Seçimler ve Sol-Sosyalist İttifakların Bağımsızlığı Sorunu

Seçimler ve Sol-Sosyalist İttifakların Bağımsızlığı Sorunu

Küresel ve yerel düzeyde birbiriyle kesişen birçok boyutuyla yaşaya durduğumuz kriz koşulları sol-sosyalist hareketin yeniden siyaset sahnesinde belirleyici bir güç olarak zuhur etmesi bakımından her zamankinden daha fazla olanağa sahip. Fakat bugün, “kilit” ya da “anahtar” parti olduğu iddia edilen HDP de dahil olmak üzere sol-sosyalist hareketin böyle bir özne olmadığını görmek, kabul etmek gerekir. Çünkü sol-sosyalistler burjuva restorasyonu tartışmaktan, demokratik/sosyalist programı unutmuş durumdadır.

Sol-sosyalist hareket, HDP şahsında, 2000-2001 “Hayata Dönüş Operasyon”u ile maruz kaldığı darbenin tasfiyesinden silkinerek, 2005’lerden itibaren canlanmaya başlayan, kentte ve kırdaki neoliberal politikalara karşı gelişen 2013’te Gezi İsyanı ile zirveye çıkan toplumsal hareketlerin Kürt özgürlük hareketi ile birleşmesiyle gerçek bir siyasi özne haline gelmişti. Bunun sonucunu da 7 Haziran sürecinde dost da düşman da gördü. Ve tam da bu yüzden “demokrasi buzdolabına alındı”, Suruç ve Ankara katliamları gerçekleşti, “Anayasa’ya aykırı ama evet oyu vereceğiz” kararı bunun için alındı, vesaire. Fakat sol-sosyalist hareket, toplumsal muhalefetin önderliğini, esas olarak, CHP’nin “dokunulmazlık”tan sonraki ikinci hamlesi olan “Adalet Yürüyüşü”nde Kılıçdaroğlu ile selfi sırasına girdiği an fiilen ve resmen kaybetti. Ki o gün bugündür, CHP’nin sokak yasağını kıramamaktadır, hatta bazı bileşenleri CHP’nin olmadığı hiçbir platformda yer almamaktadır. HDP de, devletin ağır baskıları kadar sol-sosyalist hareketin diğer bileşenlerinin bu yaklaşımı ile geriye çekilmiş, CHP’yi desteklemeye mecbur hale gelmiş/getirilmiştir. Bugün de, sol-sosyalistler, kendi programlarını anlatmaktan çok Cumhur-Millet İttifakı arasında kurulan oyuna dahil olmak için burjuva restorasyonu tartışmakta, daha programı bile belli olmayan bir Millet İttifakı ile ortak aday belirlemeyi talep etmektedir. 

İçinde cebelleştiğimiz sürecin en belirgin eksikliği bir demokrasi tahayyülünün geliştirilememesidir. Her şeyden önce,  “demokrasiye geçiş” en anti demokratik biçimde tartışılıyor. En ufak bir farklı açıklama neredeyse bir çuval inciri berbat eden provakasyon muamelesi görüyor. Bırakalım tartışmaya halkın katılımının sağlanması için çaba harcamayı, bilhassa halktan gizli bir tartışma yürütülüyor. Bu yaklaşımın temel gerekçesi ise iktidarın tartışmayı manipüle ederek akamete uğratacağıdır. Halbuki tam da bu riski göze alarak tartışma halka açık yapılmalıdır. Çünkü manipülasyon tezi, Türkiye’de faşist, sağcı vb. ideolojinin temel postulatı olan “ergen olmayan halk” tezinin bir başka versiyonudur. Ve bu mantalite hiç bir şekilde demokrasi üretemez.

Önümüzdeki seçim sürecinin nasıl gelişeceği ve sonuçları hiç kuşkusuz son derece önemli. Fakat bu sürecin umuttan çok korku ile tartışılması muhalefete hiç bir şey kazandırmayacağı gibi gerçekçi de değildir. Seçime giren güçler arasında tam bir zafer elde etme durumu sözkonusu olmayacağına göre, hem tek tek özneler içinde hem de kendi aralarında yeni güç dengelerinin oluşacağını ve bunların da yeni gerilimlere neden olacağını öngörerek seçimler ve sonrası bir konjonktür olarak ele almak ve analiz etmek gerekir.  Önümüzdeki seçim, her seçimden daha fazla “tarihsel”dir, ama bir varlık/yokluk meselesi değildir. Hemen arkasından yine bir dizi “tarihsel” mücadele ve seçim süreçleri yaşayacağız. Tarih sürecek, sınıf mücadelesi de.

Tarihsel olanı da tam da bu sınıf mücadelesi gerçekliği içinde, burjuvazinin ve İşçi-emekçi halkın çözüme kavuşturmak istedikleri sorunlar nelerdir ve bunlar için çözüm programları nedir, sorusuna verilen cevap ile belirleyebiliriz. İşte burada sadece genel siyasal demokrasi tartışmalarının yerini ne için kimin için demokrasi tartışması alması gerekir. Sol-sosyalistler açısından halkın örgütlülük düzeyinde gerçek bir ilerleme sağlandığı oranda müstakbel yeni iktidarların faşist ya da değil, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusundaki politikaları geriletilebilir ve engellenebilir. Dolayısıyla seçimlere katılım tartışması, demokrasinin geliştirilmesi ve bunun tek anlamı olan işçi sınıfının ve emekçi halkların ekonomik, siyasi vb. örgütlenmelerinin geliştirilmesi yani bunların özneleşmesinin sağlanmasında yeni adımların atılması, yeni mevzilerin yaratılmasıdır. Bunun dışındaki dolayımlı tartışmalar, amiyane terimle “yüksek siyaset”, burjuva siyasetidir.

HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı, ilerici, sol, sosyalist partilerin kendilerinin ve(ya) halkın örgütlülüğünün geliştirilmesi konusundaki girişimlerdir. Fakat İttifak–içinde farklı düşünenler olmasına rağmen- Millet İttifakıyla ittifak kurmayı kritik önemde görüyor. İttifak bileşenlerinin Millet İttifakına, Millet İttifakının “eşbaşkanları” Kılıçdaroğlu ve Akşener’e yönelik eleştirilerinin amacı budur. HDP’nin Millet İttifakını açık görüşmeye zorlaması, cumhurbaşkanı adayının Emek ve Özgürlük İttifakının da onayı alacak şekilde belirlenmesine yönelik taleplerin hepsinin hedefi budur. Lafı çok bükmeden söylersek, AKP-MHP karşısında Millet İttifakı’nın öyle ya da böyle desteklenmesi gerektiğinin kabul edildiği bir ideolojik atmosfer bizzat sol-sosyalist ittifaklar sayesinde yaratılmış durumdadır. Ve seçim tarihi yaklaştıkça da Millet İttifakı bu mecburiyet atmosferinden fazlasıyla istifade ederek, “ya beni desteklersiniz ya AKP’nin ekmeğine yağ sürersiniz” (AKP’nin malum bizden olmayan batıldır, teröristtir vb. yaklaşımının aynısı) baskısını yoğunlaştırarak sol-sosyalistleri etkisiz kılmaya çalışmaktadır.

Sol-sosyalistler dönüp dolaşıp, burjuva siyasetinin dengeleri ve kuralları içinde yüksek siyaset yapmaya çabaladıkça, etkisizleşip tasfiye olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Millet İttifakıyla ittifak için bu kadar can hıraş bir çaba sergilenmesi bu açıdan kendi kuyumuzu kazımaktan başka bir şey değildir. Kendisini halkın sorunlarının çözümü konusunda yeterli görmeyen, bu özgüvenle konuşmayan, çareyi başkalarının ittifakında arayan herhangi bir partinin halkın teveccühünden nasiplenmesi imkansızdır. Sol, sosyalist ittifaklar, örneğin, Millet İttifakının gerici, liberal karakterini bildikleri halde buna rağmen Millet İttifakını veri kabul ederek onunla ittifak kurmanın yollarını aramak yerine Millet İttifakı’nın dağıtılması için CHP üzerinde baskı yaparak, CHP’nin sol, sosyalist ittifaklarla ittifak kurmasını sağlamak için çaba harcayabilir. Çünkü CHP’nin de sistemin içinden bir desteğe sahip olmadığı, özellikle de Kılıçdaroğlu’nun Alevi ve Kürt kimliğinden dolayı üzerine karar kılınamadığı görülüyor. CHP’nin şu durumda bütün gücü, toplumsal muhalefeti yönetme becerisi, bu kapsamda da sol, sosyalist güçleri yedekleme becerisinden geliyor.

Seçim sonrasına dair birçok öngörüde bulunmak mümkün. Bunlar üzerine spekülasyon yapmak cazibeli bir iş. Millet İttifakının hem cumhurbaşkanlığı seçimini hem de TBMM seçimlerinde birinci olduğu durumda nasıl bir geçiş süreci yürüteceğini henüz tamamlanmayan program açıklandığında daha iyi göreceğiz. Bu program ne kadar siyasal özgürlük getirecek, süregitmekte olan ekonomik krizin faturasının ne kadar emekçilerin ne kadar sermayenin sırtına yükleyecek, sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri ne kadar kaldıracak, Kürt sorununda ve Suriye, Irak, Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs konularında ne kadar barış yanlısı olacak, gibi konularda müneccim olmadan da bir yorum yapmak mümkün.  Ama yine de Milet İttifakının programını açıklaması bu konuda son noktayı koyacaktır. Fakat program açıklandıktan sonra sol, sosyalistler için zaman bitmiş olmayacak mı? O saatten sonra halkın karşısına “bağrımıza taş basıp, Millet İttifakını destekleyeceğiz” demekten başka ne söyleyebilirler, söyleseler de etkisi ne olur?

Sol, sosyalist ittifaklar, işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, kadınların, lbgti+ların, ekoloji hareketinin taleplerini içeren programıyla seçim sahnesinin bunlar tarafından işgal edilmesini sağlamalıdır. İki ittifakın da demokrasi, barış, özgürlük ve emek düşmanı karakterini teşhir ederek gerçek çözümün kendi öz örgütlülüğüne dayalı mücadeleyi yükseltmekte olduğunu deklare etmelidir. Ancak o zaman ittifakların, “seçimleri de aşan ittifak” olduğu ispatlanmış olur. Ancak o zaman burjuvazinin faşist programları geriletilebilir. Ancak o zaman, Rosa Luxemburg’un söylediği gibi, sosyalistler ne kadar güçlü olurlarsa burjuva solu o kadar sosyal demokrat kesilir…


Konuyla ilişkili diğer makaleler