Son dönemin değerlendirmesi: Dünya’da barış, Türkiye’de demokrasi!

Son dönemin değerlendirmesi: Dünya’da barış, Türkiye’de demokrasi!

Ukrayna gündemi uluslararası alanda birinci konu olmayı sürdürüyor. Batı, yani ABD, İngiltere ve AB, NATO savaş makinesini öne sürerek, fakat açıktan politik olarak yönlendirerek korkunç bir dezenformasyon ve kesif bir sansür perdesi altında çirkinliklerini sürdürüyorlar. Çok farklı bakış açıları ve değerlendirmeler yapılmasına rağmen biz, tüm dikkatlerimizi ana konuya yönlendiriyoruz. Bu da NATO savaş makinesinin Doğu’ya genişletilmesi stratejisine ve Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir saldırı üssü haline getirilmesine karşı çıkmamız şeklinde özetlenebilir. ABD tüm olanakları ile Rusya ve Çin’e karşı her alanda bir savaş yürütüyor. Bu savaşta da İngiltere ve AB’yi de yanına çekmeye çalışıyor. Konu sadece silahlı bir savaş ve çatışma meselesi değil. Önce politik sonra da ekonomik tüm silahları kullanarak Rusya ve Çin’i etkisizleştirmeye çalışan ABD, bu stratejisinde istediği sonucu elde edemeyince konuyu silahlı tehdit aşamasına yükseltti. Kırgızistan, Kazakistan, Gürcistan, Belarusya ve Ukrayna’da kışkırtılan ve bizzat organize edilen “ayaklanmalar” ile istedikleri sonuçları alamayınca bu yola baş vurdular. Ukrayna, Belarusya ve Gürcistan üzerinden Rusya batıdan sıkıştırılmaya çalışıldı. Kırgızistan ve Kazakistan üzerinden ise hem Rusya doğudan sıkıştırılmaya çalışıldı, hem de Rusya ile Çin arasındaki bağlantı kesilmeye çalışıldı. Kırgızistan ayrıca Çin’in Uygur eyaletine yönelik orta vadeli planları da içeriyordu. Rusya ve Çin’in toplumsal politik ve ekonomik tercihleri bu konuda birincil değerlendirme noktası değildir. Sorun dünya barışının tehlikeye atılması ve dünyanın yıllar sonra yeniden nükleer bir savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmış olma olgusudur. Başta komünistler olmak üzere tüm ilerici, devrimci, demokratik insanlık ABD emperyalizminin bu nükleer savaş planları karşısında barış belgisi altında birleşmelidir. ABD emperyalizmi çürümüşlüğü ve tıkanıklığını aşmak için savaş yöntemlerine baş vuruyorsa, buna ilk karşı çıkması gerekenler bizler olmalıyız. Bu koşullarda diğer konular talidir. Aslolan nükleer bir dünya savaşının önüne geçmek ve ABD emperyalizmine dur demektir. Tek tek ülkelerdeki sınıf savaşımlarının ve halk hareketlerinin geliştirilip yükseltilmesi görevi her zaman vardı ve bugün de var. Barış korumak için mücadele ile sınıfsal amaçlar için savaş arasındaki bağı doğru kurmamız gerekmektedir.

***

Türkiye’ye gelince… Türkiye Ukrayna ile Rusya arasında “Barış Masası” kurma pratiklerini sürdürüyor. Adama sorarlar, “sen kendi Barış Masa’nı neden devirdin” diye? Bir yandan Ortadoğu’da savaş, diğer yandan Ukrayna için barış elçisi rolü üstlen. Türkiye hem bu konuda politik rol kapma peşinde, aynı zamanda da içinde bulunduğu ekonomik krizi hafifletmek için mensubu bulunduğu Emperyalist Blok’un Rusya’ya karşı uyguladığı ambargoları sözüm ona “delerek” ekonomik kazanç sağlama peşinde. Buna “krizi fırsata çevirme stratejisi” deniyor. Ancak anlaşılan, ABD ve AB emperyalistleri Rusya’ya Türkiye üzerinden bir koridor açmayı uygun görmüşler. Bu işin organizatörleri arasında İsrail de var. Abramoviç’in İstanbul’u mesken tutması, Londra, Tel-Aviv, Ankara ve Moskova arasında mekik dokuması bir tesadüf değil. Vladimir Putin’in özel danışmanı Çubayis’in Moskova’daki görevlerinden istifa ederek İstanbul’a yerleşmesi ve oluşturulan yapının (network’ün) başına geçmesi de ayrıca hiç tesadüf gibi gözükmüyor. NATO ve G20 üyesi bir Türkiye’nin görece “tarafsız” bir politika izlemesi ilginç ama olumlu bir durum. Almanya’da komünistler kendi hükümetlerine yönelik “Rusya ve Çin ile Barış” belgisini yükseltirken Türkiye’de bu durumun oluşması olumsuz bir gelişme değil. Bu çizgi derinleştirilmeli. Ama aynı zamanda kendi ülkesinde ve bölgesinde de aynı çizgiye uygun davranmalı. Kürtlere karşı savaşa son verilmeli, adil, barışçı ve politik bir çözüm üretilmelidir.

***

Saray rejimi açısından hal böyleyken, Millet İttifakı adıyla bu rejime alternatif olmaya çalışan hiç biri birbirine benzemez ama temelde de tümü aynı sınıfın temsilcileri olan partilerin ABD, AB ve NATO politikalarını ikircimsiz desteklediklerine yönelik açıklamalarda bulunmaları ürkütücüdür. “Yağmurdan kaçarken doluya tutulma” durumu ile karşı karşıya kalabiliriz. O nedenle Türkiye politikaları açısından tutulacak ana halka Demokratik İttifak Güçleri’nin bu ülkeyi yönetmeye aday olmasıdır. Bu ise var olan Cumhur veya olası Millet İttifakı yönetimlerine katılmakla mümkün olamaz. Ülkenin tamamen Demokratik İttifak’ın yönetiminde yeniden bir kuruculuğa yönelmesi gerekmektedir. Bu konu yüzdelerle hesaplanacak bir seçim aritmetiği konusu değildir. Sınıfsal ve toplumsal tüm sorunları kapsayan bir mücadelenin sonucu olacaktır. İddialı bir hedeftir ama başka çözüm yoktur. Ancak bu şekilde Kürt illerinde ve Ortadoğu’da savaş biter, komşu ülkeler ile dostane ve karşılıklı yarara dayalı kolektif ilişkiler kurulur, ülkedeki sömürü ve baskının kalkmasının ilk adımları atılabilir. Kitlesel birer direniş günlerine dönüşen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve 21 Mart Newroz direnişleri şimdi 1 Mayıs işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü ile doruğa çıkarılarak, bu ülkede demokratik, ilerici, devrimci direniş potansiyelinin gücü ortaya konmalıdır. Türkiye’yi dönüştürecek olan gerçek İttifak bu ittifaktır. Komünistler bu çizginin savunucusu ve aktif bir bileşeni olarak politikalarını geliştirmektedirler.

Politika