Türkiye Nereye Gidecek?

Türkiye Nereye Gidecek?

12 Eylül 1980 faşist darbesinden önce en küçük atölyelerde bile genç işçilerin sendikalı oldukları ve hakları için grev ve direnişlerle sınıf bilinçli işçiler olduğunu gösteren eski bir fotoğraf (İYG Arşivinden).7 Haziran seçimlerinden önce sahneye konmaya başlanan ve seçimin ertesinde devam eden senaryoda bir perde kapandı, bir yenisi açıldı. Aynı oyun sürüyor. “Oyun” olarak nitelerken kesinlikle gelişmeleri hafife almak anlamında kullanmadığımızı da vurgulamak isteriz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekten insanların aklı ile dalga geçiyor, fakat maalesef ülkede etkilediği küçümsenemeyecek bir kesim ona inanıyor. Bu kesimin sayısı azaldıkça da arenaya çıkıp kırmızı kumaş görmüş boğa gibi etrafa saldırıyor. Benzetme şunun için önemli. Türkiye’de gerçekten burjuvaziyi çileden çıkaracak düzeyde niteliksel olarak kırmızı kızıl bayrakların sayısı artıyor. Bize göre bu seçimler, Erdoğan ve AKP’nin sonunun başlangıcı oldu. Bunu kendileri de farkediyorlar ve her tür yöntemi kullanarak işgal ettikleri mevzileri savunmaya çalışıyorlar. Anlamıyorlar ki, kandırarak kendilerine inandırdıkları kitlenin ezici çoğunluğu, işçi, emekçi ve yoksul. Bu kitlelerin uzun vadede onları desteklemesi nesnel olarak mümkün değil. Dini hassasiyetleri kullanarak bu politikayı bir yere kadar sürdürebilirsiniz. Onlar da bu gerçeği bildikleri için eğitim sistemini değiştirerek, muhtarları, imamları, öğretmenleri, devlet memurlarını ajanlaştırarak halklar üzerinde etkilerini sürdürmenin yöntemlerini geliştiriyorlar. Adeta sivil görünümlü bir “network” teşkilatı oluşturuyorlar. Demek ki AKP il, ilçe, mahalle, köy teşkilatları yeterli gelmiyor, seçimden seçime değil, sürekli çalıştırdıkları 2,5 milyon “sandık görevlileri” ihtiyaçlarını karşılamıyor. Bütün bu organizasyonları da “allahın emri, peygamberin kavli” ile yapıyorlar.

Devrimci güçlerin, işçi sınıfı hareketinin bunun karşısında durumu gerçekten zor diye düşünüyor birçok ilerici, demokrat, sosyalist, komünist. Halbuki hiç de öyle değil. Bizler üzerimize düşen görevleri doğru bir şekilde yerine getirsek, egemen sınıfların bu oyununu boşa çıkarabiliriz. Bu konuda iki olguya değinmek istiyoruz. Birincisi; Kürt özgürlük ve demokrasi hareketinin elde ettiği başarı. Bugün bir çok Kürt ilinde yüzde 60, 70, 80 hatta kimi yerellerde 100 oy çıkıyorsa, Kürt halkı bu hareketi sadece siyasi bir güç olarak değil, aynı zamanda demokratik bir yönetim yapısı otoritesi olarak tanıyorsa, metropollerde dahi, Kürt yurttaşların yoğun yaşadığı semt ve ilçelerde aynı durum söz konusuysa, bunu görmek gerekiyor. İkincisi; İşçi sınıfının politik örgütlenmesi, ilkeleri itibarıyla toplumun en can alıcı yerlerinde örgütlenmeyi ön görür. Fabrikalarda, atölyelerde, tersanelerde, bankalarda, hastahanelerde, tüm iş yerlerinde, ama aynı zamanda okullarda, üniversitelerde, meslek okullarında ve öncelikli olarak işçi-emekçi yatağı semtlerde olmak üzere tüm yerleşim bölgelerinde. Parti temel örgütlerinin bu ilkeler temelinde örgütlenerek kurulması, onların çevresinde ekonomik, sosyal, sportif, demokratik yığın örgütlerinin oluşması, yerellerde mahalle, köy, semt, ilçe, il halk meclislerinin oluşturulması, sınıf örgütlenmesine yabancı örgütlenme ilkeleri değildir. Bütün mesele bunların uygulanması ve geliştirilmesidir. Belirli bir faaliyet ve eylemlilik içinde geliştirilecek bu nitelikte çalışmalar sonucunda iktidar örgütlenmeleri boşa düşecektir. Birinci örnek bunun kanıtıdır. Şimdi bazıları çıkıp “evet ama onlar ulusal temelde örgütlendikleri ve devlet onyıllardır baskı ve terörle Kürt halkını karşısına aldığı için bu daha mümkün”. Bu doğru değil. Öyle olsaydı 50’li, 60’lı, 70’li yıllarda da bunun başarılmış olması gerekirdi. Ve bu sürecin nasıl başlayıp geliştiğini sanırız kimseye anımsatmaya gerek yoktur.

Bütün bu aktardıklarımızdan çıkarmamız gereken sonuç şu olmalıdır; Sınıf ve halk düşmanı iktidarların eleştirisini politik olarak istediğimiz kadar yapalım. Ona uygun örgütlenme ve politikaya fiili müdahale yöntemlerini geliştiremediğimiz sürece bir sonuç alınması mümkün değildir. Bu temelde devrimci güçlerin aralarındaki farklılıklardan kaynaklanan sorunların da aşılması gerekiyor. Herkes kendi çalışmasını yapıp, genel politik hedefler ve güncel politik, ekonomik, sosyal sorunlar temelinde ortak tavır geliştirmek, eylem ve güç birlikleri oluşturmak gerekiyor. Bu sağlanırsa ancak, iktidara muhalif en geniş ulusal demokratik güçleri harekete geçirmek mümkün olabilecektir.

Siz şimdi soracaksınız; “Bütün ülke koalisyon, erken seçim tartışıyor, duruma yanıt arıyor. Bu adam neden bunları yazdı?” diye. Nedeni basit. Dün bir yazı okudum. Okuduğum yazının bir paragrafını alıntı olarak bu yazıya ekliyorum. Okuduktan sonra kendi kendime düşünmeye başladım; “Arkadaş doğru ve güzel yazmış ama bu iş nasıl olacak?” İşte, kendi kendime yönelttiğim soru karşısında düşündüğüm yanıtı sizlerle paylaşmak istedim. Okuduğum yazının o bölümü şöyleydi; “Henüz siyasi bir kriz ve ona bağlı olarak gelişecek ekonomik bir kriz düzeyine gelmemiş dahi olsa, ülkede bir yönetim krizi somut olarak mevcuttur. Olası bir AKP-CHP Koalisyonu yönetim krizini çözemez, sadece bir dönem için erteler. Erken seçim, oy oranları değişmezse önümüze 7 Haziran tablosunu çıkarır. Bu sebeplerden dolayı, gerek parlamenter, gerekse de parlamento dışı mücadele açısından, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri ve Kürt özgürlük ve demokrasi hareketinin eylem ve güçbirliği çerçevesinde Türkiye’nin en geniş, barış, demokrasi, emek, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin geliştireceği irade ve mücadele yoluyla güçlenmesidir. Bu mücadelenin ne kadar barışçıl veya ne kadar barışçıl olmayan yoldan gelişeceğini, meşru olmayan iktidar ve arkasında duran devlet ile işbirlikçi tekelci burjuvazinin tarzı belirleyecektir.” Alıntı, TKP MK organı Atılım gazetesinde yayınlanmış bir yazıdan.

Evet, Türkiye’de gerçekten bir yönetim krizi var. Ve bunu aşmak ancak en geniş barış, demokrasi, emek, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin yığınlarla birleşmiş örgütlü mücadelesinden geçiyor. Mesele sadece “erken seçim”, yani parlamento değil. Parlamenter mücadele ile parlamento dışı mücadelenin, birbirini destekleyecek şekilde bugüne dek görülmemiş düzeyde yükseltilmesi yeteneği ile ilgili. İşçi, emekçi ve yoksul yığınların kendi sorunlarına sahip çıkıp mücadele edecek bilinç ve kararlılığı kazanmalarına bağlı. Egemen sınıflar parlamento dışı mücadeleden her zaman ürkmüşlerdir. Bu 15-16 Haziranlarda, DGM direnişlerinde, MESS grevlerinde, Gezi direnişinde, Kobane direnişinde, Bursa otomotiv-metal direnişinde ve daha birçok pratikte yaşandı. Saman alevi gibi tutuşup sönmeyecek, sürekliliği ve sürekli güçlenerek yükselme eğilimi gösterebilecek nitelikte, yığınları kapsayacak bir direniş ancak ve ancak yığınların çalıştığı ve yaşadığı yerler esas alınır, kendi iktidar organlarının nüvelerinin temeli atılır ve tüm muhalif güçler işçi sınıfının öncülüğünde kalıcı olarak örgütlenirse yaşama geçer.

Türkiye’nin nereye gideceğinin, iktidar tarafından yürütülen çatışma, terör ve savaş politikasının sonucunun, olasılığı artık kesinleşmiş “erken seçim” senaryosunun sonuçlarının ne olacağını ve ondan sonraki süreçleri belirleyecek olgu budur. Sosyalizm bir hayal değildir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler