Yüksel’de Bir Metafor

Yüksel’de Bir Metafor

Veli SaçılıkYüksel Caddesi’nde 9 Kasım’dan itibaren çınlayan bir türkünün fotoğrafı var. Peki bu fotoğrafın notaları hangi nakaratta buluşuyor? Anonim bir türkü mü söyleniyor yoksa bu türkünün bir mahlası var mı?

450 gündür süren direniş, Nuriye ve Semih’in onur, irade, haysiyet savaşı olarak sürdürdüğü; “yaşayarak direneceğiz” vurgusu ile 324. günde sonlandırdıkları açlık grevi tarihin en gösterişli fırça darbelerinden bize gülümseyen bir tablo olarak insanlığın  müzesinde yerini aldı. Açlık grevi verebileceği mesajı ve söyleyeceği sözü işçilere, halklara ve topraklarımızdaki egemen vampirlere de en somut ve güçlü hatlarıyla ulaştırdı. 

Bu fotoğraf herkesin gözünün önünde,  görünmeyen insanların alınteriyle emeğin kadrajında sade ve mütevazi bir şekilde yerleşti. Gözümüzün önünde olup görmediğimiz insanlar,  tarihin nehrinde süzülürken gözlerimizin içine bakarak anonimleştiler. Nuriye ve Semih bedenleri ile erirken, iradeleri; Acun, Veli, Simge, İlker, Periş, Mustafa, Oktay, Mehmet, Nazife, Sultan, Eser, Mahmut, Turgut, Adnan...( isim listesi bir Nevroz Ateşi gibi dağlaşabilir) Yüksel’de devleşti.

Acun Karadağ,  akıl zorlayan ironik sistem eleştirileri, Veli Saçılık, devletin işkencesi ne sırtını dayayarak Nuriye ve Semih’e kalkan olan direnci, Nazan Bozkurt,  İnsan Hakları Anıtı’nı çiçekler ile donatan sevgisi, Nazife Onay, siyasi iktidarın yasalar üstünden yarattığı adaletsizliği parçalayan cüreti,  Mehmet Dersulu, sert saldırı ve işkenceler karşısındaki kararlı tavrı, Alev Şahin ise beton firmalarına karşı mücadele ederken Nuriye ve Semih ‘e dokunuşundaki zarifliği ile ihraç edilmiş direnç notaları olarak beynimize bizden birileri olarak kazındılar.

Elbette bu şarkı iki notadan oluşmuyor... Bu şarkıda sen varsın...

Sen kimsin?

Sen, Kızılay’da küçük esnaf İlker Işık’sın; 450 gündür günde iki defa işkence ile gözaltına alınan, polisin pervasızca parçaladığı ozalitleri özenle hazırlayan ve Yüksel ‘in ilk ateşini yakan Kawa’sın.

Sen, üniversite öğrencisi Simge Aksan’sın; daha önce hiçbir eyleme gitmemiş, hayatında ilk defa Yüksel’de gözaltına alınmış ve neredeyse  her gün iki defa gözaltına alınan ama Nuriye ve Semih’i yormamak için ziyarete gitmeye kıyamayan vicdansın.

Sen yargıtaydan emekli Perihan Pulat'sın; her gün Yüksel’de benden geçti diyenlere inat nerede bir haksızlık var orada bağıran Periş'sin,  cesaretsin.

Sen işportacı Mustafa Keçeli’sin; Nuriye’nin yanına oturup gözlerini onunla birlikte bir ışığa dönüştürebilmiş ilk gençsin ve fakat her gün Yüksel’de bir yaprağı kıpırdatmadan sessizce süzülen bir nefersin.

Sen, video aktivisti Oktay İnce’sin ; devletin kör noktalarında Nuriye ve Semih’in açlığını tüm gerçekliği ile doyuran objektifsin. Ses çıkaranlara kulak olmuş ve sesi duymayanlara “göz” verensin.

Sen, işçi Sultan Aydoğdu‘sun; saat 13:30 ve 18:00’da tüm benliği ile direnişe gülümseyen bir öfkesin.

Sen, Yazar Turgut Türksoy’sun yazdıklarını satan ama direnişi satmayan mısralara gömülmüş bir adım öne çıkan imlasın.

Sen bu tablonun metaforusun, bulunduğunda sanat, farkedilmediğinde tarih olansın.

Yüksel Caddesi 450 gündür direniyor, 

Nuriye ve Semih 450 gündür halklaşıyor, 

İsmini, cismini bilmediğimiz ama fikri bizden olan, fikri halk olan anonim metaforlar ile bir direniş halklaşıyor.

Biz bu besteyi neden sevdik cevabı yazıda; bu bestede bir nota olmayanlar kulaklarının pası ile yaşlanacak, bu tabloda bir metafor olamayanlar gözlerine katarakt asacak...