Sebep - Sonuç İlişkisi

Sebep - Sonuç İlişkisi

Türkiye’ nin yeni bir sürece girmesini sağlayan 7 Haziran (2015) milletvekili seçimi sonuçlarını değerlendirirken, ortaya çıkan tablonun sebeplerini iyi ve doğru sorgulayabilirsek bundan sonra neler olabileceğini ve buna bağlı olarak neler yapmamız gerektiği konusundaki öngörülerimizi doğru tespit edebiliriz ancak.

Ortaya çıkan yeni tabloda bir kazanan bir de kaybeden var. Kazanan, HDP çerçeveli toplumsal muhalefet (ki içinde her türlü çiçek ve renk bulunmaktadır), kaybeden ise Tayyip Erdoğan’ ın nezdinde otorite (diktatorya) heveslileridir.

Seçimden hemen sonra her örgüt, her parti, her eli kalem tutan –doğaldır ki- AKP iktidarının geriletilmesini sağlayan sebepleri sıralamaya başladı. Çok da haksız veya yanlış şeyler söylenmiyor. Sebepler arasında Tayyip Erdoğan’ ın ötekileştiren, küçük gören, hiçe sayan politikaları, ekonomik göstergeler, Kürt Özgürlük Hareketi ve toplumsal muhalefetin güçlenmesi sayılmaktadır. Bu tespitler doğrudur da. Bunların hepsini -başka sebeplerde sayılabilir şu maddelerde toplayabiliriz: 1.Ekonomik sebepler, 2.Sosyal politikalar, 3.Kürt ulusal sorunu.

Kuşkusuz ki HDP’nin aldığı en önemli oy oranı daha önce AKP’ye oy vermiş olan Kürt halkının oylarıdır. Kürdistan’da bu oran çok yüksekken ve AKP oyları nerede ise sıfırlanmışken, İstanbul’da dahi HDP kimi ilçelerde AKP’den yüzde 10 oranında oy almıştır. HDP’nin Türkiye genelindeki oy artışını yüzde 6,5 gibi görürsek, bunun yüzde 5’i yerine dönen Kürt oyları, yüzde 1,5’u ise sınıf siyaseti temelinde kazanılan oylardır. Bu yüzde 1,5’un içinde sadece AKP’nin dini siyasete alet etmesine tepkili, AKP’yi zayıflatmak için laiklik anlayışı saiki ile oy veren küçük burjuvazi ve belli oranda bir burjuva demokratik oy oranı da vardır.

Biz, bu genel tablo ve sebepler dışında ayrıntıları da irdelemeliyiz. Gezi sürecinden bu güne kadar geçen sürede (Gezi Eylemleri toplumsal bir muhalefeti işaret ediyordu.), toplu olmasa da Türkiye’ nin her yerinde, her bölgesinde ve hemen hemen her kesiminde bir şikayetlenme, bir kıpırdama, hareketlilik gözlemleyebildik. Bütün bunlara ve nihayetinde seçim sonuçlarına etki eden -ayrıntı gibi görünse de- önemli sebepleri bir bir sıralayalım:

A. Ekoloji Politikaları ve HES’ ler: İktidar ortaklarının ve sermayenin, kısa zamanda ve kolayca büyük kârlar elde edilebilecek derelere sulara el koyup, ekolojik dengelerin bozulmasını ciddiye almadan, geriye dönüşü olmayacak doğa katliamına yol açacak “Hidroelektrik Santralleri” ni hızla inşa etmeleri, o bölge insanını, özellikle köylülüğü harekete geçirmiş; Bu güne kadar Ankara’ da ve yukarılarda nelerin döndüğünü, olup bittiğini bilmeyen, bilse bile oralı olmayan köylülüğü alanlara dökmüş; köylülerden beklenmeyen direnişler yaşanmıştır. Her direniş alanı, aynı zamanda bilinçlenme alanı olduğundan, bu direnişler Türkiye’ nin en ücra köşelerinde bile toplumsal muhalefeti geliştirmiştir.

B. Altın ve Maden Ocakları: Özellikle son on yıldır Türkiye’nin altın rezervlerine ve diğer yer altı kaynaklarına göz diken uluslar arası sermaye ve onların yerli işbirlikçisi şirketler, AKP iktidarının çıkardığı ön açıcı yasalarla ülkenin her yerinde siyanürle altın çıkarmak ve değerli madenleri çıkarıp yut dışına taşımak için ülkenin her tarafına yayılmış ve kısa zamanda bu yer altı kaynaklarını tüketmeye çalışmışlardır. Bütün bu saldırgan politikalar, Bergama ve Uşak’ ta olduğu gibi, doğasına, toprağına, ağacına, börtü böceğine sahip çıkmak için o bölge insanını harekete geçirmiş, zaman zaman direnişleri örgütlemiş; özelleştirilen kömür madenleri -Soma’da, Zonguldak’ta olduğu üzere- adeta ölüm madenlerine dönüştürülmüş; iş güvenliği ve güvencesi olmayan on binlerce madenci, üç kuruşluk ekmek parası uğruna, günde on saat ve acımasızca çalıştırılarak kısa zamanda büyük kârlar elde edilmeye çalışılmıştır. Bütün bunlar, maden işçilerinin de -yavaş da olsa- bilinçlenmesini ve toplumsal muhalefete katılmasını -az da olsa – sağlamıştır.

C. İnşaat Sektörü: AKP iktidarının son on yılda yarattığı inşaat sektörü, aşırı kâr hırsıyla - altyapı ve istihdam adına- ülkenin her yerine plansız ve bilerek yayılmış, bu da yeni iş cinayetlerinin yaşanmasına yol açmış; böylece bu sektörde çalışan nitelikli- niteliksiz işçiler, teknisyenler, mühendis ve mimarlar direniş çadırları kurmuş, zaman zaman sokaklara dökülmüştür. TOKİ’ nin plansız-projesiz, tekdüze konutları; AVM, köprü, duble yol, viyadük inşaatları adeta katliam yerine dönüşmüş; iş kazalarında (cinayet demek daha doğru) her yıl ortalama 1500 işçi hayatını kaybetmiştir. Bütün bu olumsuzluklar, Türkiye’nin her yerinde, güvencesiz çalışan inşaat işçilerini ve diğer çalışanları toplumsal muhalefetin içine çekmiş; bu alanda, değişik yerlerde ve biçimlerde derneklerin ve sendikaların kurulmasını sağlamıştır.

D. Taşeron Sistemi: Uluslar arası finans sektörün, Dünya Bankası aracılığı ile pompaladığı, liberal ekonominin zorunlu kıldığı ve uluslar arası sözleşmelerle Türkiye’ye dayatılan “taşeron” sistemi de ucuz iş gücünü, güvencesiz ve sendikasız çalışmayı zorunlu kılmıştır. Bu politikayı ilk başlarda toplumun çoğunluğuna, iyi bir şeymiş gibi yutturan iktidar, sadece özel sektörde değil devlete bağlı bütün kurum ve kuruluşlarda da taşeron sistemini yerleştirmiştir. Kâr marjlarına zirve yaptıran bu taşeron sistemi sebebiyle, bütün çalışanlar kısa zamanda yoksullaştırılmış ve doğaldır ki banka kartlarıyla, kredilerle borçlandırılmış; böylece çalışanların geleceklerine ipotek konarak onların birlikte hareket etmeleri, örgütlenmeleri engellenmeye çalışılmıştır. Bütün bu kurnazlıklara, borçlandırmalara, zorluklara ve çıkarılan iç güvenlik yasalarına rağmen, bu çalışan kesimde de bir bilinçlenme başlatmış; çalışanları toplumsal muhalefetin bir parçası yapmıştır.

E. İşçi Sınıfı ve Sarı Sendikacılık: Uzun zamandır - sebepleri biliniyor- üzerine adeta ölü toprağı serilmiş işçi sınıfı, son iki aydır, Türkiye’ nin en önemli sektörü olan metal iş kolunda, hiç belenmedik bir anda şalterleri indirmiş; özellikle sarı sendika Türk-Metal’ e karşı tepkilerini dile getirip sendikadan istifa sürecini başlatırken aynı zamanda MESS’ e bağlı fabrikalardaki düşük saat ücretlerinin artırılması ve iş güvencelerinin sağlanması yönünde önemli bir süreci başlatmış ve süreci de istedikleri gibi sonlandırmıştır. Bu da gelecekte (yakın gelecekte) yeni eylemler, grevleri muştulayacak gibi görünüyor. Muştulayacak diyoruz çünkü her direniş yeri, her grev çadırı, sınıf bilinci edinmenin en önemli mevzileridir.

F. Tarım Politikaları: Dünya Bankası’nın, 2002’ de Kemal Derviş aracılığı ile kabul ettirdiği liberal tarım politikaları, AKP eliyle başarıyla(!) uygulanmaya konmuş; bu politikalar da verimli topraklara sahip ülkemizi tarımda bile dışa bağımlı hale getirmiştir. Bunun sonucunda, verimli topraklarda yetiştirilen ürünlerin sübvanse edilmesi engellenmiş veya çoğu ürünün ekilip biçilmesi yasaklanmıştır. Köylüyü tarlasından, çiftinden soğutan ve koparan bu politikalar, yoksul köylülüğü borç batağına itmiş, topraksız köylülerin de hızla, ucuz iş gücü olarak kentlere göçü sağlanmıştır. Bütün bu politikalar, köylülüğü de -az da olsa- toplumsal muhalefetin içine çekmiştir.

G. Erkek Cinsiyetçi Politikalar ve Kadın Cinayetleri: AKP’ nin erkek egemen ve cinsiyetçi politikaları kadını hiçe sayan anlayışları sonucu, kadın cinayetleri Türkiye’nin her yerinde görülmeye başlandı. Sağ ve gerici medya kuruluşları, bu cinayetleri -bilinçli biçimde- hâlâ feodaliteye, kan davalarına bağlayarak işin önemini ve vahametini gizlemeye çalışsa da artık Türkiye’nin her yerinde -özellikle Kürdistan’da- kadın örgütleri oluşmaya ve toplumsal muhalefetin önemli bir parçası haline gelmeye başlamıştır.

H. Eğitim Politikaları ve Gençlik Sorunları: Son on yıldaki eğitim politikaları, 12 Eylül anlayışının bile ötesine geçmiş; gerici, dinci, paralı; bilimi ve kültürü, sanatı yok sayan bir nesil yetiştirme adına okulların çoğu İmam Hatip’ e dönüştürülmüş; 4+4+4 politikaları eğitimin içini boşaltmış; bütün bu olanlar, toplumun modernist, ilerici ailelerinde tedirginlik yaratmıştır. Çocuklarının geleceklerinden kaygılanan öğrenci velileri, özellikle anneler; okullarda, semtlerde birlikler oluşturup çoğu ilçe ve kentlerde tepkilerini alanlara ve sokaklara taşımışlardır.

Diğer yandan üniversitelerde bilimsel ve akademik eğitim yok edilmeye, özellikle demokratik üniversite adına var olan kırıntılar ortadan kaldırılmaya başlanmış; böylece üniversite gençliğinin özgürlük alanları yok edilmiş; genç akademisyen ve öğretim görevlilerinin hakları gasp edilmiştir. Bütün bunlara ek olarak bir çok üniversite, özel şirketlerin ve holdinglerin emrine sunularak eğitim, şirketlerin kârlarına kâr katmaları için kullanılmaya başlanmıştır.

Eğitimin özelleştirilmesi de ayrı bir yara haline gelmiş; özel okullara büyük paralar ödeyerek çocuklarını okutmaya çalışan orta ve üst düzey aileler bile artık bu paraları ödeyemez hale gelmiştir. Eğitimin her alanda paralı yapılması sebebiyle artık yoksul çocukları istedikleri okullarda veya bölümlerde okuyamaz durumdadır. Ülkenin geleceğine ipotek koyan bu gerici ve paralı eğitim politikalarına karşı da hem gençlikte hem de akademik çevrelerde toplumsal muhalefet iyice yükselmiş ve yükselmeye de devam edecektir.

İ. Meslek Odaları ve Gazeteciler: AKP iktidarı, gerici, saldırgan ve yasakçı politikalarıyla önce kendisine karşı en duyarlı ve bilinçli muhalefeti gerçekleştirecek meslek odalarını, çıkardığı yasalarla köşeye sıkıştırmış; böylece avukatları, mühendisleri, mimarları tehditlerle, korku ve baskıyla susturmaya çalışmıştır. Diğer yandan yazılı ve görsel medyayı, her kanaldan saldırarak susturmaya çalışmış, susturamadığı yerde ekonomik ve siyasi tehditlerle yalnızlaştırmış veya işsiz bırakmıştır. Yolsuzluklarla oluşturulan trilyonluk havuzlar sayesinde gazeteler, dergiler yayınlanmış; radyolar, televizyonlar kurulmuş veya satın alınmıştır. Böylece iktidarın yolsuzluk ve hırsızlıkları gizlenmeye çalışırken, yanlış ve yalan haberlerle de halkın gerçeği ve doğruyu öğrenmesi engellenmiştir. Sonuç olarak sayıları binleri aşan köşe yazarı, sunucu, kameraman, muhabir ya saldırıya maruz kalmış ya işsiz bırakılmış ya da korku veya parayla satın alınmıştır. Bütün bu olumsuzluklar, medya mensuplarının harekete geçmesini, birlikte olmasını sağlamış; özellikle toplumsal muhalefetin bizzat yönlendiricisi ve sesi olmuştur.

Bunlar dışında başka sebep ve etmenleri de sayabiliriz. Ancak bu saydıklarımızın hiç biri, 8 Haziran’ da oluşan bu tablonun ortaya çıkmasında önemsiz sayılamaz. Bunların her biri, gelecekte de örgütlenme ve mücadele açısından birer çalışma alanı olacaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler