Yargılamak Ve Sorgulamak Üzerine (2)

Yargılamak Ve Sorgulamak Üzerine (2)

Gazetemizin 45. Sayısında Türkiye solunda milliyetçi etkileri ve buna bağlı olarak bireylerin, örgütlerin çıkmazlarını gerekçeleriyle açıklamaya çalışmıştım. Bu yazımda da sorgulama yoksunluğu değil ama yetersizliğinden bahisle gerçekten kendini Marksist – Leninist olarak ifade eden birey ve örgütlerin, özellikle bazı yoldaşlarımızın ‘Ulusal sorun’la ilgili çıkmazlarını, çelişkilerini gerekçelendirerek irdelemeye çalışacağım.

Bu grupta bulunanların tümü, istisnasız, ‘ulusal sorun’la ilgili olarak Lenin’in tespitlerini iyi bilir ve kabul ederler. Ancak, ulusal sorunla ilgili Lenin’in bu tespitlerinin ardına ‘ama…’ile başlayan cümleler eklemek neyin nesi..?   Ama ile başlayan cümleler, ya gerçek niyeti gizlemeye ya da kişinin, kendini  ulusal sorunla ilgili olarak yeni bir anlayış yaratacak yetkinlikte bir teorisyen olarak görme niyetinin açığa çıkarılmasına yöneliktir. Tabiidir ki ‘somut durumun somut tahlili’ gereği, kendini bu konuda yetkin sayanlar günümüz koşullarında ulusal sorunla ilgili – gelişmelere uygun – yeni tahliller yapıp bunları gerekçelendirerek yeni sentezlere ulaşabilirler. Bu da gereklidir zaten. Ancak, bunu yaparken, anti-emperyalist olabilmenin yolunun anti-kapitalist olmaktan geçtiği gerçeğini yadsımak, yapılan yeni tahlil ve analizleri anlamsız kılacaktır.

Buradan hareketle Katalanların, Filistinlilerin, İskoçların, Kürtlerin ‘kendi kaderini tayin’ hakkını farklı farklı gerekçelendirerek sonuca varmaya çalışmak Marksist- Leninist bir tutum olamaz. Gelelim 1919’ da Anadolu’da başlatılan ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’na. Konumuz, bugünkü koşullarda Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına saygı duymayanlar değil, tam aksine Kürtlerin, Katalanların, İskoçların, Filistinlilerin kendi devletini kurma iradelerine saygı duyan, desteklerini açıklayan Marksist- Leninist yoldaşlarımız. Bu yoldaşlarımızın bazıları (ne yazık ki ne değillerse o gibiler), nedense konu Türkiye halklarının ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’ olunca konuyu ya küçümseyerek ya da yok sayarak böyle bir sürecin hiç yaşanmadığını, emperyalistlerle işbirliği yapılarak ulusal mücadele verilemeyeceğini iddia ediyorlar.

1920’de Ankara’da kurulan Meclis’in temsiliyet içeriğine bakıldığında da (Lazistan, Dersim, Kürdistan temsilcileri…) , İngilizlerle yapılan görüşme ve pazarlıklara bakıldığında da (1915 Ermeni tehciri ve soykırımı sebebiyle Malta’da esir tutulan İttihatçılarla ilgili), Sovyetler Birliği ile ilişkilere bakıldığında da bu mücadelenin bir ‘ulusal kurtuluş savaşı’ olduğu gerçeğini kimse küçümseyemez, yadsıyamaz.

Diğer yandan, TKP belgelerine, Mustafa Suphi’nin Bakü’de yaptığı konuşmaya, yine o ulusal mücadeleye ülkenin birçok yerinde (Ankara, Eskişehir, İstanbul, Sakarya…) komünistlerin etkin olarak katılmış olmalarına, Mustafa Suphi ve on beş yoldaşının her türlü tehlikeyi (uyarılara rağmen) göze alarak Anadolu’ya gelmelerine, diğer yandan sürgünde olan gönüllülerden oluşan bin kişilik ‘Kızıl alay’ın, işgalcilerle savaşmaları için parti (TKP) tarafından  Anadolu’ya gönderilmek istenmesine ne diyecektir bu yoldaşlar?

Daha da ileri gidelim: Bu mücadele ‘ulusal kurtuluş savaşı’ değilse, Lenin gibi bir Marksist teorisyen ve lider, niçin azılı bir anti-komünist  olan Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen bu savaşa  para ve silah yardımında  bulunmuştur? Yoksa bu yoldaşlar Lenin’i eleştirmekten mi korkuyorlar ki şimdiye kadar konunun bu yanına hiç girmiyorlar!?

Tabiidir ki ulusal mücadele içinde bulunan şeyhlerin, ağaların, burjuvazinin bu mücadelede mutlak bir dokunulmazlık hakkı kazanmaması yönünde, sosyalistler, o ulusal mücadele içinde yer edinebildikleri ölçüde, yoksulların, işçi ve emekçilerin (ki bu kesimde olanlar en önde savaşırlar) bu mücadeleyi ‘toplumsal kurtuluş’ savaşına dönüştürmeleri için çalışırlar. Ancak bunu başaramamak, o ulusal mücadeleyi yok saymak anlamına gelemez. Zaten o dönem koşullarında (1920-1923) Yeşil Ordu’nun dağıtılması, Ankara ve Eskişehir’deki komünistlerin etkisiz hale getirilmesi, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de katledilmeleri, Kızıl alayların Anadolu’ya geçememesi sebebiyledir ki bu mücadele toplumsal kurtuluş mücadelesine evrilememiştir.

Bu sebepledir ki  ardından yaşanan süreçte gerek M. Kemal’in kafasındaki gizli planlar gerek İttihatçı askersel erk temsilcileri gerekse azınlıkların el konulan ticari ilişkileri ve mülkleri sayesinde yeni yeni palazlanan devlet destekli burjuvazi, tüccar takımı ve toprak beyleri, gerçek yurtseverlerin tasfiyesi sayesinde emperyalist odaklarla yapılan pazarlıklarla kendi istek ve arzuları doğrultusunda, tek ırk üzerinden kendi ‘ulus devlet’lerini (T.C) kurabilmişlerdir. Bir soru daha: Bu topraklarda ulusal kurtuluş mücadelesi verilmediyse- beğenelim veya beğenmeyelim- yukarıda sözünü ettiğimiz o ‘ulus devlet’ nasıl kuruldu?


Konuyla ilişkili diğer makaleler