Savaşı mutlaka durduralım!

Savaşı mutlaka durduralım!

İlerici insanlığın 6-9 Ağustos’ta, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasının yıldönümünü andığı bugünlerde Türkiye halkları, Erdoğan kliğinin eliyle dayatılmaya çalışılan savaşa “Hayır!” diyor ve safları hızla örüyor. Doğrusu da bu, tutulacak tek seçenek de budur. “Bir doğa yasası değildir, savaş. Barışsa bir armağan olarak verilmez insana. Savaşa karşı barış için katillerin önüne dikilmek gerek, ‘Hayır, biz yaşayacağız!’ demek gerek.” diyor bize Hitler faşizmini yaşamış olan büyük şair, yazar ve komünist Bertolt Brecht.

7 ilde 40 bölgede Olağanüstü Hal ilan edilerek gösteriler yasaklandı. 6 ay buralara giriş-çıkış yasak! Bir çok ilerici ve özgür basına, yayınlara, onların internet sitelerine sansür konuldu. İktidar baskıda, şiddette ve vahşette sınır tanımıyor. Her gün ülkenin değişik yerlerine cenazeler gidiyor. Halk, “cennet ile cehennem” arasında duruyor, sanki “Sırat Köprüsü”nden geçiyor!

Barış BlokuOğlunu yitiren bir anne, “Cenaze tabutlarına değil, çocuklarımıza sarılmak istiyoruz!” diye haykırdı. Hıçkırıklar içinde ağlayan Dersimli yaşlı kadın, “Köylerimizi bombaladılar, savaş istemiyoruz, bizi rahat bıraksınlar.” diye feryat ediyor. Bursa’da evlatlarını yitiren aileler, “Erdoğan oğlunu askere gönder!” sloganıyla yeri göğü inlettiler. Bu annenin evladı için yaptığı haykırış, ülkemizdeki anaların, babaların, kardeşlerin ve sevgililerin milyonlarca haykırıştan sadece biridir. Her gün insanlarımız katlediliyor. Ve daha korkunç olan, ülkemiz savaş atmosferinden savaşın içine sürükleniyor. Halklarımız, ekmek derdindeyken bu yetmiyormuş gibi bir de can derdine düştüler. Saray çocukları, bakan çocukları, general çocukları ve milyarderlerin çocuklarının çoğu “çürük” raporlarıyla ellerini ovuşturup gülücükler atarken, bizim çocuklarımız para babalarının çıkarları uğruna savaş cephesine gönderiliyor veya gönderilecek. “Çürük”ler, “Babam sağ olsun” diyor. Yoksul halkın çocukları da para babaları için, ağızlarında salya akan gözü dönmüşler için askere giderek, savaşa feda edilerek “Vatan sağ olsun!” mu desinler? Yeter artık! Bitmelidir, bu sahte edebiyat. Bir insanın canından, evladından, yaşama hakkından ve geleceğinden daha değerli bir şey olabilir mi? Bu korkunç gidiş, tersine çevrilemez mi? Elbette çevrilebilir. Nasıl mı? Savaşa karşı durarak ve barışa sahip çıkarak. Yolu ise en geniş halk kesimlerini örgütleyerek savaşa karşı direnişi örmektir. Savaşa karşı oluşturulan “Barış Bloku” gelişiyor. Barış mücadelesi yığınsallaşıyor ve halklaşıyor. İşte, umut buradadır. Savaşı durduracak, durdurabilecek tek güç, en geniş halk yığınlarının örgütlü gücüdür, üretimi ellerinde tutanlardır. Düşünün ki savaşa karşı barış için şalterler “şak” diye indi, üretim durdu ve de yaşam. O zaman kendi çıkarları için halkın çocuklarını savaşa yollayanlar göreceklerdir, görmesi gerekenleri. Savaş, son noktadır; yaşam veya ölüm. “Ölümden öte ‘köy’ yoktur!

Emperyalist güçlerin ve işbirlikçisi kapitalist çevrelerinin halkların üzerine sürdüğü DAİŞ çetelerinin vahşeti, ilerici insanlığın moralini, ruhunu ve psikolojisini alt üst ederek dumura uğrattı. Ürdün, Katar, Suudi kapitalist güçlerin sıkı işbirliği ve desteğiyle diktatörlüğünü sürdüren R.T. Erdoğan, ülkemizi adım adım savaşa sokmaya çalışıyor, birden bire değil adım adım. Kin, ihtiras, yalan, hırsızlık ve faşist bir kişiliğe yöneliş hepsi bir arada gidiyor. Dün tek serveti parmağındaki yüzüğü olan zat, bugün dünyanın en büyük zenginleri arasındadır. Ailece günden güne devleşiyor. Bursa’daki anaların “Tayyip, Bilal’i askere gönder!” dedikleri oğlunun gemilerinin sayısı artıyor, filosu genişliyor. Emine Erdoğan’ın mal varlığının haddi hesabı yoktur. Seçimde yenilen Erdoğan, hırsını halklarımızı Ortadoğu’da savaşa sokarak, bizlere evlat acısı, ölüm, kan, gözyaşı yaşatarak almak istiyor. Kaos ortamı yaratarak, diktatörlüğünü pekiştirerek, meşrutiyeti olmayan Davutoğlu hükümetini yasal bir kılıfa sokarak ayakta durmaya çalışıyor. Doğru değil mi? David L. Phillips, “Sivillere saldırılar durmazsa Uluslararası Ceza Mahkemesi, emir sorumluluğunu taşıyan Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında insanlığa karşı suçlardan dava açabilir.” dedi.

Akan kanın durması ve savaş çığırtkanlığına karşı, toplumun her kesiminden barış sesleri yükseliyor. Geçenlerde Taraf Gazetesi’ne konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Bizim görüşümüz silahların susması siyasetin konuşması gerektiğini düşünüyoruz. Silahlar konuştuğunda bize iş kalmıyor. Eski dönemleri yaşamamak için siyasetçilerin daha fazla konuşması, daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Bizim Diyarbakır ve Adıyaman’da yapmak istediğimiz bu. İnsanların canı, her şeyden kıymetli. İktidardan birkaç puan oydan daha kıymetli. Tekrar çatışma ortamına dönülmemesi için biz üzerimize düşen görevi yerine getireceğiz.

Silah tacirleri dışında savaşın kazananı yoktur. Bir Alman atasözü der ki, “Bir savaştan geriye 3 ordu kalır: Sakatlar ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu.” Doğru söze ne denir? Savaşta herkes kaybeder. Kadınlar eşsiz, çocuklar babasız, yarenler yarsız kalır. Binlerce yıllık uygarlık, sanat ve kültür, bir çırpıda yok olur. Sonradan doğan çocuklar sakat olarak dünyaya gelir. Bunun en büyük örneği, Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanan dramdır.

Barış mücadelesi çok zor, zor olduğu kadar da onurlu bir iştir. “(...) İçtenlikle inanıyorum ki, beni yetiştiren ve her şeyimi ona borçlu olduğum halkıma yaşamım boyunca mütevazi bir hizmette bulunabilmişsem; bunu 37 yıllık mesleki görevimden çok, 3,5 yıllık Barış Derneği Başkanlığı’nda yerine getirebildim.” diyen 12 Eylül faşist darbesiyle kapatılan Türkiye Barış Derneği Genel Başkanı Mahmut Dikerdem, bir ‘barış’ sanığı olarak İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargıçlara şöyle sesleniyordu: “(...) Dünyanın döndüğünü kanıtladığı için mahkum edilmek istenen bir bilim adamının, yargıçlarına ‘ne yapayım ki dünya dönüyor’ dediği gibi, bizi de ‘ne yapalım ki dünya halkları barış istiyor’ demeye zorlamayınız. Dünyanın döndüğü nasıl tartışılmaz bir gerçek ise, tüm dünya halklarının barış içinde yan yana yaşamak istedikleri ve topluca intihar demek olan savaşı reddettikleri de o kadar açık ve kesin bir gerçektir.

Bizler, tek bir “savaş”tan yanayız, sadece onu durdurmaya çalışmayız, aksine hızlanmasına, güçlenmesine ve zafere ermesinden yanayız. Derslerimize iyi çalışmak adına işçi sınıfının öğretmeni Friedrich Engels’in sözleriyle yazımızı noktalayalım: “Hiç şüphesiz, fabrikatör, işçiye artıktan başka bir şey vermeyecek. Dünyayı özel mülkiyet yönettiği sürece, proletaryaya aç kalmaktan, yaşamını sürdürmek için savaşmaktan başka bir yol kalmıyor. Ama yarın her şey daha başka olacak ve biz bunun için hazırlanmalıyız.


Konuyla ilişkili diğer makaleler