Sendikal Örgütlenmenin Bazı Sorunları Üzerine

Sendikal Örgütlenmenin Bazı Sorunları Üzerine

Binsekizyüzlerin son çeyreğinde Engels’in Bebel’e yazdığı mektupta “işçi sınıfı var olduğundan bu yana sendikalar aracılığıyla örgütleniyor. Sendika işçi sınıfının sermayeye karşı gündelik mücadelesini verdiği, kendini eğittiği ve en güçlü gericiliğin bile artık ezemeyeceği, gerçek sınıf örgütü anlayışıyla örgütlenmelidir” demişti. Sendikal hareketin ekonomik, demokratik ve özlük talepler ihtiyacıyla ortaya çıktığından günümüze kadar uzun mücadele deneyi ve kapitalizmin tekelci ve küresel süreçlerde aldığı biçimi de kapsayarak, özünde sınıf örgütlenmesindeki bu temel anlayışı hala koruyor. Yirminci yüzyılda tekelci güçlerin ve emperyalist ülkelerin dünya pazarlarını yeniden paylaşma savaşları sonrası sosyalizm sistem olarak oluşmuş, işçi sınıfının mücadelesinin uluslararası düzeyde önemli bir bağlaşığı olarak işlev görmüştür. Sosyalizmin reel olarak varlığı emek hareketi açısından önemli bir direnç noktası olmuştur. Kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelesinin gelişimi, ekonomik-demokratik kazanımların önemli noktaya ulaştığı bu dönemde sendikal hareketin örgütlenme ve mücadelesi de yadsınmaz bir gelişim göstermiştir.

Aslında bir refah dönemi olarak adlandırılan bu sürecin dinamikleri sendikal örgütlenme ve diğer örgütlenmeler açısından koşula uyan biçim alması kadar doğal bir şey olamazdı. Reel sosyalizmin yenilgisi, kapitalizmin küreselleşmesi adıyla oluşan yeni koşullarda, bütün toplumsal kesitlerde olduğu gibi sınıf hareketinde de ilkesel olarak prensiplerini koruyan ama biçim olarak, değişen koşullara uygun mücadele seçeneklerini üretmeyi kaçınılmaz kıldı. Hele ülkemiz gibi gericiliğin ve emek düşmanlığının köklü olduğu ülkelerde bunu başaramamak sendikal alanda emek aleyhine gelişen deformasyonların oluşması kaçınılmazdı.

Ülkemizde binsekizyüzlerin ortalarından sonra işçi sınıfı oluşmaya başlamış. Cılız da olsa emek örgütlenmelerinin ve çeşitli işçi direnişlerinin yaşandığı bu dönemden 1947 sendikacılığına kadar, baskı ve örgütlenme yasaklarına rağmen önemli bir birikim oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin yenilgisinden sonra oluşan nispi demokratik ortam ülkemize de yansır. Sendikal örgütlenme, grev toplu sözleşme hakkı olmadan serbest bırakılır. Kısa sürede önemli gelişme gösteren bu işçi örgütlenmeleri yasaklanır. Böylece 1952 yılında, Amerikancı sendika Türk-İş’in kurulmasının zemini yaratılır. Sermayenin çıkarlarına uyumlu bir işçi örgütlenmesi hedefiyle oluşan bu konfederasyon emperyalist kimi odaklarca sınıfın bağımsız örgütlenmesini engelleme yönünde desteklenir. Bu duruma rağmen Türk-İş içindeki kimi muhalif sendikalar, DİSK’in kurulmasıyla sonuçlanacak önemli ilkeler geliştirir. Sermayenin bütün kurum ve siyasi basıncından bağımsız örgütlenme, siyaset üstü sendikacılığın reddi, sermaye ve emperyalist kuruluşlardan her türlü yardımın reddi, sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve emeğin çıkarları yönünde faaliyet gibi konuları içeren “sınıf ve kitle sendikacılığı” anlayışı DİSK ile karşılık bulur. 1980 faşist darbesine kadar işçi sınıfı mücadelesinde kimi yalpalamalara rağmen bu ilkeler üzerinden sınıfın örgütlenme ve kazanımlarında yadsınmaz başarılar sağlar.

12 Eylül faşist darbesinin ilk önce işçi sınıfının sendikal örgütlenmesini hedef alması boşuna değildir. Faşizm grev çadırlarına saldırmış, işçi ve kimi sendikacıları tutuklamış, işkenceden geçirmiş, katletmiştir. DİSK kapatılmış, yöneticilerinin bir kısmı hapsedilirken, bir kısmı yurt dışında sürgünde yaşamak zorunda kalmıştır. 80’li yılların ortalarından sonra işçi hareketi çeşitli direnişlerle yeniden ortaya çıktığında sürecin sendikal harekette yarattığı deformasyon daha net gözle görünür duruma gelmiştir. 12 Eylül yasalarıyla sınıfın örgütlenmesi önüne önemli kısıtlamalar getirilmişti. Başka bir yazının konusu yapacağımız bu dönemin uygulamaları sınıfı parçalamış, öncü kadroların yeniden mücadeleye katılımında ciddi engeller oluşturmuş, sendikal alan sarı sendikacılığının, toplumsal barış adı altında burjuva ideolojisinin sızmasına daha da açık hale getirilmiştir. DİSK’in yeniden açılmasından sonra ‘sınıf ve kitle sendikacılığı’ anlayışının dışında değişik yaklaşımların gündem tutması değişen koşullar gerekçesiyle ihtiyaç değil, uzun yıllar sınıf ve sendikal mücadelede yaratılmak istenen kafa karışıklığı, sınıfı sermayenin çıkarlarıyla uyumlulaştırma çabasının bir ürünüdür aslında.

Bu gün sendikal hareketin ülkemizde geldiği durum önemli sorunlar taşıyor. Sosyalist ülkelerin bir karşı devrimle yenilgisi, sosyalist ideolojiye saldırılar kapitalist emperyalist ideologların ön açıcılığında sınıf adına siyaset yapan yapıları önemli ölçüde yıprattı. İşçi ve sendika hareketi, örgütlü sınıfın politik alanından, işçi sınıfının bilimi ışığında yeterli desteği göremeyince kaçınılmaz olarak boşluklar yaşandı. Sadece ideolojik, yasaklama ve baskıyla oluşan örgütlenme alanındaki sorunlar sendikal harekette gelinen durumu açıklamaya yetmiyor elbette. Dünyada küreleşmenin sonuçlarıyla kapitalizmin üretim sürecinde ortaya çıkan yeni durumlar, sınıfın örgütlenme ve mücadelesine ilişkin yeni biçimleri üretmeyi zorunlu kılıyor. Üretim süreçlerinde taşeronlaşma, esnek çalışma, mevsimlik ve gündelik çalışma, resmi rakamları katla aşan işsizler konusu kapitalizmin emek sömürüsünü 18.yy. koşullarına geri çevirmenin araçları olarak kullanılıyor. Ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi kapitalizmin geçirdiği bütün aşamaların temel ilişkisi olarak varlığını korumuştur. Üretim sürecindeki parçalı durum, alt işveren uygulamaları ve bu alanda sınıfı bölen, örgütlenme koşullarını zorlaştırması yanında, sınıfı sınıfa denetlettirilen kurnaz bir yöntem olarak kullanılıyor. Eski sistemle üç bin kişinin çalıştığı bir fabrikada, merkez firmada üç yüz kadrolu işçi bırakıp diğerlerini çeşitli dallara göre alt işverene devreden firmalar, işçi sınıfı arasındaki rekabeti kışkırtarak bundan yararlanıyor. Çok zor koşullarda ve düşük ücretle çalışan taşeron işçisinin örgütlenme zorluğu yanında, bıçak kemiğe dayandığında iş bırakma, direniş gibi eylemleri, ana firmadaki daha iyi şartlarda çalışan işçiler tarafından hakları geri gideceği gerekçesiyle tepkiyle karşılanabiliyor. Kapitalizmin sınıfı karşı karşıya getiren bu uygulamaları kimi teori yapıcılarının aksine işçi sınıfını ve sınıf mücadelesini yok etmiyor, sömürü ve proleterleşmeyi daha da arttırıcı işlev görüyor.

Taşeronda, ana firmalarda çalışan kadrolu işçileri, sözleşmelileri ve devasa işsizler ordusunu tek çatı altında örgütleyecek bir sendikal anlayış-yapı ülkemizde oluşturulamadı. Kamu alanında, özellikle eğitim iş kolunda ataması yapılmayan beş yüz bin öğretmen var. Özel okullarda veya meslek dışı alanlarda çok düşük ücretlerle güvencesiz çalışıyor bu kesim. Atama dönemlerinde sesleri duyuluyor. Ama örgütsüzler. Eğitim sendikaları bu kesimi içine alacak örgütlenme biçimleri üzerinde yeterince düşünmüyor. Diğer işkolları da öyle. Milyonlarca işsiz, emeğini satarak yaşamak zorunda kalan güvencesiz kesim sendikal yapıların dışında. Özgün pozisyonlarında zaman zaman örgütlenme girişimleri olsa da, birçok nedenle bu yapılar istikrarlı bir yapıya kavuşamıyor. Bugün emeklilikte yaşa takılanlar önemli bir kesim. En çok ses getiren, örgütlenme ve eylemlilikte öne çıkan bu kesimin sendikal alanda karşılığı yok. Kapitalizmin işçi sınıfını bölen ve rekabeti artırıcı yöntemleri karşısında sendikal hareket eski yöntemlerle pozisyonunu korumak adına içine kapanmak yerine, sınıfı örgütlemek ve birliğini sağlama yönünde biçimler üretilmeli ve bu yönde yoğun çalışmalar sendikal alanın gündemi olmalıdır.

Engels’in sözünü tekrarlayalım. İşçi sınıfı var olduğundan beri sendikalarda örgütleniyor. Bu gün de öyle. Ama tarihin deneyimini bu güne taşıyıp değişen koşullara uyan örgütlenme biçimleri yaratılamazsa, ülkemizin sendikal alandaki sorunlarını aşmak mümkün olmayacak. İşçi-sendika hareketi, her türlü gericiliğin ezemeyeceği kalıcı bir gelişme gösterecekse; değişen koşulların doğru bir tahlili üzerinden pozisyon alınması ve kişilere endeksli, güdümlenen, kariyerist hırsları-özenmeleri aşmış, sınıfın gerçek çıkarlarını öne alan anlayışı egemen kılmakla olacaktır. Değişimin ve ülkemiz demokrasi mücadelesinde temel taşıyıcı bir gücü olan işçi sınıfının örgütlenmesi gerçekleşmeden ve eylemli duruma dönüşmeden ilerici, devrimci görevler gerçekleştirilemez.


Konuyla ilişkili diğer makaleler