Türkiye Solunda, Kemalizm’in Etkileri Yanında İslamiyet’ in Etkileri de Yok mu?

Türkiye Solunda, Kemalizm’in Etkileri Yanında İslamiyet’ in Etkileri de Yok mu?

Che Guevara şehit oldu... Mustafa Suphi şehadete erdi... desek olur mu?

Türkiye Solunda, Kemalizm’in Etkileri Yanında İslamiyet’ in Etkileri de Yok mu?

Ülkemizde, devrim yolunda, işçi sınıfının zaferi için can veren, bu uğurda ölmeyi bilen tüm sol, sosyalist, devrimci insanları saygıyla selamlıyor ve onlardan özrü dileyerek bir yarayı kanatmak istiyorum.

Şehit” sözcüğü, köken olarak Arapça olup (Ar. Şehd) “din yolunda canını veren, kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse” anlamındadır. “Şehit olmak” veya “şehadete ermek” ise din yolunda, kutsal bir ülkü veya inanç uğruna ölüp Allah’a (Allah katına) ulaşmaktır.

Bu anlamlardan hareketle İslami topluluk ve devletler; din, inanç ve toprak (vatan) gibi kavramlara, tarih boyunca (İslam’ la birlikte) bir kutsiyet kazandırarak bu uğurda savaşacak insanları bulmayı, onları kolayca cepheye sürmeyi ve onlara korkusuzca ölmeleri gerektiği bilincini kazandırmayı amaçlamışlardır. Bu tutum da gerek savaş taktikleri gerekse zafere ulaşma teknikleri bakımından gerekli ve doğrudur da.

Ancak, bu söylediklerimiz sadece İslami topluluk, imparatorluk ve devletlerde geçerlidir. Örneğin, Hilafet’e kadar Osmanlı İmparatorluğunda “şehit, şehadet” kavramları yoktu. Yani halifeliğin Osmanlıya geçmesiyle (Yavuz dönemi) birlikte bu kavramlar da kullanılmaya başlandı. Gelenekselleşen bu anlayış, gönüllülük esasına dayanan bir askerliği de yarattığı için, yönetimlerin maddi yükünü azaltmakla birlikte, askerlerin korkusuzca ölümün üzerine yürümesini, dolayısıyla zafere kısa zamanda ve kolayca ulaşılmasını da sağlayacaktır.

Bunu çok iyi bilen T.C. kurucuları da (Çoğunluğu askerdi) gerek cephe savaşlarında gerekse kuruluş dönemlerinde (günümüzde de böyle) ordugâhları “Peygamber Ocağı” olarak niteleyip “şehitlik” kavramını her daim kullanmış ve kullanmaktadır da. Bu anlayışı, Ulasal savaşlar için (Bugünkü Kürt Özgürlük Hareketi de dahil) anlayışla karşılamak mümkün sayılabilir. Çünkü devleti veya savaşı yönetenler askerliğe bir kutsiyet kazandıramazlarsa gönüllü (parasız) askerliği bugün, eskisi kadar kolayca sürdüremez.

Peki, bize n’oluyor..?

Devletin bu kutsiyet (kutsallık) anlayışı, maalesef Türkiye solunu da yıllar içinde etkilemiş ve bu kavramlar yıllardır devrim uğruna ölenler için de kullanılagelmiştir (Devrim şehitleri ölümsüzdür). Sanki kutsal bir savaş içindeymişiz de... Kendisini Marksist-Leninist olarak niteleyenler, sosyalist kişi veya örgütler, bir kutsal mücadele mi sürdürüyor ki “şehit”, “şahadet” kavramlarına gereksinim duysun? İlgilenenler bilir ki “Marksizm” bir bilimdir; kutsanamaz. “Sosyalizm” de sosyolojik-siyasi bir kavramdır; ona da bir kutsiyet kazandırılması gerekmez, mümkün de değildir.

Peki, nereden çıktı bu “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganı ki yıllardır bunu ağzımıza pelesenk etmişiz? Tabii ki sosyalizm için, devrim için can veren, bu uğurda ölmeyi bilen her can bizim biricik değerimizdir. Ancak bu ölen yoldaşlar, ya Hıristiyan ise... ya Musevi ise... ya Ateist ise...

O zaman ne diyeceğiz bu gidenlerin ardından? Che Guevara şehit oldu, Karl Liebknecht ve Rosa Lüksemburg şahadete erdi mi diyeceğiz..?

Bu isimler şaşırtıcı mı geldi? Ya İbrahim Kaypakkaya için, ya Mahir Çayan için, ya Mustafa Suphi için... Daha yüzlercesi için bu kavramları nasıl kullanabiliriz, bir düşünelim. Bundan daha vahim olanı ise nice Marksist-Leninist, Ateist olan yoldaşlarımızın cenazelerinin camilerden, cem evlerinden kaldırılmış olması değil mi? Örneğin benim cenazemi – devrimi görmeden ölürsem eğer- hangi camiden, hangi cem evinden, hangi havradan kaldırmayı düşünüyorsunuz..?

Bütün bu sorular, soru olmaktan öte bir sorgulama olarak görülmeli. Gerçekten de kendimizi bir sorgulayalım ki artık zaman kaybetmeden Kemalist etkilerden de İslami etki ve kavramlardan da kurtulup hangi değerlere sahip olmamız, sahip çıkmamız gerektiğini kavrayabilelim. Özellikle birçok kavramın içinin boşaltıldığı, anlamının saptırıldığı bu dönemde.

Asıl görevimiz, bu kavramların etkisi altında kalmadan, bu topraklarda yaşayan tüm inançlara eşit mesafede durarak, hiçbir inanç ve dini rencide etmeden, onlara elitist bir bakışla yaklaşmadan tüm emekçileri, ezilenleri sosyalizm yolunda örgütlemenin yol ve yöntemlerini, dilini iyi ve doğru belirlemektir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler