Son Gelişmelere Kısa Bir Bakış; Başka Çıkış Yolu Yok...

Son Gelişmelere Kısa Bir Bakış; Başka Çıkış Yolu Yok...

Ülke gündemi, içinden bakıldığı zaman çok karmaşık ve çelişkili gibi bir izlenim bırakıyor. Kısmen doğru. Ancak gündemi daha net değerlendirmek için kendimizi bu içerden bakıştan biraz uzaklaştırıp, dışarıdan bakmalıyız. O zaman bütünü ve geneli görmek daha mümkün oluyor.

Ekonomik sorunlar had safhada. Döviz kuru, enflasyon, cari açık, iç borçlanma, dış borçlanma gibi tek tek ögeleri ayrıntısıyla değerlendirmemiz gerekmiyor. Herşey ortada. Yoksullaşma artıyor. Asgari ücret ve emekli aylıkları aylık olarak düşünülmüş olsa da hanelerin değişken olmayan aylık temel giderleri karşılandıktan sonra azami 7 günlük ihtiyaca yanıt veriyor. 21 gün, yani 3 hafta açıkta kalıyor. Bunun sonucunda insanlarımız 7 günlük gideri 30 güne bölerek açlık sınırında ve sağlıksız beslenme koşullarında yaşamlarını sürdürüyorlar.

Ülkedeki ekonomik ve politik sorunlar tribünlere yönelik kof ajitasyon ile örtülmeye çalışılıyor. Esasında sadece kof ajitasyon değil. Kof ama içi yalan ve riya dolu. Olmayan şeyler varmış gibi olanlar da yokmuş gibi gösteriliyor. Bu malzeme de “Milli ve İslami” bir sosla halklarımıza sunuluyor. Yasaklanmamış tüm TV’ler ve tüm burjuva basını istinasız ama değişik ölçülerde bu koroya katılmış vaziyette.

Bu çerçevede Türkiye gündemini işgal eden temel konular şunlar; Suriye Politikası, Zarrab Davası ve Kudüs meselesi. Bu üç konu da ard arda birbirlerini bastırmak için kullanılıyor. Tek tek ele alalım.

Suriye Politikası:

Türkiye’nin sürdürdüğü Suriye politikası iflas etmiştir. Neden ve sonuçlarına değişik yazılarda yer verdik. Emevii Camii’sinde cuma namazı kılma hayali Soçi’de daha önce “katil” olarak nitelenen Esad ile anlaşmayla sonuçlandı. Daha önce Süleyman Şah türbesi operasyonu için YPG’den lojistik ve güvenlik desteği aldığını “unutan” yönetim, dönemin PYD ve Rojava Kantonları Eş Başkanı Salih Müslim ile Ankara’da, İstanbul’da görüşmeler yapan aynı yönetim bugün PYD’yi PKK’den dolayı baş düşman ilan etmiş durumdadır. Garantisini veriyoruz, yarın PKK ve PYD ile de çok değil bir süre sonra anlaşmak zorunda kalacaklar. Başka çıkışları yok.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgede kilit bir noktada olduğunu en az bizim kadar onlar da görüyor. Bu olguyu ne fiziki, ne siyasi ne de savaş yoluyla değiştiremezler. Son tahlilde diyalog kurup sadece Suriye açısından değil, Türkiye açısından da adil, demokratik ve barışçıl siyasi bir süreç başlatmak zorundalar. Bugünlerde bu sürecin dayattığını bildikleri için bilgi kirliliği yaratmak amacıyla saldırgan bir dil kullanıyorlar.

Zarrab Davası:

Suriye politikalarındaki hezimetin üstünü örtmek için Zarrab Davası’nı kullanıyorlar. Öyle bir hava yaratıyorlar ki, sanki Türkiye hiç NATO üyesi değil, ABD ile hiç bir bağımlılık ilişkisi yok, ve dünyaya kafa tutuyor. Kof ajitasyon derken biraz da bu içeriği kastediyoruz. Zarrab adlı palyaçoyu büyütüp semirten kendileri. ABD’nin İran Ambargosu’na karşı İran ile ticaret yapmak muhakkak bir suç sayılır anlamına gelmez. Bu durumda Almanya, Fransa, İtalya, İsviçre, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve bilumum başka ülke emsal gösterilebilir. Bırakın başka ülkeleri ABD’nin büyük tekelleri İran ile ticaret yaptılar. O halde Zarrab’ın ABD’de yargılanması veya Zarrab’ın İran parasını zimmetine geçirdiği için İran tarafından kovuşturulup soruşturulması Türkiye’yi kaç derece ilgilendirir? Hiç ilgilendirmemeli. Ancak anlaşılan konu bu değil. İran ile ticarette devlet adına devlet yöneticileri, yetkilileri ve bürokratları tarafından usulsüzlükler yapılmış.

Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Muammer Güler’in adları neden rüşvet iddiası ile ortalıkta dolaşıyor. Bunu kendi şahsi çıkarları için yaptılar ise neden yargılanmadılar? Zarrab neden yargılanmadı? Yok değil, bu şahıslar daha üstleri adına bu işleri yaptılarsa o zaman ne yapılması gerekiyor? Dezenformasyon ve bilgi kirliliği yaratmak için yoğun bir algı kampanyası yürütmek gerekiyor. Buna da “kof ajitasyon” dedik ki, bu niteleme aslında hafif kalıyor.

CHP Başkanı K.Kılıçdaroğlu’nun büyük reklamlarla iki haftadır açıklayacağını duyurduğu belgeler de kof belgeler. Ülkede milyarlarca dolar çalmış bir iktidara karşı 7 sene önce gerçekleştirdikleri bir Offshore şirket kuruluşu ve oraya havale edilen 15 milyon dolar parayı bayraklaştırıyorlar. Barzani ile yapılan petrol ticaretinden, Azerbaycan ve İran ile yapılan petrol ticaretinden, THY’na yapılan uçak alımlarından, köprü, tünel, tüpgeçit, otoyol, havalimanı inşaatlarından, tüm iç ve dış devlet ihalelerinden, satınalmalardan, silah ve askeri malzeme alımlarından, usülsüz banka kredilerinden, büyükşehirlerin yol, su, elektrik, peyzaj ihalelerinden, ve daha aklımıza dahi gelmeyen bin bir türlü kaynaktan çalınan paralar varken, ve bunları belgeleri ile ispatlamak mümkünken, neden 7 sene önceki bir olay bayrak gibi göndere çekiliyor? Gerçekten demokratik muhalefet yapma niyetinde olan bir parti işçinin, emekçinin, işsizin, emeklinin, yoksulun cebindeki parayı çalan bir iktidarla böyle mi mücadele eder? Doğmamış ve tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlere karşı sadece şov yapmak demokrasi mücadelesine hiç bir katkı sağlamaz.

Kudüs Meselesi:

ABD Başkanı Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ettiği için kıyamet kopuyor. Evet kopması da gerekir. ABD emperyalizmi ve AB emperyalistleri ile işbirliği içinde olmayan tüm demokratik güçlerin kıyamet koparma hakkı var. Hakkın ötesinde kopmalı.

Ancak TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne oluyor da bu konuda tepki gösteriyor (gibi yapıyor)?

TC, bugüne kadar İsrail ile imzaladığı tüm devletlerarası anlaşmalarda, ki buna Mavi Marmara tazminat anlaşması da dahildir, Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti olarak kabul etmiştir. Devletlerarası ilişkilerde belirleyici olan hangi şehirde imzalandığı değil, o ülkenin başkentidir. İmzaların altına atılan tarihin yanına başkentlerin adı yazılır. İsrail devleti de bugüne dek bütün anlaşmalarda başkent olarak Kudüs’ü belirtmiştir.

Bunun da ötesinde somut kanıt. Tarih 1 Mayıs 2005. TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Kudüs’te Başbakanlık konutunda İsrail Başbakanı Ariel Şarbon tarafından karşılanıyor. Ariel Şaron kameraların karşısında Ortadoğu Barış sürecine vurgu yaptıktan sonra, Erdoğan’a dönerek, “Yahudi milletinin başkenti ve İsrail'in başkenti Kudüs'e hoş geldiniz" ifadelerini kullanıyor. Erdoğan, “Bu sıcak karşılamadan dolayı teşekkürlerini” sunarken, o da Ortadoğu Barış Süreci'ne vurgu yapıyor. (Bkz.: https://www.youtube.com/watch?v=rvPvYSgm5hs )

Kudüs konusunda dünyanın bütün kıtalarındaki, özellikle Orta-Doğu ve Filistin halklarının devrimci güçlerinin nasıl bir mücadele içine gireceklerini önümüzdeki günler hepimize gösterecek. Ancak bu konuda ağızlarını açma hakları dahi olmayanların cuma hutbeleri okutmaları, mitingler düzenlemeleri kitleleri kandırmaya ve uyutmaya devam eden şov olmaktan başka hiç bir anlam taşımamaktadır.

Tespitimiz:

  1. Başta Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan ve AKP olmak üzere, tüm burjuva partileri gerçekleri söylemiyorlar. Tribünlere oyunuyorlar.
  2. Had safhaya ulaşmış olan ekonomik ve politik sorunları çözemedikleri ve çözemeyeceklerini bildikleri için sürekli gündem değiştiriyorlar.
  3. İşçileri, emekçileri, işsizleri, emeklileri, yoksulları kandırıyorlar. Onların milli ve dini hassasiyetlerini kendi amaçları için istismar ediyorlar.
  4. İktidarlarının 2015 Haziran’ında biten ömrünü yeni komplolarla uzatmaya çalışıyorlar.
  5. Çürüyen, dökülen ve can çekişen kapitalist devlet düzenini ayakta tutmak için yöntemler geliştiriyorlar.

Çözüm önerimiz:

1. İşçisi, emekçisi, köylüsü, emeklisi, işsizi, yoksulu ile, tüm Türkiye halklarının bu çürümüş düzene son vermek için ortak mücadelesinin örgütlenmesi gerekir.

2. Tüm demokratik, devrimci, sosyalist, komünist muhalefet güçlerinin asgari ortak müştereklerde bir araya gelip muhalefet hareketini kitlesel olarak yükseltmesi gerekir.

3. Bu amaçla bir yandan üst düzeyde diyalog, işbirliği ve eylem birlikleri oluşturulurken, fabrika, maden, tersane, liman, işyeri, mahalle ve köylerden başlamak üzere tüm bu muhalefet güçlerinin tabanları, destekçileri, çevreleri, seçmenleri bir araya gelerek meclislerini oluşturması gerekir.

4. Parlamentoda halkın vekili olarak bulunan demokrat, devrimci, sosyalist, komünist vekiller seçim bölgelerinde bizzat meclis çalışmalarının örgütlenmesine ön ayak olmak, örgütlemek ve onların sadece parlamentoda değil, birleşik devrimci muhalefet hareketinin kamuoyu önünde temsilcileri olmak durumundadırlar.

5. Merkezde ve yerellerde tüm devrimci, demokratik, sosyalist, komünist hareketler, partiler, dernekler, sendikalar, örgütlenmeler birleşik devrimci muhalefet hareketinin meclislerinin, halk ve işçi meclislerinin oluşmasında aktif çalışmak ve vekillerle koordinasyonu sağlamak zorundadırlar.

6. Ayrılık noktalarının tümünü bir kenara bırakarak ortak noktalar temel alınarak birleşik devrimci muhalefet yaşama geçirilmelidir.

Başka çıkış yolu yok…


Konuyla ilişkili diğer makaleler