Seçim Sürecinde Karmaşık Konular Ve Doğru Tavır
Ülke gündemi seçim ve ittifak tartışmaları ile çalkalanıyor. Gün geçmiyor ki yeni bir sansasyon olmasın. Geçtiğimiz haftalarda Akşener’in Altılı Masa’yı terk edip tekrar dönüşüne şahit olduk. Ülke gündemi üç, dört gün bu konuya kilitlendi. Sadece Millet İttfakı’nda değil, Cumhur İtttifakı’nın Yeniden Refah Partisi hamlesi boşa çıktı ama Hüda-Par ile eski dostluklarını kamuoyu nezdinde tazelediler.
Malumun ilamı oldu. Aslında ne kadar korkunç bir tablo olduğunun ötesinde bu tablonun kanıksanması daha hayret verici. Konuya dikkatle bakanlar, devletin yapısındaki kodları daha iyi anlayabiliyorlar. Şaşırmaya gerek yok ama kabul etmek de normal değil. Seçimlere daha elli gün var. Bu elli günde daha ne sürprizlerle karşılaşacağız. Durumu analiz edip, bundan sonuçlar çıkarıp ona göre duruş sergilemek gerekiyor.
Şu tespiti yapmak sanırız yanlış olmayacaktır. Kısa sürede yaşanan bu gelişmeler gösterdi ki devletin içinde derin bir kriz var. Değişik kanatlar aktörleri farklı yönlere çekiştiriyor. Çelişkili açıklamalar yapılıyor. Bunun bir nedeni ve anlamı olmalı. Kendi aralarında somut olarak ne tartışıldığını bilmemiz mümkün değil. Bilinen şu ki, aralarında çıkar çelişkileri var. Bu da devleti oluşturan farklı grup ve kanatların aralarındaki kavga. Devlet yönetiminin yapısı konusunda tartışıyorlar. Başkanlık, yarı başkanlık, güçlendirilmiş parlamenter sistem ve parlamenter sistem konuları burada başat bir konu. Ancak iç ve dış politika yönelimi de diğer bir konu. Ekonomik krizin nasıl aşılacağı konusu yine farklı bir konu. Samimiyetle söylemek gerekirse asıl konunun güç ve iktidara sahip olma meselesi olduğu ise herkes tarafından izleniyor.
Yirmi bir senedir iktidarda olan AKP farklı rota değişiklikleri, sarsıntı ve yara almaların yanısıra devlet içinde daha önce ayrı durduğu farklı güçlerle uzlaşarak hem ömrünü uzattı hem de son yedi, sekiz senede devlet aparatı içinde oldukça kurumsallaştı. Ona alternatif olan Altılı Masa muhalefeti ile rejim güçleri arasında geçişkenlikler olduğunun da görmemiz gerekiyor. Altılı Masayı oluşturan partilerin içinde devletin uzantıları olduğu gibi, masadaki belirli partiler ile rejim arasında bağlantılar olduğu da görünür oluyor. Sonuçta iki ittifak bloku da düzen içi bloklar. Bir dizi konuda ortak tavır alabiliyorlar. Ayrı düştükleri noktalar da ayrı bloklara olan mensubiyetlerini belirliyor.
Bu durumda devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin tavrı ne olmalı? İlkeli duruş adı altında iki tarafa da eşit mesafede tavır almak mı, yoksa düzen içi güçlerin kendi iç çelişkilerinden yararlanıp düzene karşı muhalefeti güçlendirecek koşulları yaratmak mı? Bütün engeller bir anda aşılamayacağına ve aşama aşama gelişme kaydetmek en doğru politika olacağına göre, kendi aralarındaki çelişkileri değerlendirmek ve var olan dengeleri bozmak en uygun politika olur düşüncesindeyiz.
Normal bir seçim dönemine girmiyoruz. Bunu çok net tespit etmek gerekiyor. Var olan iktidar için bu seçimler bir varlık ve yokluk meselesi. Ona göre de her yol ve yöntemi devreye sokacaklar. Demek ki, böyle olağanüstü bir dönemde bizler de olağan bir durum varmış gibi davranmamalıyız.
Bu bakış açısı iki konuda önemli. Hem burjuva muhalefetine karşı yaklaşım konusunda. Ama aynı zamanda devrimci, demokratik, sosyalist güçlerin ortak tavır alması konusu açısından. Komünistler bu konuda ciddi sorumluluk taşıyan ve toplumun en namuslu, en dürüst ve en ilkeli tavrını sergilemek ile mükellefdirler. Bugünkü siyasal güçlerin yer alımı tablosunda komünistler en başta iktidardaki güce karşı bir tavır sergilemek ve sonuç almak zorundadırlar. Bu nedenle bileşeni oldukları HDK, HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başarısı komünistler açısından vaz geçilmez ve birincil önemdedir. Kendileri için hiçbir ayrıcalık talep etmeden, bileşeni oldukları örgütlenmelerin kesin zaferi için ikircimsiz davranırlar. Bu zaferi tehlikeye sokacak her türlü ayrıştırıcı, bölücü girişimin tam karşısında olurlar. Çünkü bilirler ki, kendi ittifaklarında oluşacak en ufak zayıflık, hedefteki düşmanı güçlendirecektir. Açık dile getirmek gerekirse. Politika Gazetesi okurları bulundukları her alanda HDP içinde çalışmalarını hiçbir özel grupsal karşılık beklemeden sürdürmektedirler. Onların ne adaylık sorunları vardır ne de faydacı anlayışları… İl, ilçe ve semtlerde bütün güçleri ve özverileriyle bileşeni oldukları ittifakın güçlenmesi ve başarısı için çalışıyorlar. Bu istisnasız bir kaidedir.
Bu bakış açısına sahip komünistlerin ittifakı zayıflatacak her türlü girişim ve talebe karşı olmaları da kendi yaklaşımlarının doğal bir sonucudur. Herkes bugüne nasıl geldiğini ve nereden geldiğini doğru irdelemek zorundadır. Bazı öznel hedefler bir dahaki seçimlere, bu seçimden sonra oluşacak toplumsal dönüşümleri belirleyebilecek potansiyele sahip dönemlere ertelenmelidir. Kendimizi dev aynasında görmek kadar yanlış bir “özgüven” dostları değil düşmanları sevindirir.
Şu anlaşılmalıdır. Parlamentoya yansıyan oy oranı sahada verilen mücadelelerin sonucunda elde edilebilir. HDP’nin bu güce ulaşması böyle bir mücadelenin sonucudur. Tersi, yani parlamentoda temsil edilmenin halk yığınları arasında ilgi ve desteği artırması söz konusu olsa da, bu etmen diğerinin yanında belirleyici değildir. Her an sönebilecek bir balon gibidir. Onun için parlamentoya nasıl adım atıldığı hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Diğer önemli bir nokta şudur. Konu sadece seçilecek vekil sayısının, az olsun benim olsun meselesi olmamalıdır. Bugün Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tarihsel bir şansı ve görevi vardır. Seçilebilecek örneğin yüz vekil ile parlamentoda tüm kararları etkileyecek ve belirleyecek bir konuma sahip olabilir. Bu kesindir. Onun için bu stratejiyi olumsuz yönde etkileyecek bir dahi olsa vekil kaybına tahammül yoktur. Devrimci ve sosyalist nitelikte olanların bu açıdan işçi sınıfına, ezilen yoksul halklara karşı çok büyük sorumlulukları vardır.
MHP destekli AKP-Saray Rejiminin devlet içinden aldığı güçle tüm kuvvetler ayrılığını bir kenara attığı ve YSK’dan başlamak üzere tüm devlet kurumlarında kendilerine yarayacak, istedikleri yapılanmayı kurdukları bir ortamda işçi sınıfının, yoksul halkların gücüne dayanmaktan ve onların sesi, soluğu olmaktan başka hiçbir seçenek yoktur. Eğer onları temsil etmek istiyorsak, onların vekili olmak istiyorsak duruşumuzu ona göre belirlememiz gerekmektedir.
Bir konu daha önemlidir. 7 Haziran 2015 seçimleri ve 2019’daki İstanbul Belediye seçimlerinde iktidarın nasıl kural tanımadığını hep birlikte yaşadık. Onlar bu yenilgilerden ders çıkardılar. Her türlü yönteme baş vurup bu seçimleri almaya çalışacaklar. Ona rağmen kaybedecekler ve bu yenilgiyi kolay kabul etmeyecekler. Türlü senaryolar ile direnerek üstünlük sağlamaya çalışacaklar. Böyle bir ortamda devrimci, demokratik ve sosyalist güçlerin arasında bir saç teli kadar dahi çatlak oluşmamalıdır. Var olan iktidarın yenilmesi, yaşanan devlet içindeki krizin devrimci bir krize dönüşmesi için her zamankinden daha sorumlu ve birlikte davranmak gerekmektedir. Bu tarihsel bir sorumluluktur, aynı zamanda doğru ve ilkeli tavırdır.