nedenlerle eleştirmek değildir. Ülkemizin temel sorunları ve güncel politik konuları ile ilgili bu tür bir yaklaşım içinde olanların var olması veya bu tür tartışmalar yürütmeleri de doğal olabilir. Ancak bunu komünist olma iddiası ile yapmamak gerekir. O zaman sizi komünist zannedip de mücadele ile yeni tanışan, işçileri, kadınları, gençleri yanlış noktalara götürürsünüz. Bu gelişmeleri de burjuvazi elini ovuşturarak izler. Tüm kaygımız bu.

* Kaynak : ATILIM Gazetesi Sayı:262 Ağustos 2015 / www.türkiyekomünistpartisi.org


Konuyla ilişkili diğer makaleler