Son Bir Kez, 24 Haziran Ve Olası Sonuçları Üzerine…
24 Haziran seçimleri üzerine çok yazıldı ve çizildi. Biz günlük veya haftalık bir gazete olmadığımız için bu konudaki temel ve de güncel görüşlerimizi gazetemizin günlük propaganda sayfası olan Facebook’taki Politika Gazetesi hesabında sürekli işledik. Hem günlük gelişmeleri kimi zaman üçüncü ağızlardan yansıttık hem de kendi görüşlerimizi Pazartesi günleri saat 21:00’de yayınlanan ve Haftalık Bülten olarak da adlandırdığımız “türkiye ve dünyaya bakış” bülteninde yayınlanan 12 sayısı boyunca ele aldık.
Tüm okuyucularımıza Facebook sayfamızı takip etmelerini ve aktif paylaşımcı olmalarını öneriyoruz. Konuların heyecanına göre günde 10.000 ile 22.000 arasında aktif takipçimiz olan sayfamız, gazetemizin basılı olarak yayınlanmadığı günlerdeki boşluğu kapatmayı amaçlamaktadır.
Seçmen Seçimlere Nasıl Yaklaşıyor?
Seçmenlerin ezici çoğunluğu için oy tercihini ekonomik beklentiler ve vaadler belirliyor. Siyasi yan bir sonuç özelliği taşıyor. Bu nedenle burjuva partileri arasında yoğun bir geçişe şahit oluyoruz ve de burjuva partileri yeni seçmen kazanmanın yanısıra ağırlıklı olarak propagandalarını “rakip” burjuva partilerinin tabanına yönlendiriyorlar. En geniş, yoksul, işçi, emekçi, emekli, işsiz kitlesi için durum bu merkezde. Aslında burjuva partilerinin hiç birine nesnel olarak oy vermeyecek olması gereken bu geniş seçmen kitlesinin buna rağmen oy verdikleri partilerden uzaklaştırılması daha zaman alacaktır ama bu konuda özellikle HDP’nin ve bileşen partilerinin ortaya koyduğu ciddi bir çaba vardır.
HDP “geleneksel bilinç” ile donatılmış geniş işçi, emekçi, yoksul, emekli, işsiz kitlesi tarafından hala “Kürt partisi” olarak değerlendirildiğinden, aslında programı ve istemleri doğrultusunda HDP’ye oy verebilecek durumda olan milyonlarca seçmen burjuva partilerine oy vermeye devam etmektedirler. Bu eğilimin devam etmesinde egemen güçlerin ve onların temsilcisi burjuva partilerin milliyetçi ve dini hassasiyetleri etkileyen söylemler kullanmaları önemli bir rol oynarken asıl neden devletin ırkçı, milliyetçi, laik olmayan, tekçi ana doktrininden kaynaklanmaktadır.
Bu sorunun aşılması o kadar kolay olmamakla beraber, son 5 yılda ciddi mesafelere ulaşıldığını da görmezden gelmeden bu çabamızı sürdürmeye devam etmemiz ve de bu yolda yürürken olgunlaşan koşullara göre bu yürüyüşü kolaylaştıracak yeni araçlar yaratmamız gerektiğinin altını çizmeliyiz.
Bir de, MHP destekli AKP-SARAY Rejimi döneminde yerelde ve genelde, her biri kendi çapında olmak üzere “ahtapot kolları” oluşturuldu. Kimisi en tepede devlet ihalelerinde aslan payını paylaşırken, kimileri de yerellerde Belediye rantiyecileri düzeyinde servetlerine servet katıllar veya olmayan koşullardan servet sahibi oldular. Bu kesim ve çevresi aynı zamanda rejim şakşakçılığı yaparak, yaşam ve gelir koşullarının değişmemesi için çevrelerini, besledikleri kesimleri etkilemeye çalışıyorlar. Bunların siyaseti de kıbleleri de paradan başka hiç bir şey değildir. Çok kolay geçiş yaparlar. Yeter ki “kasaları açık vermesin”…
En geniş yoksul, işçi, emekçi, emekli ve işsiz kitlesini ilgilendiren konu AKP Rejimi döneminde popülistçe geliştirilen, bir anlamda “oy satın alma” amaçlı olan her haneye giren birden fazla sosyal yardımın sürmesi konusudur. Bu alandaki çalışmayı AKP, yerel parti teşkilatları, devlet kurumlarının yerel temsilcilikleri, diyanet, milli eğitim ve güvenlik kurumlarının ortak çalışması ile bizzat ülke çapında daha önce Başbakan, şimdi ise Cumhurbaşkanı’nın masasından yönetildiği için bunu kırmak bugüne kadar kolay olmadı. Yoksulluk koşullarında maddi ihtiyaçlar, geniş kitlelerin milliyetçi söylemler ve din tüccarlığı ile etkilendiği koşullarda belirleyici oluyor. Burjuvazi de bu zaafı kullanmayı beceriyor.
Ekonomik Göstergeler Ne İfade Ediyor?
AKP ve daha sonra AKP-SARAY Rejimi’nin on yedi yıldır hovardaca devlet imkanlarını kullanması geniş yoksul kitlelerinin kendileri tarafından etki altına alınması sonucunu doğurdu ama bu “değirmenin suyu” da nereden geliyor sorusunu sormasalar da, gelinen durumda bu sorunun yanıtı ortaya çıkmaya başladı.
Önce kamunun tüm varlıklarını özelleştirme adı altında satarak korkunç bir kaynak yarattılar. Paralel olarak kimi temel sektörlerde devlet tekelini ortadan kaldırarak, devletten devşirdikleri Kamu İşletmelerini “serbest ticaret” kuralları ile işleterek ve/veya aynı sektörlerde yeni özel sermaye işletmeleri kurarak birbirleri ile rekabete soktular. Yabancı sermayeye eşsiz rekabet olanakları sağlayarak ülke ekonomisini onların hizmetine soktular. Böylece dışarıdan sermaye akışı sağladıkları propagandası yaptılar. On liralık malı 3-5 liraya satarak gelen sermaye de aynı mantıkla işlediği için ülkeye kalıcı hiç bir yarar sağlamadı. Aynı dönemde yüksek faiz politikası uygulayarak ülkeyi yabancı yatırımcılar için “verimli bir tarla” haline getirdiler. Bugün dahi yapı çökmesin diye frenledikleri yüksek faiz politikasında, örneğin F.Almanya ile karşılaştırıldığında dövize on katı fazla yıllık faiz verilmektedir. Almanya’da Euro’ya yıllık faiz geliri yüzde 1,5 iken, Türkiye’de aynı Euro’ya bankalar yılda yüzde 15 faiz geliri veriyorlar. Bu nasıl mümkün olabilir?
Üretime dayalı olmayan, spekülasyon ve ranta dayalı bir ekonominin sağlıklı olmasını kimse beklememelidir. Öyle de oldu ve bugün döviz aldı başını gitti, dış cari açık makası açıldıkça açıldı, iç borçlanma devasa boyutlar aldı. Aslında TC ekonomisi bugün çökmüş ve memuruna dahi ödeme yapamayacak durumdadır. Seçimlere kadar, “taşıma su” ile değirmeni döndürmek için muazzam bir çaba harcamaktadırlar.
AKP-SARAY Rejimi’nin etkisi altında olan geniş işçi, emekçi, yoksul, işsiz, emekliler bu durumu bedenlerinde hissetmeye başladılar. Aldıkları yardımlar belki devam ediyor ama TL’nin yabancı paralar karşısında aşırı değer kaybı ve ülke ekonomisinin ithalata ve dövize endeksli olmasından dolayı, aldıkları yardımlar eski değerini yansıtmıyor. Bu gelişme AKP’nin oy oranını olumsuz yönde etkileyen en önemli olgu olarak ortaya çıkıyor.
Recep T. ERDOĞAN ve kurmayları haftalardır “Dış güçler döviz kuru ile oynayarak Türkiye ekonomisini batırmak istiyorlar” nutukları atıyor. Bu söyleme içlerinden ilk yanıt iki hafta önce, AKP kurucu üyelerinden, eski Devlet Bakanlarından ve birkaç dönem AKP adına TBMM Başkanlığı yapmış Cemil ÇİÇEK’ten geldi. Cemil ÇİÇEK aynen şunu söyledi; “Döviz kurunun yükselmesi Türkiye ekonomisini batırmıyor, batık olan ekonomi döviz kurunu yükseltiyor.”
Yetmedi… Büyük sermaye ve uluslararası emperyalist kuruluşların adamı, eski AKP’li Merkez Bankası Başkanı, ardından Abdullah Gül’ün Ekonomik Danışmanı, bugün de İyi Parti MV adayı Durmuş Yılmaz bakın ne diyor? “Adım adım kambiyo kontrol rejimine doğru gidiyoruz” diyor.
Bu ne anlama geliyor?
1. Devlet döviz borçlarını ödeyemiyor.
2. Döviz kurlarının yükselişi artık engellenemiyor.
3. Dolar her şok gelişmeden sonra 15-20 kuruş artıyor.
Bu nasıl olası sonuçlar doğuracak?
1. Döviz kurları sabitlenebilir.
2. Bankada veya yatırımda olan dövizini almak isteyen belirlenecek o sabit kur karşılığında TL ödeyelim diyebilirler.
3. Yeni döviz alımını belirleyecek kurallarla imkansız hale getirebilirler.
Bunlar bizim ön görülerimiz değil. Eski MB Başkanı Durmuş Yılmaz’ın açıklamaları. Ve kendisi diyor ki; “Teknik hazırlıklar tamam. Cumhurbaşkanı’nın onayı bekleniyor.” CB ise seçim öncesi böyle bir önlem almayı doğaldır ki istemiyor. Son raddeye kadar direniyor ve direnecek. Seçimleri 1,5 yıl öne çekmesinin en önemli sebebi ekonomik krizin artık önlenemez sonuçlarının ortaya çıkma tehlikesi ve bu durumda uygulaması gereken "imdat freni" uygulamalarının kendini dayatmasıdır. Bu, ülkede kapitalist düzenin dahi sonu olabilir. Sadece MHP destekli AKP-SARAY Rejiminin değil...
Böyle bir karar alınırsa nasıl uygulanacak?
1. İlk aşamada 207 Milyar USD döviz sabit kurdan TL’ye çevrilecek.
2. Döviz alım-satımı devlet onayına tabi kılınacak.
3. Döviz kurunu devlet belirleyecek.
4. Döviz cinsinden tüm varlıklara devlet ipotek koyacak.
Bunun işçi, emekçi ve yoksullara yansıması nasıl olacak?
1. Tüm sosyal yardımlar. Yoksulluk, engelli bakım, yaşlı bakım, çocuk bakım, şehit yakını yardımları kesilecek.
2. Emekli maaşları ödenmeyecek.
3. SGK ödemeleri yapılamayacak dolayısıyla Devlet Hastaneleri hizmet veremeyecek duruma gelecek.
4. Kiralar ödenmeyecek.
5. Bankalardaki birikimler (paralar) eriyecek.
6. TL daha da aşırı değer kaybedecek, alınan faizler enflasyonun çok altında kalacak.
7. Ev, araba, para sahipleri ’Servet Vergisi’ ödeyecek.
Bu bilgiler de Durmuş Yılmaz’ın açıklamasından.
Biz bu ifadelerden nasıl sonuçlar çıkarmalıyız?
Ülke uçurumdan freni patlamış bir ağır vasıta gibi aşağıya uçmaktadır.
Burjuvazi Önlem Alıyor Olabilir Mi?
Bu ekonomik koşullar burjuvazi açısından da taşınabilecek koşullar değildir. Bunun sonucunda işçi, emekçi ve yoksullar kendi kaderlerini ele almak adına ayağa kalkabilir ve sistemin temellerine dinamit koyabilirler. O anlamda milyonlarla ifade edilen bu kitlelerin tabiri caiz ise “gazlarının alınması” ve düzenin tekrar rayına oturtulması gerekmektedir.
Burada can simidi CHP olarak ortaya çıktı. CHP’nin yanına MHP eskilerinden oluşan kontr-gerillacı İP’yi, AKP’nin kaynak hareketi SP’yi katarak, bir blok oluşturdular. HDP içinden kimi güçler de dahil “bu bloka HDP neden dahil edilmedi” naraları attılar. HDP’nin o bloka girmesi demek, ülkede kapitalist sistemi kurtarma görevi ile göreve getirilecek olan güçlerin paydaşı olması demektir. İnsan katilini bu kadar sevebilir mi?
Hemen oluşumunun akabinde MHP destekli AKP-SARAY Rejimi’nin “Kandil İşgali” çağrısına CHP-İP-SP nasıl yanıt verdi ve tam destek açıkladı… HDP bu durumda o blokun içinde nasıl tavır takınacaktı?
Siyaset hassas iştir. Evet siyasette sadece siyah ve beyaz yoktur ama siyasette sınıfsal bir yan ve ilkeler vardır. Son tahlilde ya burjuvaziden ya da işçi sınıfından yana olacaksın. İkisinin ortası yoktur. Bunu bizim bazı HDP’lilerimiz göremiyor ama AKP veya CHP’lilerimiz onlardan iyi görerek tarif ediyorlar.
Sürpriz bir değişiklik olmazsa 14 Haziran seçimlerinde görevi CHP-İP-SP Koalisyonu üstlenecek ve HDP de anahtar parti olarak kendi politikalarını hem bu bloka hem de AKP-MHP-BBP blokuna dayatma olacağını elde edecek. Pis bir burjuva politikası arenası da diyebiliriz bunun adına. İnsanları oyalayan, günlerini meşgul eden ve ülkeye hiç bir yararlı sonuç getirmeyecek bir gelişme.
Sürpriz bir gelişme olur da MHP destekli AKP-SARAY Rejimi devam edecek olursa ekonomik ve politik kriz devam edecek ve siyasal ortam daha da sertleşecek demektir.
Sonuç Ne Olabilir?
Önce tekrar edelim. Bu seçimler Türkiye’nin yapısal ve temel hiç bir sorununa çözüm getirmeyecektir. Seçimlerde Demirtaş hariç kim Cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin, Meclis seçimlerinde ise sıralamayla çoğunluğu kim alırsa alsın ülkenin doktrini, politikası ve dolayısıyla ekonomisi değişmeyecektir.
Muharrem İnce Cumhurbaşkanı seçilirse ne olur? Hiç bir şey olmaz. Parlamenter sisteme geri döneceğini açıklıyor. Bu yönde çabası olabilir. İP, SP ve HDP bu konuda onu destekleyebilir. Sonra ne olacak? “Eski tas eski hamam”, derdi büyüklerimiz.
AKP giderse, ki öyle gözüküyor, o kadar yolsuzluk ve hırsızlık açığa çıkacak deniyor. Pekiyi, gelecek olanların bu hesapları sormaları için dayanakları var mı. Yargı ve bürokrasinin, polis ve askerin her kademesi AKP-MHP-BBP kadroları ile dolu. Bunları temizlemeden ve yerine yenilerini koymadan ne yapabilirsin?
Bu tür devrim niteliğinde değişiklikler gerçekten devrim sorunudur. Devletin bütün kurum ve kuruluşları ile yıkılıp, yeniden kurulma meselesidir. Öyle palyatif çözümler bu konuda sonuç getirmez. Hele hele, gelenler ve gidenler ile aynı sınıfa ve uluslararası güçlerin desteğine dayanıyorsa. O zaman birileri onları çok çabuk uyarır ve kulaklarını çeker…
Bütün bu gerçeklere rağmen, siyaset yapabilmenin görece daha özgür olanaklarının yaratılması, iş ve çalışma hayatına yönelik sorunların emekçilerden yana ele alınabilmesi ve Kürt halkının istemlerine daha fazla kulak verecek bir iktidarın oluşması kuşkusuz ki yararlıdır. Ama lütfen bir de bunun olup olamayacağına bakın. CHP-İP-SP koalisyonu oldu diyelim. Ellerine onbinlerde Kürdün kanı bulaşmış olan Akşener mi bu konularda olumlu bir rol oynayacak? Mümkün değil.
Bunların hangisi seçilirse seçilsin ülke kaostan kaosa sürüklenecek. Birileri, diğerlerinin yaratacağı yeni sorunlardan yola çıkıp güçlenmenin amacıyla siyaset yapacak. Olan yine yoksul işçi ve emekçiye olacak.
HDP önemli bir kazanım, ama tek başına sonuç alamaz. Bakınız, bu kadar vekili, başkanları dahil mecliste afaroz edildi ve bunu kimse engelleyemedi. Demirtaş bugün tutuklu bir Cumhurbaşkanı adayı ve bu gerçeği kimse değiştiremiyor.
İşçi sınıfı hareketi üzerindeki ölü toprağını atmadan. Devrimci güçlerin devrimci yenilenmesi ve güçlenmesi sağlanmadan ülkede de sınıf mücadelesi açısından devrimci atılımlar yapılabilmesi, kazanımlar elde edilebilmesi ve sonuca gidilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla biz bir yandan HDP için katkılarımızı devam ettirmeye devam ederken, sınıf içinde, yoksullar, işsizler, ezilenler, emekliler içinde faaliyetlerimizi kendimizi de yenileyerek devam ettirmeliyiz.
Ancak bu konuda mesafe kat ettiğimiz zaman “kötünün iyisi” arasında seçim yapmaktan kurtulmuş, devrimin şanlı yolunda ilerlemeye başlamış olacağız.