Yargılamak ve Sorgulamak Üzerine
Son zamanlarda şovenizm, milliyetçilik (kimileri ulusalcılık diyor) ve faşizm üzerine sosyal medyada paylaşımlar, şikayetler ve yazılar(bazı yazılar dolu dolu) okuyorum. Bunlardan biri, daha önce benim de paylaştığım Rıza Tüzmen’in, “Hem solcu hem ulusalcı olunmaz.” dediği yazı. Bir diğeri, genç bir arkadaşımızın (T. Kulaçoğlu) “Ya arkadaş, anlamıyorum; faşistler gerzek olduğu için mi faşist oluyor, yoksa faşist olduğu için mi gerzek oluyor?” sorusu. Bu soru çok çetrefilli bir soru gibi görünse de sorgulayabilenler için (zaten bu arkadaşımız da sorgulama amaçlı sormuş) yanıtı kolay bir soru. Çünkü birçok araştırma göstermiştir ki düşük zekalı (argosu gerzek) insanlar, ırkçı (şoven) ve önyargılı olmaya yatkındır.
Gazetemizin 16. 07. 2015 tarihli sayısındaki yazımda bu konuyu ele almıştım. O yazımda, Kanada’daki Broc Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmada düşük zekalı insanların, ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojileri daha kolay benimsediğinin ortaya çıktığını, ayrıca ‘Psikolojik Bilim’ dergisinde yayımlanan bir makalede de yararlanılan araştırma sonuçlarının, ‘zeka katsayısı’ testlerinde düşük puan alanların ileride önyargılı olmaya ve basmakalıp söylem ve ideolojilere inanmaya daha yatkın olduğunu gösterdiğini belirtmiştim.
Irkçı (şoven) ve milliyetçi olan insanlar, basmakalıp bilgilere sahip oldukları için (ki kendilerini çok bilgili sayarlar) doğaldır ki sorgulamazlar, sadece yargılar, sadece ceza keserler. Ayrıca az bildikleri için de çok inanırlar. İnanç öne çıkınca da tapınma kaçınılmazdır.
Aslında bu konuyu ele almamızın sebebi, ülkemizde sağ cenahta yer alan faşistleri, ırkçıları, milliyetçileri sorgulamak, yargılamak değil. Asıl sebep, Türkiye solunda yer aldığını düşünenlerin, söyleyenlerin gerçekten solcu olup olmadığını açığa çıkarmak ve bu konudaki bilgileri bilince taşıma konusundaki çaba ve çalışmalara katkıda bulunabilmek. Türkiye’de kendini ‘ilerici, devrimci, demokrat, sosyal-demokrat, Kemalist, sosyalist, komünist, anarşist…’ olarak ifade edenler sol cenahı oluşturmaktadır. On beş yaşımdan bu yana benim de bir sosyalist olarak bulunduğum Türkiye solundaki çok farklı anlayışları, yaklaşım, tutum ve fikirleri sorgulamaya, anlamaya çalıştığımda üzülerek gördüm ki ırkçı (şoven) ve milliyetçi (nasyonalist = ulusalcı) anlayış, ülkemiz solunda – özellikle son yirmi yılda- uzun zamandır oldukça yaygın ve etkili.
Sağ ve sol cenahtaki bu hastalıklı durumun sebebini doksan yıldır erk’i elinde tutan gerici burjuva devletin gerici, belletici, yalana ve inkara dayanan eğitim politikalarına, yazılı ve görsel medyadaki manipülatif, saldırgan ve tek yanlı haber ve yazılara bağlayabiliriz. Ancak sol cenahtaki şoven ve milliyetçi hastalıklı bu durumun başka sebepleri de olmalı. Bunları belirleyip açığa çıkarmak, sorgulamak gerekir.
Bu sebeplerden biri, bilgisizlik veya bilgi yetersizliği: Türkiye solunun belki de en büyük sorunu bu. Okumamak, doğru kaynaklardan doğru bilgiye ulaşamamak; kulaktan dolma bilgilerle kendini çok bilgili (her konuda) saymak... “Az bilen çok inanır” sözü tam da bu gruptakileri ifade eder. Gerçekten de bu grupta bulunan solcular, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olurlar ve sorgulamadan sadece yargılar, sadece ceza keserler. Dolayısıyla bilinçsiz olsa da ‘inançlı solcu’ yıllarca ülkemizde itibar gördü, görmeye de devam ediyor. Tabiidir ki ideolojiye inanmak önemli, ancak ideolojiyi bilince taşımadan, sadece inançla o ideoloji ayakta duramaz, başarıya ulaşamaz.
Bu gruptakiler, sorgulamadan inandıkları için, sebep- sonuç ilişkisi kur(a)madan sadece kişileri yargılarlar ve fikirleri kişiselleştirerek kahraman(lar) yaratıp o kahramanlara biat ederler. Bu tutum, tam da sağ sapmadır. Bunlar, fikirleri değil, kişileri yargılarlar ve sadece liderlerine inanırlar. Lider bulamayınca da şoven duygularını okşadığı için İlber Oltaylı gibi burjuva fenomenlere hayranlık duyarlar. Diğer yandan, yine sorgulamadıkları için, milli duygular şaha kalktığı için, Kürt özgürlük mücadelesini yargılar, işi Kürtlere akıl vermeye kadar götürürler.
Bu gruptakilerin bir diğer ve en önemli özelliği de yeni bir şeyi öğrenmekten korkmak. Yeni ve farklı bir şey öğrenmek, yeni bir pencere açmak, hatta aralamak soluklarını keser, rahatsız olurlar. Muhafazakar olduklarından, sizin “ bir de şöyle düşünsek, bir de şuradan bakalım…” gibi önerileriniz karşısında rahatsız olup saldırganlaşırlar.
Sebeplerden bir diğeri ise bilgiyi bilince taşıyamamak: Bu gruptakiler kitabi bilgileri ezberleyerek her konuda konuşurlar. Çoğunlukla da alıntı yaparak. Daha doğrusu kendileri bir şey söylemez, sadece aktarırlar. Yani kitabi bilgilerin sözel aktarıcısı olurlar. ‘Lenin der ki’, ‘Atatürk şöyle demişti,’ ‘Mahir şöyle der…’ Bilgiyi bilince taşı(ya)mamak, sorgulamamayı, ilişki kuramamayı, yeni ve farklı bir fikir üretememeyi doğurur. Bu da politik bilince ulaşmayı engeller. Politik bilince ulaşamayanlar da doğaldır ki sürekli yer, fikir, örgüt değiştirir; Dönemin popülist – şoven akımların rüzgarına kapılırlar. Son yıllarda birçok örgütte bunun etkilerini somut olarak görmekteyiz maalesef.
Bu grupta bulunanların önemli bir özelliği de ajite etmeyi iyi becermeleridir. Bu becerilerine dayanarak öne çıkanların çoğu da fırsatlar yaratıp örgütünde lider, şef, abi, akıl hocası olmaya; fırsat bulursa –bağımsız ya da bağımlı- milletvekili olma şerefine ulaşmaya çalışırlar. Ancak bu alanda aday sayısı ülkemizde o kadar çok ki ister istemez bu adaylar arasında çatışmalar, suni kavgalar zaman zaman alevlenir. Bu da yeni yeni örgütleri doğurur. Ancak bu örgütlerin söylemlerine, sloganlarına, programlarına bakıldığında aralarında ideolojik- politik bir farklılık görülmemektedir. Bu tür örgütler, kişiler arasındaki yarış, daha çok “Ben daha çok yurtseverim, ben daha çok antiemperyalistim, ben daha ulusalcıyım” dır.
İkinci grupta bulunanlar, daha çok sonuçlarla (birinci gruptakiler kişilerle) uğraşırlar. Sebep- sonuç ilişkisini es geçtikleri içindir ki sınıfsal ve ulusal mücadeleleri ya küçümserler ya da ‘saygı duyuyorum ama…’ diyerek (oportünizmin daniskası) işçi sınıfının öncülüğünü, ezilen ulusların kendi kaderini belirleme hakkını reddederken, 30 Ağustos’u ‘zafer bayramı’ ilan ederler.” Neyin, kimin zaferi?” sorusunun peşine düş(e)mezler. Savaşa katılan Çerkezlerin mi, Kürtlerin mi, mübadeleyle yurtlarından kovulan, 6-7 Eylüllerde tüm varlıkları talan edilen Rumların mı, Lazların mı..? Bu tutum da onları – ister istemez- gelişen şoven- milliyetçi küçük burjuva ideolojilere yaklaştırır.
Ayrıntıya girilirse başka sebepler de sayılabilir ancak bu iki sebebi sorgulamak, düşünen, akıl yürüten her solcunun yapması gereken şeydir. Sorgulayanlar, kişilerle ve sonuçlarla değil, sebeplerle ilgilenir; ilişki kurar, araştırır ve gerçeğin peşine düşer. Bu gerçek kendi fikirlerini olumsuzlasa bile gerçeği arar ve bulur. Örneğin Türkiye solunun yüzleşmesi gereken en önemli ve güncel gerçeklerden biri de (ki yüzlercesini sayabiliriz) Türkiye gençlik hareketinin ve devrimci mücadelenin önemli isimlerinden biri olan Bülent Uluer’in dediği gibi, “Artık ulusalcı solcularla gerçek solcular ayrışmalı.” gerçeğidir.
Kendisini saygıyla anıyoruz.