Umutsuzluğa Kapılmak İçin Bir Sebep Yok! Gazetemizin Nasıl Bir İşlevi Olabilir?

Umutsuzluğa Kapılmak İçin Bir Sebep Yok! Gazetemizin Nasıl Bir İşlevi Olabilir?

Fırtına öncesi bir gece düşünün, bulutlar kapkara, ay ışığı bulutları yarmaya çalışıyor ama bulutlar o kadar hızlı hareket halinde ki fırsat bulamıyor. Ardından çok güçlü bir fırtına geleceği havanın kokusundan anlaşılıyor. Ağaçlar uğuldayarak rüzgara eşlik ediyor, kuşlar gelecek fırtınayı hissediyor, öterek kanatlarını çırparak korunacak yer arıyorlar. Belli ki gün de karanlık olacak. Güneş bulutları delip etrafı aydınlatamayacak . Fırtına gündüz de alaca karanlık ve tatsız bir havada etkinliğini sürdürecek. Dallar kırılacak, çatılar uçacak, yoksulların camları kırılacak, sokakları su basacak... Tatsız, zevksiz ve insanlarda moralsizlik yaratan bir hava. Ama bu ne kadar sürer? Fırtına en şiddetli düzeyine eriştikten sonra, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, etrafı temizler, rüzgarı , fırtınayı dindirir, pırıl pırıl bir güneş eşliğinde deniz süt liman sütliman olur. Havadaki tüm keskinlik kaybolur gider, kadife gibi bir yumuşak, dingin hava hakim olur.

Türkiye ve Bölgede (B küçük) yaşananları bu tasvire benzetmek mümkün. Toplumsal gelişmeler hiç bir zaman doğadaki gelişmelerden farklı olmamıştır. Olmazlar, olamazlar da. Dünyaya bakış açımız bize bunu öğretmiştir. Ancak, sadece bu bilimsel doğruya dayanarak kollarımızı kenetleyip oturup beklememiz de çok akıllı bir davranış olmaz. Ona bakarsanız dünya er veya geç komünizme evrilecek. Bu da nesnel bir gerçeklik. Böyle olacak diye oturup seyrederek beklememiz mi gerekir?

***

En büyük sorunumuz gerçekleri işçi sınıfına ve emekçi halklara götürme meselemiz. Evet, devlet ve iktidar elimizdeki en küçük basın yayın haklarına dahi müdahale ediyor. TV’ler, gazeteler kapatılıyor. Yığınlar ile ilişki içinde olabilecek tüm kadrolar ve aydın unsurlar tabiri caizse ‘trafikten çekiliyor.’ ( nokta dışarıda) Örgütler yasaklanıyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerinden farklı düşünen her fert potansiyel terörist ilan edilerek linç kampanyaları için ‘seferberlik çağrıları’ (çift tırnak imi kullanıyoruz TDD) yapılıyor. Halkın tümü ajanlaştırılmaya çalışılıyor. Tüm bu faşizan baskı ve uygulamalara karşı bir yolunu bulup sınıfı ve halkları aydınlatmamız gerekiyor.

Bazı hastalıklarımızdan kurtulmamız şart. Üst perdeden, akıl verircesine, halkın anlamayacağı dilden ve kavramlarla konuşmak yerine onların anlayacağı dilden konuşup onlar ile bağları kopmayacak şekilde sağlamlaştırmamız ilk almamız gereken önlem. Bazılarımız bu yaklaşımı ‘devrimciliğe’ yakıştıramıyorlar. Devrimci dediğin devrimden, sosyalizmden bahsedecek, halka düşmanı gösterecek, hemen reaksiyon bekleyecek ve o beklediği olumlu tepkiyi alamazsa ‘bundan bir cacık olmaz’ diyecek. Bu doğru değil. Bir kere önce kuma kuşu gibi kendi aramızda sıkışıp kalmaktan kurtulmalıyız. Gerekli toplantılar ve bilgi alışverişleri dışında hedefli, amaçlı bir şekilde yığın çalışmalarına ve o yığınların içinde sözü dinlenen arkadaşlar ile çalışma yürütecek pratiği gerçekleştirmeliyiz. Bu ilişki ve diyaloglar çok doğal olmak durumundadır. Kadrolarla görüşme yapar gibi davranarak bu çalışmadan sonuç alınamaz. Bu zor mu? Hayır! Nedenini açıklamaya çalışalım.

***

Bugünkü iktidar bu konularda hiç bir iktidarın sunmadığı kadar olanaklar sağlıyor. Son günlerde ve haftalarda ülke gündemini belirleyen gelişmeleri düşünün. Bir iki örnekle ne demek istediğimizi açıklamaya çalışacağız.

Ülkede rejimin siyasi krizine koşut olarak ekonomik kriz yaşanıyor. Bu kriz daha da derinleşecek. İktidar çıkmazda. Henüz tüm emareleri ile krizin sonuçları yığınlara yansımış değil. Ama bu kısmen gerçekleşiyor. Tam böyle bir durumda, özellikle TL’nin Dolar ve Avro karşısında değer kaybı nedeniyle Cumhurbaşkanı “Dövizlerinizi TL’ye çevirin” kampanyası başlattı. Ve bu kampanyayı kendi deyimleriyle ‘devletine, milletine, ülkesine bağlılığın ölçüsü’ (Çift Tırnak imi, “) olarak açıkladı. Bankalarda dövizleri olanlar paniğe girdi (kapıldı daha uygun olabilir) . Devlet bir şekilde bu dövizlerden haberdar olursa hesaplarıma el konur, paralarımı kaybederim düşüncesi yaygınlaştı. Küçük ve orta düzeyde esnaf ve tüccar, döviz varlıklarının ortaya çıkması sonucunda devletin, mesela Vergi Daireleri’nin yaptırımları ile karşı karşıya kalacakları korkusuna kapıldılar. Peki biz ne yaptık? Bu insanlara ne anlattık?

Büyük tekeller, devlet kurumları sizce TL ile mi ödeme yapıyor? Veya Cumhurbaşkanı AVM’lerde kiralar Dolar üzerinden değil, TL ile ödensin derken neyi amaçlıyor? Bütün bu kampanya ek kazanç sağlamak ve cebindeki paranın değerini korumak için parasını dövize yatıran yoksulları hedefliyor. Onların birikimlerine göz dikiyor. Madem öyle, sormak gerekmez mi? Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Orhan Gazi Köprüsünün geçiş ücretleri neden dövize endeksli. Marmaray’ın ve önümüzdeki günlerde açılacak Avrasya tünelinin ücretleri neden dövize endeksli? Akkuyu ve övünerek anlatılan duble yol ve tünel yapımlarının bedelleri müteahhitlere TL ile mi ödeniyor? Bu soruları insanlarla konuşurken dillendirmek onları bazı konularda aydınlatmak için değerlendirilemez mi?

***

Veya yapılan ‘terör’ edebiyatı. Batı’da kaç kişi, Kürt illerinde, ilçe ve köylerinde taş taş üzerinde kalmadığını, her haneden birden fazla şehit verildiğini biliyor? Bu tabloyu TV ve gazetelerde görmek mümkün değil. Bir yöntem bulup bu gerçekleri görsel örnekleri ile anlatmak hiç de önemsiz olmayan bir çalışmadır.

‘Seferberlik’ çağrıları yapmak kolay. Gerçekler gün yüzüne çıkarsa bu çağrıları kimse dikkate almaz. Onun için bu çağrıları, kampanyaları başlatmadan tüm muhalif basın-yayın organlarını susturmadılar mı? Bunu da anlatmalıyız insanlara.

İnsanlara sormak lazım. “Kaç para kredi kartı, tüketici kredisi, konut kredisi veya araç kredisi borcun var? Yarın ekonomi daha da çıkmaza girdiğinde, bankalar bugün yaşadıkları krizi gizleyemeyecek hale geldiklerinde bu kredileri geri çağırdıklarında ne yapacaksınız? Bunu hiç düşündünüz mü?”

***

Eğitim ve öğretim kurumlarının halini düşünün. Uygulanan müfredatı merak edip takip edin. ‘İmam Hatip’ okullarında nasıl uygulamalar olduğunu tespit edin. Bu okullar vasıtasıyla mahallelerimize kadar indirilmeye çalışılan dinsel gericiliğin, cami hocaları, muhtarlar, gerici öğretmenler ve belediyeler eliyle nasıl koordine edildiğini mahalleliye ifşa edin. Bu konuda çevremizi halk toplantılarında bir araya getiremez miyiz? Bu konuları tartışıp, daha da gericileşecek olan bu uygulamalara karşı velilerin, yani halkın tepkisini örgütleyemez miyiz?

Bu ve benzeri binlerce konu, insanları düşündürmeye, kafalarındaki kalıpları yıkmaya ve soru işaretleri uyandırmaya yardımcı olur. Paralı eğitim sistemi, sağlık sisteminin bir rant kapısı olarak kullanılması, kitle taşıma ücretlerindeki fahiş düzeyler, sendikal haklar, çalışma koşulları, çalışma saatleri, yıllık izin günlerinin azlığı, emeklilik sorunları..... Bu konular listesi çoğaltılabilir.

Öncelikle bu genel konuları tespit etmeliyiz ve günlük çalışmalarımızda değerlendirmek için hazırlanmalıyız. Bu da örgütlü olur. Gazete okuyucusu arkadaşlar olarak bir araya gelip bu konularda kafa yormalı, söylemler geliştirmeliyiz.

***

Ondan sonra bu konuları nerede ele alacağımızı doğru değerlendirmeliyiz. İşyerlerimiz, semt, mahalle ve sokaklarımız bu konuda en uygun ve doğal alanlardır. Bu konuları doğal çevre ilişkilerimiz içinde ama bir yan meşgale olarak değil, günlük, planlı ve hedefli ve düzenli bir çalışma olarak yürütmek gerekmektedir. Okuyucu grupları oluşturarak hem genel siyasi gelişmeleri, ama aynı zamanda yerel sorunları ve çözümlerini konuşmak durumundayız. Okuyucular olarak da yukarıda örneklerini verdiğimiz konularda aramızda görüş alışverişinde bulunduktan sonra birlikte oluşturduğumuz görüşleri çevremizde yaygınlaştırmalıyız. Konuların sadece fikir alışverişi düzeyinde kalmaması için de, işyeri ise işyeri, mahalle ise mahallemizin sorunlarını ve halk arasında dayanışma amacıyla yapılacak faaliyetleri planlayarak yaşama geçirmeliyiz.

Bu çalışmaları yürütürken, işyerleri ve mahallelerimizde, hatta yaşadığımız bölgede halkı ilgilendiren konuları ele alan haber, röportaj ve yazılar kaleme almalıyız. Bu konuda zorlanırsak gazete merkezini arayarak ilgili sorumlu arkadaşlardan yardım talep etmeliyiz. Gerekirse bölgemize en yakın bir görevlinin davet edilmesi sağlanmalıdır. Gazetemizin dağıtıldığı tüm alanlarda bu çalışmaların bugüne dek olduğundan daha düzenli olarak geliştirilmesi, sınıf ve halk arasında görüşlerimizin ve iktidarın politik manipülasyonlarına karşı doğru, dürüst ve çıkış yolu gösteren politik hattımızın yaygınlaşmasını sağlayacaktır. Genel propaganda ve ajitasyonun destekleyici hizmeti etkisinde birebir yürütülecek bu çalışmalar görüşlerimizin ve politikalarımızın sınıf ve halkla bütünleşmesinde belirleyici rol oynayacaktır. Yarın kabaracak olan sınıf hareketinin ve halk ayaklanmalarının toplum içindeki kökleri bu yolla teminat altına alınmış olacaktır. Evet, kimileri bu tarz çalışmayı ‘iğneyle kuyu kazmak’ olarak adlandırıyorlar. İtirazımız yok. Çünkü bu tarz bir çalışma olmadan sonuç almak imkansızdır. Bugünü ‘Fırtına öncesi sessizlik’ olarak nitelendirirsek, direniş, kabarma ve ayaklanmalar da ‘Fırtına’nın ta kendisidir. Fırtına’nın sonucunda güneşin geceleri de etkisini sürdüreceği, mehtabın bir güneş gibi topraklarımızı aydınlattığı, özgür, adaletli, eşitlikçi toplumsal yaşamın hakim olmasını kalıcı hale getirmek bugünden yürüteceğimiz çalışmaların sonucunda olacaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler